BIST 9.890
DOLAR 35,32
EURO 36,76
ALTIN 2.961,80
HABER /  GÜNCEL

AK Parti hükümeti nerede yanıldı?

AK Parti hükümetinin ABD yönetimine karşı milli duruşu bir hata mıydı? 17 Aralık sonrası AB'ye güvenen hükümet nerede hata yaptı? Cengiz Çandar bu konuyu yazdı.

Abone ol

Ak Parti hükümetinde "geri sayım" başladı mı? Ak Parti'nin görünebilir gelecekte kayda değer herhangi bir alternatifinin olmadığını herkes görüyor ama bu soru da çeşitli çevrelerde sorulur oldu. Ne kadar zaman alacağı, nasıl, hangi kulvarlardan geçeceği kestirilemese bile, "geri sayım"ın başlayıp başlamadığının sorulur hale gelmesi, özellikle 17 Aralık'ı (2003) "gelecek güvencesi" gibi görmüş iktidar için, başlı başına ilginç bir durum. Son haftalarda Amerikan basınının, bugüne dek Türkiye'yi hatta Ak Parti hükümetini en fazla kollayan yayın organlarında ve en "Türkiye yanlısı" diye bilinen imzaların altında, Türkiye'yi "incitici" bulunan ve daha da doğrudan bir şekilde iktidarı hedef alan yazıların art arda yayınlanması, bu "geri sayım başladı mı?" sorusunun ortaya atılıp tartışılmasına zemin teşkil ediyor. Çünkü, söz konusu yazılar ve yorumların, mevcut Amerikan yönetiminin, Ak Parti iktidarına "bakış açısı"nı yansıttıklarına herhangi bir kuşku bulunmuyor. Soruyu güçlendiren de zaten bu olgu. İktidarın yakın çevresindeki bazıları, bu olgunun farkındalar ve biraz da hayretle, "Peki, ama neden Türkiye'nin ABD'ye karşı dik duruşu AB tarafından gereğince ödüllendirilmedi" diye safça bir başka soru ortaya atıyorlar. Mesele de bu. ABD ile AB'yi "karşıt bloklar" olarak gören zihniyet, bu "yanlış algılaması"nı "dış politikanın temel taşları"ndan biri haline getirirlerse, bu soruyu sormaya mecbur kalır ve cevabını da bir türlü bulamazlar. ABD ile AB arasında birçok konuda derin ihtilaf bulunduğu bir gerçek. Ancak, tarafların, özellikle son ayların hatta son haftaların "uluslararası konjonktürü"nde ve özellikle Türkiye'nin "uluslararası dengeler" bakımından özel bir anlam taşıyacağı Ortadoğu'da "yakınlaştıkları" ve hatta kimi spesifik konularda politikalarını "koordine ettikleri" de bir ayrı gerçek. Ak Parti hükümeti, bu gibi konularda (örneğin Ortadoğu'da demokratikleşme çabaları ve Suriye gibi) Batı ile "senkronize" olamadığı ölçülerde, "ABD'ye dik duruş"un "AB tarafından ödüllendirilmesi"ni sittin sene bekler. Asıl ve dikkatlerden kaçırılan sorun, Ak Parti hükümeti ile AB arasında. ABD'den ziyade AB ile. Ve, bunun arka planı tam da 17 Aralık'a uzanıp dayanıyor. 17 Aralık günü, AB'den "tam üyelik için müzakere tarihi" alınmasıyla görüntüde Ak Parti hükümeti "muzaffer" çıktı ise de, o tarihin alınması öyle bir şekilde mümkün olabildi ve mümkün olana dek, Ak Parti hükümetinin bir numarası ile iki numarası, "Türkiye yanlısı" bilinen AB ülkeleri liderleriyle öyle tartışmalar yaşadılar ki, aslında 17 Aralık'tan "yaralı" çıktılar. Karşılıklı olarak, birbirlerine "güven duygusu" zedelendi. Bunun neticesinde, 17 Aralık'tan sonraki ve içinde bulunduğumuz günlerdeki süreçte, Ak Parti "ruhen" AB perspektiflerinden uzaklaşıp, kendi çekirdeğinin "geleneksel zihniyeti"ne ve davranışlarına geri döndü. AB'de Türkiye aleyhtarlığının belirgin gücüne karşılık, "Türkiye yanlıları" ile de pürüzsüz yürümeyen ilişkiler, Ak Parti liderlerinde AB'nin tümüne yönelik bir "güvensizlik" oluşturmuşa ve bilinçaltlarından kaybolmamış "Hıristiyan Avrupa" anlayışını canlandırmışa benziyor. Kamuoyu yoklamalarında, Ak Parti'nin "rakipsiz" ve "güçlü yerel desteğe" sahip görünmesi de, Ak Parti liderlerini daha inatçı ve daha katı bir görüntüye itmişe benziyor. Yanılgı da tam bu noktada. Zira, Ak Parti, 3 Kasım 2002'de yüzde 34 oyla yüzde 65'lik bir parlamento çoğunluğu ile iktidar olduğu vakit, "demokratik meşruiyeti" sorgulanmamıştı. Sorgulanmamasının başlıca sebebi, AB doğrultusunda kararlı bir politika izleyerek, Türkiye'nin "AB'den yana" yüzde 65'lik çoğunluğu ile aynı dalga boyunu tutturmasıydı. Yani, Ak Parti'nin parlamentodaki temsil oranı, "temel politika"da, Türkiye'deki destek oranı ile örtüşüyordu. Bu da, Ak Parti'nin "siyasi merkez"e doğru yol alma ve onu yeniden oluşturma iddiasına olumlu bir zemin sağlıyordu. Şimdilerde kaybolmaya başlayan bu yüzde 30 dolayındaki "marj". Hükümetin 17 Aralık sonrası performansı üzerine, tedricen, kimisi Ak Parti'den uzaklaşıyor; kimisi nötralize oluyor, kimisi karşıt pozisyona kayıyor. Ak Parti'nin yüzde 34 oyu bile, partinin merkez kadrolarının kökenindeki yaklaşık yüzde 10'dan daha fazla. O bile, belli bir vadede "cepte" ya da "çantada keklik" sayılmaz. Yani? Ak Parti liderleri, "AB normları" ile uyuşmayan bir görüntüye büründükleri, "AB hedefi"ne ilişkin "enerji ve kararlılıkları"nı yitirdikleri izlenimini verdikleri ve hele hele "ezber"e, bir başka anlamda "milliyetçi-mukaddesatçı" söyleme geri döndükleri, Mehmet Altan'ın deyimiyle "Ankara ağzı" ile konuşmaya başladıkları ölçüde, çevrelerindeki "koruyucu destek haleleri" azalmaya yüz tutuyor ve tutacak. Bu "iç büzülme", dışarıda "güven ve destek erozyonu" ile kesiştiği noktada, "geri sayım işlemi" başlamış demektir. Toparlayabilirler mi? Evet. Umarız, toparlayabilsinler. Toparlayamayabilirler mi? O da -hadi "muhtemel" demeyelim ama- mümkün...

ani