BIST 9.420
DOLAR 34,34
EURO 36,24
ALTIN 2.834,80
HABER /  GÜNCEL

AK Parti'nin makinaları stop etti

AK Parti hükümetine yönelik artan eleştirileri gazeteci-yazar Ali Bayramoğlu değerlendirdi. Bayramoğlu'na göre iktidardaki boşluğu başkaları dolduruyor.

Abone ol

Türkiye'de her şey yolunda gidiyor gibi gözükürken, hükümet ani bir politika ve söylem değişikliği yarattı. AB'ye çok mesafeli, polis dayağı gibi antidemokratik uygulamalara destek veren, medyayı suçlayan bir dil geliştirdi. 3 Ekim'de başlayacak olan AB ile müzakereler için yapılması gereken hazırlıklara aldırış etmez oldu. Ülkede yükselmekte olan içe kapanmacı, milliyetçi bir akımın parçası haline geldi. AKP'nin dış dünya ile arasına mesafe koymasıyla birlikte askerin siyasetle ilgili demeçleri de yeniden başladı. AKP'yi sadece AB politikalarından dolayı destekleyenler de, iktidarın gücünü ve niyetini sorgulamaya başladı. Türkiye belirsizlik ortamına girdi. Ordu, İslamcılık, laiklik üzerine çalışmalar yapan Kültür Üniversitesi'nde Türk toplumsal yapısı ve sosyolojiye giriş dersi veren Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak'ta, AKP'nin son politikalarının Türk siyasi hayatına nasıl yansıyacağını araştıran yazılar yazdı. Kendisiyle AKP'nin değişen tavrının nedenlerini ve Türkiye'de neler olabileceğini konuştuk. AKP ile ilgili yazdığınız son yazılarda, bu partinin izlediği politikaların kendisi için başarılı bir sonuç getirmeyeceğini düşündüğünüz anlaşılıyor. İktidar partisi kendisini destekleyen dış desteği yok etmeye uğraşıyor gibi. Dış dünyanın desteği olmadan AKP iktidarda kalabilir mi? Son derece zor. Böyle bir durumda AK Parti'nin meşruiyetinin çok zayıflayacağı, devlet içerisinde asli güç olarak kalmakta çok zorlanacağı açık. AK Parti sonuçta İslami bagajı olan bir parti ve seçimleri bu şekilde kazandı. Ama Avrupa Birliği'ni temel hat olarak benimsedi ve kendi beklediğinin, olduğunun ötesinde bir meşruiyet zeminine yerleşti. İslami kesimden olmayan demokratlar, kentliler, TÜSİAD gibi toplumun ekonomik güçleri, merkez medya ona değişim ve AB hattında ilerlediği için destek verdi. Şimdi AK Parti, gücünün sadece kendisinden kaynaklandığı yanılgısına düşmüş olabilir. Gücü sadece kendisinden kaynaklanmıyor. AKP'nin gücü aslında nereden kaynaklanıyor? Gücü, değişimci politikaların Türkiye'de yarattığı büyük uzlaşmadan kaynaklanıyor. Nitekim son zamana kadar AK Parti'yi yaralayacak, onu iktidarsız kılmaya çalışacak hamleler hep AB engeline takıldı. Toplumun merkezi, entelektüeller, TÜSİAD ve merkez medya, AK Parti'ye destek vererek, Türkiye'de demokrasi ve değişimin dışında bir zeminin oluşmasına itiraz etti. Böylece Türkiye'de iç ve dış dinamiklerin üst üste oturduğu bir toplumsal, siyasi uzlaşma ve güven atmosferi oluştu. Ama şimdi AKP hükümeti AB ile arasına mesafe koyuyor, niye? AK Parti makineleri stop etti. AB ile müzakereleri yürütecek baş görüşmeciyi hâlâ seçmiyor. AB'den gelen standart eleştirilere, 'Kim oluyor onlar' tepkisini veriyor. AK Parti sanki rol değiştirdi. Eskiden bu müdahalelerin önemli olmadığını söylerken, AB ile ilişkilerdeki mayınları temizleyen bir öncü işlevi yaparken, denge noktalarını bulurken, bugün AB'ye karşı gibi davranıyor. Çünkü AK Parti, AB konusunda endişelere sahip. Bundan sonraki dönemde AB politikaları konusunda kafası son derece karışık bir parti AK Parti. Böyle bir parti Türkiye'nin AB projesini götürebilir mi ? Koşullar zorlarsa götürür. AK Parti AB için attığı adımları sindiremedi ve AB'nin getirdiği politik ve sosyal yükleri kolay sırtlayamayacağının farkına vardı ama lideri ve etrafındakiler muhtemelen şunu da biliyorlar. AB'nin getirdiği yükler sayesinde AKP'nin meşruiyetini ayakta tutabiliyorlar. Dengeyi sağlayamazlarsa sıkıntıya düşerler. Ne gibi? AK Parti AB ile ilişkilerde yönlendirici olmaktan çıkınca bir boşluk oluşmaya başladı. Bu boşluğun içini küçük adımlarla asker de dolduruyor. Özellikle ABD, Türkiye'de orduyla ilişki kurumaya başlıyor ki, ABD'den gelen heyetlerin, gazetecilerin hepsi tekrar Genelkurmay karargâhını ziyaret ediyor, askerle konuşuyor. ABD ile ordu arasındaki ilişkiler yeniden kuruluyor. Bir de Yaşar Büyükanıt'ın konuşması gibi, siyaset alanına bir askeri sorti yapıldığında da bazı sorular tabii meşru hale geliyor. Demek ki birileri ipleri gevşetti, başkaları sahaya dalmaya başladı. Ordu uzun zamandır sizin deyiminizle bir 'beyanat disiplini' gösteriyordu. İki başlı bir devlet görüntüsü vermekten kaçınıyordu. Ama Org. Büyükanıt hükümetin politikalarını eleştiren bir konuşma yaptı. Kara Kuvvetleri Komutanı hükümeti niye eleştirdi? Kara Kuvvetleri Komutanı olan orgeneral, 2006'da yani birbuçuk yıl sonra Genelkurmay Başkanı olacak. Bu general zaman zaman hükümetin politikalarını eleştirmeye yatkın bir dile sahip oldu. Ama özellikle geçen ağustosta ordu içinde tasfiyeler ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün sağladığı disiplin çok güçlü olarak çalıştı. Son dönemde Kara Kuvvetleri Komutanı'nın tekrar konuşması, 'Irak'ta politikamız yok' diyerek doğrudan dış politikayı ve hükümeti eleştirmesi, 'PKK güçleniyor. Bu demokratikleşme yasalarıyla biz bunlarla nasıl baş edeceğiz' diyerek demokratikleşme politikalarını ve dolayısıyla AB'yi eleştirmesi, çok aşırı politik beyanatlar. Bu askeri beyanatlar hükümet zayıfladığı ve boşluk bıraktığı için devreye giriyor. Ayrıca İstanbul'un işgalinde İngilizlerin bastığı bir karakolla ilgili olarak 47 yıl önce vazgeçilen şehitleri anma töreninin 'sinsi İngilizler' lafı ön plana çıkartılarak tekrar düzenlenmesi ve bu törene Birinci Ordu Komutanı'nın katılması, Çanakkale Zaferi'nin sanki yeniden keşfedilmiş bir şekilde kutlanması... Bunlar sizce neyin işaretleri? Bunların hepsi Türkiye'de bir milli egemenlik tartışmasının başladığının işareti. Batı karşıtı, içe kapanmacı girişimler bunlar. Batı'dan gelecek adımların Türkiye'yi bölecek adımlar olarak algılanmasına yönelik girişimler. Siz, hükümetin Kıbrıs yüzünden AB ile arasına mesafe koyduğunu söylüyorsunuz. Hükümet, Kıbrıs konusunda çok cesur adımlar atarken şimdi neden birden duraladı? Tayyip Erdoğan Avrupa'ya küstü. 17 Aralık'tan sonra Avrupa'yı ayağa kaldırarak Kıbrıs sorununun çözülmesi için mücadeleye devam etmesi gerekirken, yapmadı. Erdoğan, 17 Aralık'ta Brüksel'de çıkan metinden büyük hayal kırıklığına uğradı. Türklerin Annan Planı'nı desteklemesinden sonra Kıbrıs'ın temel sorun olarak karşısına çıkmayacağını varsayıyordu. 17 Aralık'taki metinde ise sadece Kıbrıs vardı. Erdoğan endişesini sağda solda ifade ediyor. Ne diyor? 'Eğer ben Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Gümrük Birliği haklarından yararlanmasına onay veren Ankara Protokolü'nü imzalarsam, bu, Türkiye'nin Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıması olarak kabul edilecek. O zaman ben, sürekli taviz veren ve karşılığında hiçbir şey almayan bir iktidar konumuna düşeceğim' diyor. Bir de tabii, Türkiye'de çok büyük reformlar yapıldı ama bunların hiçbiri Erdoğan'ın geldiği çevrenin ve onu destekleyen dar çekirdeğin üniversitede tesettür ve imam-hatipler ile ilgili haklarını düzeltmedi. Dindar kesimlerde hakkımız gasp oldu kanaati çok yaygınlaştı. Sürekli taviz veren, kendisine hiçbir şey alamayan bir siyasi parti olma ve imajını kaybetme kaygısı sonucunda da Erdoğan şu anda AB ile arasına mesafe koymaya çalışıyor. Kıbrıs'ı tanımamak için, hükümet AB üyeliğinden vazgeçer mi? Onu yapamazlar. Avrupa Birliği ile görüşmelerin başlayacağı 3 Ekim'e bir şey kalmadı. Ekim'de Ankara Protokolü'nün Meclis'ten geçmesi, imzalanması lazım. Erdoğan hükümeti Ankara Protokolü'nü imzalamak zorunda kalacak. Riskler çok büyük çünkü. Ne tür riskler var? İmzalamazsa, Türkiye'de hızla ilerleyen milliyetçilik dalgası iyice sistemleşir. Bu, AK Parti hükümetinin toplumsal meşruiyetini çok zayıflatır. Arkasındaki büyük toplumsal, ekonomik, merkez destek çekilir. Bu da askerin piyasaya tekrar çıkması demektir. Ayrıca ABD pragmatik bir güçtür. Hükümet olmazsa askerle de işbirliği yapabilir. AKP toplama, çıkarma işlemlerine açık hale gelir. Partiyi bölmeye, istikrarsızlık üretmeye, Erdoğan'la Gül'ün arasını açmaya çalışırlar. Nitekim aralarında sorun olduğu söylentileri şimdiden yayılmaya başladı. Dolayısıyla Türkiye istikrarın olmadığı, bütün özgürlükler alanının yeniden daraldığı, milliyetçiliğin yükseldiği bir tatsız döneme girer. Şu anda o tatsız döneme girilmedi mi sizce? Girildi ama beterin beteri var. AB çizgisi regülatör bir çizgidir. AB çizgisinden uzaklaşmak demek, Türkiye'yi ve hükümeti ABD'nin her türlü manevrasına açmak demektir. Ordunun doğrudan yine ABD'yle konuşmasına daha kolay zemin hazırlamaktır. Ordunun iktidardaki gücünün artmasıdır. AKP, AB desteği bulunmadan, uluslararası hukuk ve demokrasi haritasına sahip olmadan, devletin denetimini elinde tutabilecek mi? Tutamaz. Böyle köklü ve radikal bir değişim döneminde değil AK Parti, hiçbir siyasi parti evrensel sistemin meşruiyetini devreye sokmadan hareket edemez. AK Parti ise hassas noktalarından ötürü artı böyle bir şeyi hiç taşıyamaz. Türkiye'de İslamcı-laikçi kutuplaşması hâlâ tam bitmedi. Bunun altına bombalar konur ve AKP o zaman rejim sorunlarıyla karşı karşıya kalır. Başbakan'ın sürekli medyayı eleştirmesini, medyayı ispiyonculukla suçlamasını politik olarak nasıl açıklamak gerekiyor peki? Aynı şey Erbakan döneminde de vardı. Basın kanaat oluşturan bir güç olarak şu anda Türkiye' deki en etkili muhalefet. Hükümetler, ülkede somut bir muhalefet olmadığı için yeldeğirmeniyle uğraşır gibi basınla uğraşıyorlar. Basın sütten çıkmış ak kaşık değil ama polis copunda olduğu gibi zaman zaman giriştiği muhalefet çok haklı ve sorular sorduracak tipte. O zaman da basın, başbakanların gözünde, özellikle de bu dönemde Erdoğan'ın gözünde kendisiyle eşit bir siyasi aktör olarak duruyor ve bu siyasi aktörle Başbakan kavga ediyor. Bu sadece Başbakan'ın değil, kamuoyu kanalları gelişmemiş olan Türk demokrasisinin de bir sorunu. İktidar partisinin etrafında oluşan ittifakın da esnediğini yazdınız. Hangi ittifakın, nasıl esnediğini düşünüyorsunuz? Geçmişi hatırlayalım. Silahlı Kuvvetler'de, Kara Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Komutanı gibi emekliye ayrılan kimi generaller, askerler oldu. Bir buçuk yıl öncesine kadar Genelkurmay'la bu paşalar arasında farklılıklar oluştu. Bu paşalar, basında kurdukları temaslar üzerinden sert çıkışlar yapmaya kalktılar. Ülkede ciddi sorunlar çıkaracak beyanatlardı bunlar. Ama Türkiye'deki toplumsal, ekonomik ve medyatik merkez, ordunun içinden çıkan bu seslere karşı tavır aldı. Bu çok önemli bir gelişmeydi. İlk kez güce yaklaşmak değil, o güce karşı olmak gibi bir konuma geçti. Ordu içinde, siyaseti belirleme yönündeki tartışma sivil toplum tarafından durduruldu ve meşruiyetini kaybetti. İttifak dediğimiz işte budur. Bu ittifakta AK Partili olmayanlar, TÜSİAD, basın ve hatta muhalefet bile vardı. Sivil ve reformcu olanın muhafaza edilmesi, diğerlerinin ise bertaraf edilmesi üzerine bir ittifaktı bu. Şimdi bu ittifak mı esniyor? Evet, iki nedenle esniyor. Birincisi, AKP'li olmayan, ama onun attığı adımları olumlu bulan kişiler bugün sorular sorar hale geldiler. AB'den vazgeçmiş, milliyetçiliğe doğru hareket eden, eski devletçi dili sahiplenen bir partiden insanlar uzaklaşır. Şimdi böyle bir eğilim var. İkincisi, kamuoyu oluşturan işadamları ve basın gibi kurumlar da hükümetle aralarına mesafe koyuyorlar. AKP'nin üstünde oyunlar oynanacak bir parti haline geldiğini de yazdınız geçenlerde. Nasıl oyunlar oynanacak ya da oynanıyor? Oyun dediğimiz bir siyasi partinin parçalanmasıdır, içinden grupların kopartılmasıdır. Erkan Mumcu'ya saygısızlık etmek istemem, böyle yapıp yapmadığını bilemem ama istifası bu soruları sorduruyor. Ama parti güçlü ve ne yaptığını biliyorsa kaşınacak yarası olmaz tabii. Şimdi AK Parti'nin bir sürü yerinde yaralar oluşmaya başladı. AKP parçalanabilir mi? Parçalanabilir. Böyle bir risk var. Parçalanmasa bile devleti yönetemez, hükümet edemez hale düşürürler. AK Parti'nin alternatifi de yok. 28 Şubat günlerinde vardı. Bugün ne yapacaksınız? Seçim yapsanız gene gelir. Dolayısıyla Türkiye'de demokrasinin tehlikeye düşmesi gibi bir ihtimal var. Bu yüzden AB meselesi çok önemli. AB, demokrasiyi koruyucu kalkan görevini görüyor. Toplumda ve siyasette ittifaklar besleyen bir işlev yerine getiriyor. AB dış dinamik değildir. AB iç dinamiğin bizatihi kendisidir. Hükümetin şu anda bunu bu şekilde okuyabildiği kanaatinde değilim. Amerika ile çatışmak, AB çizgisinden uzaklaşmak, genelde Batı'yla aramıza mesafe koymak anlamına mı geliyor? Türkiye'nin şu andaki psikolojisi bu. Siyasi iktidardan muhalefete, basından askere, biz Batı'yla kavga eder hale geldik. Bu, sadece bir zihniyet meselesi de değil. Bu ruh hali, farklı çıkarların ve hesapların yol açtığı ittifaklara işaret ediyor. Şu anda İslami kesimin kimi yazarlarının, Perinçek'lerin, askerlerin, laik Kemalistlerin Batı fobisi üstüne oluşturdukları bir milliyetçilik ittifakına gidiliyor. İslamcı bir yazarla laik Kemalist bir yazarın, emekli bir subayla İslami kesimden emekli bir entelektüelin şimdi aynı dili kullanıyor olması sağlıklı bir ittifak değil. Herkesin başka derdi var, bunlar sonra çatışacaklar. AKP, devletin içindeki Batı karşıtı güçlerle ittifak yaparak iktidar olabilir mi peki? AK Parti'nin bagajı, dokusu ve imajı açısından böyle bir şansı yok. AKP milliyetçiliği ve devletçiliği içinde taşır ama temsil etmez. O biraz sivilleşme ister. Milliyetçiliği ondan daha iyi temsil edecekler var Türkiye'de. Bu arada Amerika da sertleşiyor hatta nezaket çizgisini aşan tavırlar sergiliyor. Amerika AKP'nin iktidardan devrilmesini mi istiyor? Sanmıyorum. Şu andaki girişimleri, AKP'ye bir uyarı, istediğini yaptırmak için onu biraz hırpalamak ve kendi çizgisine gelmeye davet etmek olabilir. Neşe Düzel/Radikal