BIST 9.627
DOLAR 35,20
EURO 36,68
ALTIN 2.956,08
HABER /  GÜNCEL

AK Parti hala bıçak sırtında..

CHP eski milletvekili, Dışişleri eski Bakanı Hikmet Çetin, Milliyet'ten Derya Sazak'a konuştu..

Abone ol

Siyasette yarım asırlık bir tecrübeye sahipsiniz, Türkiye'nin Irak savaşı sonrasında dünya politikasındaki yerini nasıl görüyorsunuz? AB'ye yönelen, buna karşılık içeride 'darbe' tartışması yapılan bir ülke... AKP bu ikilemi demokrasiyi kesintiye uğratmadan aşabilecek mi? Türkiye 3 Kasım seçimlerine siyasi istikrar arayışıyla gitti. 1950'den bu yana ilk defa Meclis'te üçte iki çoğunluğa sahip bir parti, AKP tek başına iktidar oldu, öteki tüm partiler tasfiye olurken CHP muhalefette tek kaldı. Seçimin sürpriz çıkışını Genç Parti yaptı. AKP işbaşı yapınca masada büyük sorunlar buldu. Kapıdaki Irak savaşı, AB, Kıbrıs, Ecevit hükümetinin sonunu getiren ekonomik sorunlar, işsizlik. AKP bunları ne ölçüde çözebilecek? Irak krizi boyunca gördük ki, siyasi iktidar henüz bu sorunların üstesinden gelebilecek deneyimde değil... Tereddütler devam ediyor ama AKP'ye yönelik eleştiriler iktidar performansından çok, kökleri siyasal İslam'a dayanan hareketin devlette kadrolaşma eğiliminden kaynaklanıyor. Genelkurmay Başkanı Özkök'ü açıklama yapmaya yönelten 'genç subaylar' tartışması ordudaki duyarlılığın dışa yansıtılmasına vesile oldu. AKP BIÇAK SIRTINDA AKP yeni bir parti olmasına karşın bu tür tartışmalar 28 Şubat benzeri bir sürece mi gireceğiz kuşkusuna yol açıyor? Bana göre AKP hâlâ bıçak sırtında. Toplumun önceliği işte başörtü çözülsün, çarşaf giyilsin, bunlar değil. İnsanlar işsiz, yoksul, umutsuz, geleceğe güvenleri yok, ekonomik sorunların çözümünü bekliyorlar. Hani yolsuzluk ve yoksullukla mücadele edilecekti. AKP bunlara yönelecek yerde ideolojik arka plandaki siyasi sorunları öne çıkarmaya başladı. Türbanlı protokol krizi, 23 Nisan daveti, bunlar ortamı geriyor. Zannediyorum Sayın Tayyip Erdoğan da önlemeye çalışıyor gerilimi, o biraz farkında durumun. Antalya kampında 'Milli Görüş ceketini üzerimizden çıkardık' sözleri partideki radikal akımlara bir uyarıydı. Evet, daha gerçekçi politika izlemeye çalışıyor fakat Türkiye'de bu bir sorun halen duruyor: Türban, başörtüsü... Silahlı Kuvvetler laik Cumhuriyet'in ilkeleri ve ülke bütünlüğü konusunda son derece duyarlılar. Bu sorunların çözümünü krize dönüşmeden siyasilerden, sivil yönetimden beklerler. Kabul etmemiz gerekir ki bu konuları yakından izliyorlar. Örneğin 28 Şubat dönemindeki bazı bilgilerin sivillerin tarafından gündeme getirilmesi gerekirdi. İmam hatipten mezun olanlar ne yapıyor, nereye gidiyor, sayıları nasıl her yıl katlanarak artıyor? Askerler gerekli bilgilere sahipler. Tehlikeli olacak aşamada hükümeti uyarıyorlar. ASKERİN DE TABANI VAR Siz 1960 öncesi gençlik hareketlerini yaşamış bir siyaset adamısınız, 27 Mayıs öncesi 'genç subaylar' olayını günümüzde çağrıştıracak boyutta gelişmeler söz konusu mu? 27 Mayıs çok farklıydı, Harbiyeliler yürümüştü. Devrimci Subaylar diye bildiriler dağıtılırdı. 1960 ihtilali sonrasında 22 Şubat, 21 Mayıs olayları yaşandı. Bu tür olaylar aslında kendini gösterir. Örneğin 12 Eylül öncesinde Ecevit hükümeti sırasında ben MGK toplantılarına katılıyordum. Orada bazı komutanların tavrının değiştiğini, sertleştiğini gözledim. Bizden sonra Demirel işbaşına gelince darbe oldu. Asker MGK'da tavrını belli eder. Ne mesaj almak istediğinize bağlı, olayların gidişine gözünüzü kapatmazsanız askerin ne yapmak istediğini anlayabilirsiniz. 12 Eylül'e doğru benim konuştuğum üst düzey bir komutan, ismini vermek istemiyorum: 'Bizim de tabanımız var... Üst kademelere baskı geliyor, bunları kontrol edemezsek Silahlı Kuvvetler bundan büyük yara alır... bölünür' demişti. Genelkurmay Başkanı Özkök bu defa 'Genç subaylar tedirgin' haberini kesin bir dille reddetti. Darbe söylentilerini lanetledi. Hilmi Özkök'ün tavrı çok açık, net ve demokrat. Hassas bir dönemde görevini başarıyla götürüyor. Silahlı Kuvvetler içinde görüş ayrılığı varmış izlenimi veren haberlere karşı gerekli tepkiyi gösterdi. Ancak ordunun bütününü rahatsız eden gelişmelerden de söz etti. Bu duyarlılığı siviller dikkate almalı. GERÇEK GÜNDEM BU DEĞİL Hükümetin çıkaracağı bazı sonuçlar olmalı. - Kesinlikle... Tekrar ediyorum, askerler bu konuların çözümünü siyasilerden beklerler. Siyasiler bu duyarlılığı göstermedikleri, gerekli dersi almadıkları zaman bu tepki giderek büyüyor. AKP'nin sorumluluğu büyük. Yapay sorunları bırakıp Türkiye'nin gerçek gündemine dönmesi gerekir. Asker, 'Bizim de tabanımız var' diyor, AKP'nin de seçimle oluşan bir tabanı var. Siyasi iktidar da türban sorununu çözmek istiyor. Bir de Cumhuriyet'in temel ilkeleri var, demokratik talepler Anayasa'daki kurallarla çelişmemeli. DARBE OLMAZ! Size elli yılın birikimiyle soruyorum, AB ile müzakerelere beş kala askerlerin duyduğu rejime dönük kaygılar seçimle gelmiş bir hükümeti güç kullanılarak, müdahaleyle değiştirmeye neden olabilir mi? Ben öyle bir şey olacağını sanmıyorum. Bunların çok geride kaldığına inanıyorum. Darbe olmaz! Hayır, hayır, olmaz. Ancak iktidarların da rejim tartışmalarına yol açabilecek uygulamalardan, politikalardan kaçınmaları gerek. Cumhuriyet'i koruma, kollama sadece askerlerin değil sivillerin de görevi olmalı. İktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla hepimizin görevi demokrasiyi yaşatmak. Sonunda asker gelir, kurtarır... Böyle bir kolaycılıktan kurtulmalıyız. Nasıl olsa birileri bunlara bekçilik edecek düşüncesinden kendimizi kurtarmamız lazım. Askeri darbelerin çözüm olmadığı görüldü. Ankara'da kurumlar arası güvensizlik Irak politikasını da etkiledi. Wolfowitz'e göre liderlik görevi hükümetten çok askerlere düşüyordu. Bence asker kendine düşeni birkaç kez yaptı. MGK'da tavsiye kararı alındı. Hem Silahlı Kuvvetler ülke yönetimine karışmasın deniyor hem de işler kötüye gidince sorumluluk askere yıkılıyor. Demokratikleşmeden söz ediyorsak, orduya liderlik misyonu yükleyemezsiniz. Sorumluluk siyasilerde. Tezkere hükümetten çıktıktan sonra Meclis'ten geçmeliydi. AKP Grubu tezkereyi görüşüyor, o aşamadan sonra Silahlı Kuvvetler devreye girseydi Meclis'e müdahale etmiş olacaktı. Asker niye karışıyor diye eleştirilecekti. Sayın Özkök dedi ki: 'Başbakandan tezkerenin geçmeyeceği gibi bir izlenim almış olsaydık gereğini yapardık.' BU İŞE GİRMEYECEKLERDİ Irak olayında bana göre Türkiye çok büyük yanlışlıklar yaptı. Ne tür yanlışlar? En büyük hata ya baştan bu işe girmeyecekti, yok eğer Irak'ta ABD'nin yanında yer alacaksa tek bir tezkereyle Meclis'e gelecekti. Sözler verildi, Tayyip Erdoğan Beyaz Saray'a kadar gitti, İskenderun'a gemiler yanaştı, sonra bu destek çekildi. Türkiyesiz bu savaşın olmayacağı gibi hayal bile edilemeyecek, çağdışı, dünyadan habersiz bir kanıya kapıldılar. AKP liderleri güven yitirdiler. İkinci tezkere reddedildiği zaman ana muhalefet partisi dahil, savaşa hayır dediler. Türkiye'ye 'savaşa gir' diyen yoktu ki, hangi savaşı nasıl önlediniz? Bana göre meşruiyet tartışması da yersizdi. Benim ülkemin ulusal çıkarı söz konusuysa Türkiye haftalarca oturup BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinin alacağı kararı mı bekleyecek? Biz geçmişte Kuzey Irak'a terör nedeniyle girdik. Kıbrıs'a çıkarma yaptık. 50 yıldır Amerika'nın müttefikiyiz. Irak'ta yaptığı belki doğru değil ama yapıyor. Türkiye'nin ulusal çıkarı belirli ölçüde ABD ile birlikte hareket etmekten geçiyordu. Türk - ABD ilişkileri büyük yara almıştır. Geleceğe dönük kuşkular uyanmıştır. Bir de şu var, dış politikada bazı kararların arkasına askeri güç koymazsanız etkili olmuyor. Bosna'da, Kosova'da bunu yaşadık. Apo'nun Suriye'den çıkarılmasını hatırlayın... Atilla Ateş, sınırda sıfır noktasında neredeyse savaş ilan etti. ABD İLE İLİŞKİLER BİTMEZ Öcalan'ın Türkiye'ye iadesinde ABD önemli rol oynadı. Terörle mücadele konusunda ABD Türkiye'ye kesin destek olmuştur. Öcalan'la ilgili desteği de herkes biliyor. ABD'nin rolünden öte direkt katkısı olmadan Nairobi'den Yunan elçiliğinden alınarak İmralı'ya getirilmesi mümkün değildi. ABD, destek vermenin ötesinde Apo'nun yakalanışında aktif olarak işin içindeydi. ABD ile ilişkiler yakın gelecekte onarılabilecek mi? İran ve Suriye'ye dönük niyetler konusunda hükümet Irak'takine benzer bir tutum içinde. ABD ile ilişkiler bitmez, ancak Clinton'ın 1999 Türkiye ziyaretinde bir Amerikan Cumhurbaşkanı'nca ilan edilen stratejik ortaklık son buldu denilebilir. Irak savaşı bu konseptin test edilmesiydi. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. İran ve Suriye politikasında da Türkiye güven vermelidir. Bir gün onu, bir gün ötekini idare edeyim olmaz. Denge politikası izleyecekse çok tutarlı götürmek zorundadır. Kürt politikası gözden geçirilmeli Kuzey Irak ve Kürt politikası savaş sonrası dönemden nasıl etkilenecek? Türkiye aktif rol alma gücünü kaybetmiştir. Kuzey Irak'ta artık seyircidir. Irak'ın bütününde de Türkiye yok. Bence Kürt politikasını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde Kuzey Irak'ta bağımsız Kürt devleti savaş nedeni sayılıyordu. Bu durum değişecek mi? Bağımsız devlet olmaz, ne bölge konjonktürü ne de dünya buna elverişli. Tabii insanların kafasından geçer ama şu anda ABD'nin gündeminde yok. Türkiye, İran ve Suriye de karşılar. Ancak şunu da kabul etmek lazım ki; ABD'nin Ortadoğu'daki yeni müttefiki doğudaki yeni müttefiki Talabani ve Barzani, çünkü Saddam'a karşı beraber savaştılar. ABD, kurulacak olan federal yapıda Kürtlere çok daha esnek olacaktır. Ankara ne yapmalı? Gerçekçi politika izlemeli, Kuzey Irak'taki durumla çatışmanın Türkiye'ye bir yararı yok. Yersiz kuşkulardan kendimizi kurtarmamız lâzım. Türkiye'nin demokratik, laik yapısı Irak'ın yeniden yapılandırılmasında en iyi modeldir. Kürtler için Türkiye cazibe merkezi olmalıdır. Bunu sağlayacak süreç de AB üyeliğidir. Irak savaşı ABD - Avrupa ilişkilerinde de kırılma yarattı. Brüksel sanki Türkiye'ye şimdi daha çok arka çıkıyor gibi... Bunda tezkerenin reddi rol oynadı mı? Biz ABD'ye kafa tuttuk o bakımdan artık Avrupa ülkelerinden destek gelecek beklentisi fazla iyimserlik olur. Üstelik AB konusunda bize destek veren ülkeler de Irak savaşında ABD ile birlikte olanlar. Türkiye'nin şanslı olması kendi ev ödevlerini yapmasına bağlı. CHP yönetimi topluma güven vermiyor CHP de son dönemde hayli eleştiriliyor. 1956 yılından bu yana parti üyesisiniz 3 Kasım'da parlamentoya girmediniz. Muhalefeti nasıl buluyorsunuz? CHP'nin sorunu muhalefeti sert yapmak yumuşak yapmak değil, güvensizlik. CHP yönetimi topluma güven vermiyor. Anadolu solu dendi, Edebali örnek gösterildi seçimden sonra, şimdi de merkeze yönelmekten söz ediliyor. Bu kadar çok şey söylenince kamuoyunda şu izlenim doğuyor: Bunların politikası yok. CHP'nin bir geleneği var. Partinin her defasında kendini yeniden tanımlamaya ihtiyacı yok. 1960'larda 'Ortanın solu Moskova yolu' denildiği sırada CHP sosyal demokrasiyi topluma benimseterek 1970'lerde iktidara gelmiş, yenileşmeye açık çağdaş bir partidir. Günümüzde ise tutucu bir parti görünümü vermektedir. 3 Kasım seçimlerine CHP çok büyük avantajla girdi. Meclis'in dışındaydık. Ekonomik krizin faturasını Ecevit hükümeti ödedi. Sol ilk kez sandıkta birleşti. AKP'ye karşı olanlar CHP'ye oy verdiler. Merkez sağdan da oy aldık. Buna rağmen yüzde 19.7 oy alındı. Tarihin en düşük oyudur. CHP yönetimi güven vermedi. Sandığa gitmedi insanlar. İnsanlar partiden çok Türkiye'de başındaki insana oy veriyor, AKP'de kime oy verdiler, Tayyip Erdoğan'a... Parti evvela programdır, kadrodur ve o kadroya olan güvendir. Belki de zaman zaman yarım iktidarlarda yaptığımız yanlışların ya da yapamadıklarımızın sonucu CHP umut olmaktan çıktı. CHP kitlelere güven veremezse barajı bir gün aşar, bir gün aşamaz. Böyle gidemez. CHP marjinal parti olamaz.