AK Parti-Cemaat kavgası kime yarar?
Son günlerde kulağımıza en üst perdeden çalınan kavga gösteriyor ki, her iki tarafta da böyle bir dost yokmuş!
"Sözden korkmayacak yürekli ve zeki insanlaradır
sözümüz. Çünkü ancak onlar, söz ne kadar acıysa, diyenin o kadar
dost olduğunu bilir..."
Kanuni Sultan Süleyman ile İbrahim arasındaki kadim dostluk,
Pargalı'nın dillere destan bu sözüyle başlamıştı. Kanuni ise,
"Sen bu acı sözlerinle hep yanımda olasın. Her yanlış
kararımda acı konuşasın ki, dostluğunla doğru yolu
göreyim" demişti.
Son günlerde kulağımıza en üst perdeden çalınan kavga gösteriyor
ki, her iki tarafta da böyle bir dost yokmuş!
Şayet Erdoğan'ın yanında böylesi acı söyleyen bir dost olsaydı,
hükümet dersanelerle ilgili aldığı karara, baldırından çekip
çıkardığı şişkin bir kene muamelesi yapmazdı.
Uzaklardan gelen kederli sesin sahibinin etrafında bir dost
olsaydı, "Biz ne darbeler atlattık.
Sabredin!" nasihati dinlenir, hükümete adabına uygun
bir zarafetle tepki gösterilirdi.
Yanınızda alnı yerlere değen ne kadar çok kişi olursa,
kararlarınızdaki doğruluk payında da o derece sapma olur.
Oluyor da...
Gizlemeye, saklamaya gerek yok artık.
Belli ki her iki taraf birbirinin üzerine ağır adımlarla yürüyor..
Attıkları her adımda bir tehdit var. "Demek ki kulağımıza
çalınan bu tartışma dün sabah başlamadı, yakın zamanda da bitecek
gibi görünmüyor." dedirtiyor halleri.
Olan, kavgayı çaresizce, acz içinde ve bezgin bakışlarla izleyen,
her iki tarafa da gönül vermişlere oluyor.
Peki kavganın haklı ve haksız olan tarafı kimler?
Önce hükümet kanadından başlayalım.
Yukarıda da söyledim.
Çoğu doğru olsa da, Başbakan Erdoğan hükümet olarak aldıkları
kararları, "İçi doldurulmamış tek cümle ile"
açıkladıktan hemen sonra, itiraz edilmesine fırsat tanımadan,
arkasını dönüp gidiyor.
İşte ne geliyorsa başımıza, bu tek cümlelik açıklamalardan ötürü
geliyor. Birileri bu sözleri, toplumu terörize etmek amacıyla çok,
hem de çok iyi kullanıyor..
"Alkol yasaklanıyor", "Kürtaj
yasaklanıyor", "Sezaryen yasaklanıyor",
"T.C. yasaklanıyor" vesveseleriyle toplumu
galeyana getirenlerin 1 Haziran'da Türkiye'yi ne hale getirdiğini
hepimiz çok iyi hatırlıyoruz.
Ama geride bıraktığımız bunca zaman gösteriyor ki,
"Yasaklanıyor" denilen hiçbir şey yasaklılar
listesinde değil.
Birileri kabul etmese de, "Erdoğan diktatördür"
diyenler olsa da, Erdoğan halka dayatmalarla gelen bir lider
profili çizmiyor. Kulağına gelen itirazlardan ve iletilen
rahatsızlıklardan dolayı kararları sürekli gözden geçirerek orta
yolu bulan bir lider tipi var.
İçi doldurulmamış sözlerden biri de "Dersaneler"
meselesi. Toplumun büyük çoğunluğu Milli Eğitim Bakanı'nın son
açıklamasına kadar dersanelerin kapatılacağını düşünüyordu. Oysa ki
yapılması planlanan şey, dersanelerin özel okullara
dönüştürülmesinden öteye geçmiyor. Bunun hazırlığının yapılması
için de "iki yıllık bir süre" öngörülüyor.
Peki cemaat kanadı bu konuda ne düşünüyor?
Dün STV'nin başındaki bir yetkilinin İnternethaber'deki
açıklamasını okudum. "Çözüm, bize 5 yıl süre verilmesi. Bir
masanın etrafında oturulup sağlıklı karar alabiliriz, henüz geç
değil" diyordu.
Fethullah Gülen Hocaefendi ise, bugüne kadar yaptığı hemen hemen
tüm açıklamalarda, "Bu işin sonunu ve çıkacak nihai kararı
bekleyin. Kapanma kararı çıksa bile unutmayın. Biz hep darbe yedik
ama her darbeyle daha da büyüdük, yayıldık. Sabredin, Namaz kılın
ve bol bol dua edin" diyor.
Ancak üzülerek görüyoruz ki, çevresindeki bazı kişiler bu önemli
mesaja, mesajlara rağmen, "Bizim artık kılıca ihtiyacımız
var, duaya değil" diyerek taarruz yolunu seçiyor.
Şunu üzülerek söylemeliyim.
Açıkça görülüyor ki, cemaatin içinde kendisine tahsis edilen makama
yakışmayan bazı isimler var. Gezi olaylarını dış medyaya
yorumlarken, "Bir halk diktatöre direniyor" diyen
Kahire temsilcisini gördü bu ülkenin insanı. Halkın malına
kasteden, devletin araçlarını yakan, polisiyle çatışan şehir
eşkiyalarına destek veren yazarlar gördü. Darbe şakşakçılarıyla
paralel şekilde yayınlar yapan gazete ve televizyonlar gördü.
Şimdi ise, "Hazreti Muhammed'in Kıblesi şaştı oğlum. Gezi
olayları haklıydı!" diyerek yeni bir ayaklanma için fitili
ateşleyen yazarlar var. "Bülent Arınç istifa etti ve tüm
görevlerinden çekildi" diyerek twit atma yoluyla yalan
yanlış yazan televizyoncular var.
Sonbaharda gördüğü bir "gül"e aldanıp baharın
geldiğini sananlar var. Eline fırsat geçse, cemaati bir kaşık suda
boğacak isimlere ve partilere göz kırpanlar var. "Dün falan
iktidara baş kaldıran, bugün-yarın bana da baş kaldırır"
hissiyle kendisini yok edeceğini düşenemeyen düşüncesizler var....
Dünyanın bütün ülkelerinde, "kendi iktidarıyla çatışan
radikal cemaat" damgası yiyeceğini ve bunun hizmet
hareketine tamiri imkansız zararlar vereceği hesap edemeyen basit
düşünceliler var.
Bu sakat kafaların, cemaat gibi yüce bir topluluğun içinde
kendisine yer bulduğunu gören gönül dostu insanlar,
hayalkırıklıklarını tarif edecek söz bulmakta zorlanıyor.
AK Parti içinde, "Cemaati küstürmeyelim" diyenler
olduğu kadar, cemaat içinde de, "Bu iktidar bu sözleri hiç
haketmiyor" diyerek fikri ayrılık gösteren kişiler var.
"Erdoğan, tüm dinlerle, tüm inanç kesimleriyle kurduğumuz
diyalog kadar diyaoğu haketmiyor mu?" diyenlerin sayısı
hiç de azımsanmayacak ölçüye ulaştı.
Evet Erdoğan'ın dili dil değil ama, Fethullah Gülen Hocaefendi
dışında konuşanlara bakılırsa, cemaatin bazı mensuplarının dili de
pek hoş değil.
Kanuni'ye "Sözden korkmayacak yürekli ve zeki insanlaradır
sözümüz. Çünkü ancak onlar, söz ne kadar acıysa, diyenin o kadar
dost olduğunu bilir..." diyen Pargalı'nın dostluğundaki
samimiyetle sormak istiyorum şimdi.
Alemlerin Rabbi olan Allah, Nisâ Suresi'nin 59'uncu ayetinde,
"Ey iman edenler! Allah'a itaat ediniz. Peygambere
ve sizden olan idarecilere de itaat ediniz. Sonra
bir şey hakkında çekiştiniz mi, hemen onu Allah'a ve Rasûlüne arz
ediniz; eğer Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorsanız..." diye buyuruyor.
Temelini inanç üzerine kuran bir cemaatin, yaşadığı tüm sıkıntılara
rağmen bu emre uyması daha doğru olmaz mı?
Arabulucuların konuştuğu, arabozucuların susturulduğu bir yöntem
cemaate daha çok yakışmaz mıydı?