Ankara’nın fotoğrafını çeken Demirel, Türk siyasetini Tercüman’a değerlendirdi.
Abone olSüleyman Demirel ile Hafta’nın sohbetini İstanbul The Marmara Oteli’nin 18. katında yaptık. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra bir kez görüştüğüm ve 7 yıldır yüz yüze oturmadığım Demirel’i ben de merak ediyordum doğrusu. Basın Danışmanı ve dostu Türker Sanal sürekli bilgilendiriyordu. Şükrü Çukurlu yine yanındaydı. Özel doktoru ve misafirleriyle, gelen gideniyle, iştahıyla Süleyman Demirel’i bıraktığım gibi buldum desem abartmış olmam. Aynı heyacan, aynı hafıza. Kilo fazlalığını saymazsak çok sağlıklı görünüyordu. Her zamanki gibi tane tane konuştu. Sabah 05.00’de kalkmıştı. Üç ayrı toplantıdan sonra gece saat 01.00’de Güniz Sokak’ın yolunu tutacaktı. Kars gezisinden başladı, Balkan ülkelerinin Cumhurbaşkanları’yla sürdürdü, İstanbul ile noktayı koydu. Yaklaşık bir aydır yollarda. Peki ne arıyor Demirel? Onu tam bilemem ama bildiğim bir şey var, kim ne derse desin Demirel, Özal, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gibi isimlerin koltuklarının, “boşluğu” zaman zaman çok belirginleşiyor. Bildim bileli yollardasınız. Resmi bir göreviniz de yok. Süleyman Demirel ne arıyor? Türkiye sevdasını aklına koyanlar için resmi görev sahibi olmak veya olmamak önemli değildir. Benim esas işim Türkiye’dir. Benim işim resmi görev değildir. Her şart altında bu ülkenin insanlarının yanındayım. Bu ülke insanlarının yanında olmak için bazen elinizden çok şeyler gelir. Bazen az şeyler gelir. Ben 50 sene uygarlık için, uygarlığın nimetlerini bu ülkenin her yerine götürmek için çalıştım ve başarılı da oldum. Bugün Avrupa’da ne varsa İstanbul’da da var. İstanbul’da ne varsa, Hakkâri’de de var. İddiamız da oydu. Gezilerinizdeki duygularınız? Biz akşam olunca taş evde veya Ortaanadolu’nun kerpiç evinde oturan her insanın, senin gibi, benim gibi dünyadan haber alma imkânları olsun istedik. Karanlıkta değil. Işığını yakıyor, televizyonunu açıyor. Avrupa’ya veya başka bir yere çalışmaya giden bir akrabası varsa telefonunu kaldırıyor, konuşuyor. Okulu var, köyüne giden yol var. Ebe, sağlık merkezi var. Sulanabilir arazilerin yarısını sulamışız. Bunlar güzel şeyler. 77 üniversite Türkiye’nin her tarafına dört bir yanına yayılmış durumda. Kars Kafkas Üniversitesi bir yandan kurulmaya çalışırken şimdiye kadar 3 bin mezun vermiş. Yani “Kars’ta ne olur?” dediğiniz zaman imar ve inşaa varsa, fabrikalar yapılıyorsa okullar yapılıyorsa, üniversite kampusu ayağa kalkıyorsa, pırıl pırıl yolları varsa, 45 metre eninde 3.5 kilometre uzunluğunda bir pisti ve çok güzel bir terminal binalı havaalanı varsa, bunların hepsi beni mutlu eder. 2001-2002 yılında halk çok sıkıldı ve mevcut partileri tasfiye etti Devletle milletin kucaklaşmasında siyasetçi, bunun gerisinde mi, yanında mı? Çok güzel bir sual bu. Siyaset ne yapıyor, medya ne yapıyor? Bu ikisi eğer görevlerini tam yapamıyor veya yapmıyorsa, sistem işlemiyordur. O zaman da halk sistemden şikâyetçi olur. Yani Demokrasinin işleyebilmesi için iyi bir kamuoyu lazım. İyi bir kamuoyunu yapacak olan medya ve siyasetçidir. Siyasetçi aşağı ve yukarı arasında bir köprüdür. Halkla devlet arasında bir köprüdür. Medya da öyle. Bugün içinde bulunduğumuz devrenin özel bir durumu var. O da şudur; 2001-2002 yıllarında halk çok sıkıldı. Bu sıkıntısı da siyaset ve siyasetçiden değil. Ama siyaset ve siyasetçi de halka gitmedi. Zaten 2002 seçimleri de bunu gösterdi. Yani halkın parlementonun içinde bulunan bütün partileri iktidarı muhalefetiyle tasfiye etmesindeki öfke bundandır. Bunun bıraktığı tahribat henüz ortadan kalkmış değil. Henüz ülkede tam bir güven havası yok. Hâlâ oturmuş değil. Biraz daha zaman alacak. Henüz yatırım yok. Yatırım, işsizliği ortadan kaldıracak olan şey. Bugün Türkiye’nin başta gelen meselesi işsizlik. Ve işsizlik öyle bir sorun ki bugün pahalılık bile işsizlik kadar şikâyet konusu değil. Gencecik insanların geleceğe olan ümidini karartıyor. Ana baba da ümitsizliğe düşüyor. Ve ülkenin geleceği hakkında ümitsizlik havası esiyor. Bunlar aşılabilmelidir ve aşılacaktır. lSiyasetçi güven sağladı mı? l Siyasetçi istenen güveni hâlâ sağlayabilmiş değil. Hem kendisine hem de ülkenin geleceğine olan güvenini. AKP yüzde 26 oyla, TBMM’de yüzde 70 ile temsil ediliyor AKP 365 milletvekilli bir parti. TBMM’de sayısal çoğunluk tamam. Nasıl oluyor? Eksik olanı söyleyim. Şimdi aslında AKP’nin 365 milletvekiline sahip olması övünülecek bir şey değil. Seçim Kanunu’nun getirdiği bir durum. AKP’nin aldığı geçerli oy yüzde 35’i , ama sandık başına gitmeyen 10 milyon insan var. Bunları dikkate alırsan yüzde 26’dır bu oy. Yüzde 26 oyla AKP Meclis’te yüzde 70 gibi temsil ediliyor. Seçim kanunlarının iki şeyi vardır. Bunlardan bir tanesi istikrardır. İstikrar çıkarmıştır Türkiye. Diğeri temsilde adalet. Temsilde adalet yoktur. Her dört kişiden üçü, “Bu hükümet benim değil” gibi hissedebilir. Yani ben buna oy verdim durumundadır. Gerçi hükümet meşru yollardan gelmişse, herkesin hükümetidir. Çünkü iki tane hükümet olmaz, üç tane de olmaz. Fakat böyle bir çarpık durum varsa, bu tabi güven unsurunu zedeler. Bugünkü hâdise odur. Erdoğan iyi niyetle çırpınıyor. Hükümete ve muhalefete süre vermeli Sayın Erdoğan’ı Başbakan’lıkta başarılı buluyor musunuz? Çok kısa zaman. Yani bu kadar iki ay gibi üç ay gibi bir zamanda başarılı veya başarısız demek, yalnız çırpınıyorlar görüyoruz. Sanıyorum iyi niyetle çırpınıyorlar. Tabii ki bizim devletimiz bugün birçok devletlerde bizimki gibi kurumlar devleti. Yani devlet sadece hükümetten veya Meclis’ten ibaret değil. Hem Meclis hem hükümet çok önemli kurumlar. Millet iradesi üstünlüğüne kimsenin bir şey dediği yok. Kurumların Anayasa’da tayin edilmiş yerleri var. O yerleri değiştirebilmek için Anayasa’yı değiştirmek lâzım. 22. dönem TBMM’ye iktidarıyla, muhalefetiyle bir süre vermek gerekir mi? Şart. Yapacak bir şey yok yani. Bakın ben size bir şey söyleyim. Türkiye’de geçen 50 sene zarfında köprü, baraj, yol, fabrika yaptık. Hepsi çok önemlidir. Fakat en önemli işimiz, Türkiye’de iktidarlar, kansız, kavgasız, entrikasız, hilesiz gelip; kansız, kavgasız, entrikasız, hilesiz gitmesidir. Son yaşadığımız 15. seçimde de böyle olmuştur. Türkiye’de siyaset, üst üste üç seçim sonra oturur demiştiniz? Dediğim çıktı. İstikrarsızlık, ikincide sayısal istikrar getirdi. Halka söylüyorum, beğenmiyorsanuz yani seçen sizsiniz, bir çarpıklık var. Biraz evvel söyledim. Temsildeki çarpıklıktan, zaafiyetten. Ama bir daha ki genel seçimde, bunların hepsi düzelir. Süremin uzatılmasını istediler, başaramadılar, canları sağolsun. Cumhurbaşkanlığınızı, Başbakanlık dönemlerinizden de başarılı bulanlar oldu. Cumhurbaşkanlığı sürenizin uzatılmasıyla ilgili içinizde kalmış duyguları bizimle paylaşır mısınız? 16 Mayıs 2000 tarihi geldiği zaman Cumhurbaşkanlığı hizmetimi törenle, şatafatla, benden sonra gelecek Cumhurbaşkanı’na devretmeyi Türkiye’ye ve Türk demokrasisine karşı bir görev saydım. Ben Güniz Sokak’a 16 Mayıs günü gideceğimi, köşke çıkarken aklıma koydum. Bu hizmeti sürdüreyim diye, talipli olmadım, benden istendi. Benden isteyenler, başaramadılar bu işi. Canları sağolsun, benim kaybım yok. Size konuşmamızın başında söyledim ki, benim esas işim görev değil. Benim esas işim şimdi yaptığım iş. Halkın içinde dolaşmak. 10. Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer’i başarılı buluyor musunuz? Ona ben değil, halk karar verecek. Zaten siyasetçiler için karar, “gittikten sonra verilir” diye bir söz vardır. Yani aktif siyasetin içindeyken değil, siyasi hayatları dolduktan sonra verin diyor. 3Ağar gayet nazik. Bugünkü iktidarın alternatifi DYP’dir DYP’yi kurup iktidara taşıdınız, DYP de sizi Köşk’e. Sayın Çiller ile ilişkilerinizi kamuoyu genelde biliyor. Sayın Ağar’a ve DYP’ye nasıl bakıyorsunuz? Şöyle, nasıl ki bir meşru hükümet dendiği zaman halkın seçtiği hükümet diyorsak, meşru yönetim dendiği zaman da kurallarına göre o partinin kongresinin seçtiği yöneticiler olacak. Kongresi oturmuş, seçmiş. Kongrenin seçtiğini beğenmiyorsak, bana göre onda da hakkımız yok. Herkes kendini ispatlayacak. Siyasette, dökme suyla değirmen dönmez. Bu siyasi olaylarda kişi kendi gücünü ortaya koyacak, gösterecektir. Sayın Mehmet Ağar için, henüz çok erken. Mehmet Ağar gayet iyi niyetle, ve bütün gücüyle çalışıyor, koşuyor. Ve herkese karşı fevkalade nazik, kırılmışı dökülmüşü toplamaya çalışıyor. Yani bugünkü iktidarın alternatifi DYP’dir. Parlamento dışında kalmasını nasıl karşılıyorsunuz? Ona üzüldüm. Ama siyaset sadece parlamentonun içinde olmak değildir. l Efendim, “Ben halkın içine döndüm, işim halkla” diyorsunuz. Peki ya halkın sizinle yarın işi olursa, göreve davet ederse, başkanlık sistemi olacak, “buyrun Süleyman Bey” aday olun, veya Ombudsmanlık müessesesi kurulacak, “buyrun Süleyman Bey” derse, tavrınız ne olacak? Tabii siz gazetecisiniz, böyle bir suali sormak, yaptığınız hizmetin gereği. Ama ben şunu söylemek istiyorum. Bu ülke bana her hizmeti verdi. Ben de bunu en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Neyi yaparsanız yapın, şu veya bu şekilde beğenen de olur, beğenmeyen de. Ama biz bu bütün hizmetleri yaptıktan sonra halkımızın içerisinde çok rahat ve serbest, göğsümüzü gere gere halktan muhabbet görerek gezebiliyorsak, bu hizmetleri iyi yapmış olmamız lazım. Ya görev tevdi edilirse? Sonrası için siyasette yapılacak planların hepsi boştur. Yani Siyaset, “ben şu hizmete ulaşsam, bu hizmete ulaşsam” hayallerini kaldırmaz. Siyaset gelir kapınızı hizmet için çalar. O zaman onunla kucaklaşırsınız, yani çalacak edecek deseniz, bu şuna benzer; hiç ömründe pekmez yememiş adamın, pekmezin tatlı bir şey olduğunu başka birisinden öğrenmesine benzer. “Pekmez tatlı mı, nereden biliyorsun?” “Filanca yemiş de o da benim emmim oğluna söylemiş, o söyledi” gibi olur. 3At koşmuyorsa kükreyen süvari ne ifade eder? Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz? Bakın Türkiye’nin bugünkü durumunda bence geçmiş senelerle mukayese ettiğiniz zaman güncel sıkıntılar vardır. Güncel sıkıntılar hep olacaktır. Güncel sıkıntıların bir kısmı, bazı halk kesimlerini bunaltabilir. Ama şuradan bir bakın bakalım. Şehr-i İstanbul’a, şu içinde oturduğunuz otele bakın. Bundan 10 gün evvel, Balkan Cumhurbaşkanları, eski cumhurbaşkanları geldiler. Ben onları Ceylan Oteli’nde misafir ettim. Bana “Bu Otel ne zaman yapıldı?” diye sordular. “Niye soruyorsunuz?” dedim. “Çok güzel bir otel” diye konuştular. Dedim ki bakın İstanbul’un böyle 30 tane oteli var. Antalya’ya giderseniz 5 yıldızlı, 72 otel var. Türkiye Avrupa ülkelerinden geri bir ülke değil. Ama şimdi siz “Ülkenin fukara yerleri, sıkıntılı yerleri var” diyeceksiniz. Doğru, ama hepsinde göze çarpan güzellikler var. Şimdi bütün mesele beğenmediğimiz kısımlarını düzeltmek. Türkiye’yi idare eden süvariler nasıl? Eh işte, süvarilere de atın takatına da bağlı. Süvarinin marifetine bağlı da... Koşmayan atla süvari kükrüyorsa ne ifade eder? Teşekkür ediyorum. Ben de size çok teşekkür ediyorum. Röportaj: Metin Işıkı Kaynak : H.O. Tercüman