Bu soruların yanıtları için her iki kesimden insanlara da psikolojik danışmanlık yapan psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar’ın kapısını çalan Al Jazeera Türk'ten İrfan Bozan çarpıcı bir habere de imza attı.

Psikiyatrist Sayar, aile içinde ciddi çatışma yaşayan insanlara rastladığını ve çatışma derinleşirse birçok aile ilişkisinin zedeleneceğini söyledi. İşte, Kemal Sayar’ın AKP – Cemaat çatışmasının toplumsal düzeydeki yankılarına ilişkin anlattıkları:

başliksiz-1.20140416154806.jpg

Türkiye’de AK Parti ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki çatışmanın toplumsal boyutuna dair gözlemleriniz neler? Bu çatışma aile bireyleri arasında da yaşanıyor mu?

"Aile fertleri arasında kimi zaman değişik anlayışlara mensup olmaları nedeniyle çok büyük bir kavga, çok büyük bir ayrışma olduğu görülebiliyor. Ben bizzat tanık oldum; bazı ailelerde abla, kardeş arasında sıkıntı çıkıyor; damat, kayınpeder arasında sıkıntı çıkıyor. Aile fertleri farklı odaklara gönül verdikleri ve ayrışma da çok derinleştiği için, birbiri ile görüşmez hale geliyor. Bu örneklere sık rastlıyoruz."

Size "Aile bireylerimle AK Parti – Fethullah Gülen tartışması yaşıyorum" diye gelenler var mı?

"Tabii, bana direkt bu tür gerekçeyle gelmiyor ama yan hikaye olarak bunu anlatıyor. Bir sıkıntı, bir zorlanma var ve altını bununla da dolduruyorlar."

Bu tür çatışma yaşayan ailelerin sayıca büyüklüğüne dair ne söyleyebilirsiniz?

"Dindar ailelerde bunun yaygın bir problem olduğunu söyleyebilirim. Tabii insanların dini yönelimleriyle alakalı bir durum bu. Eğer insanlar yoğun bir şekilde dini hayatın içindelerse ailelerde buna benzer hikayeler olabiliyor."

Yakında AKP – Cemaat kavgası gerekçeli boşanmalara tanıklık eder miyiz?

"Bu kahinliğe girer, bilemem.  Ama pek çok ailenin, gerilim böyle giderse yaralanacağını ve zedeleneceğini düşünebiliriz. Türkiye’de din insanların hayatlarına nüfuz etmiş durumda; dindar geniş kitleye mensup insanlar, medyada çok temsil edilmiyor. Onların öykülerini hayatın içinde daha çok işitiyorsunuz. Türkiye’yi medyadan izleyenler bu insanların varlığından haberdar olduklarında şaşkınlaşabiliyor. Dini duyarlılığı olan insanların İstanbul’da olsun Anadolu’da olsun kurdukları ve güçlü bir şekilde dünyanın her yerine yardım ulaştırdıkları yirminin üzerinde farklı hayır kuruluşu var. Bunlar Afrika’dan Filipinlere kadar çok değişik yerlere gidip geliyorlar. Mesela adam orta halli küçük bir esnaf, bana ‘Yedi defa Somali’ye gittim, yardım götürdüm’ diyor. Kelle koltukta hayır için çalışan insanlar var. Anadolu’da muazzam bir yardım faaliyeti var. "

Bu tartışmalar tam bu insanları bölüyor şimdi, öyle mi?

"Tabii bu tartışma dini hassasiyeti olan insanları yakaladı. Geniş dindar nüfus olan bitenden çok yaralandı. Bu kadar kuvvetli bir ayrışma, bu kadar sert bir savaş, hatta ahlâkın temel kaidelerinin sıklıkla askıya alındığı bir ‘gerilla savaşı’  beklenmiyordu. Pek çok insanın 17 Aralık’ı izleyen günlerde üzgün ve öfkeli olduğunu, olan biteni anlamaya çalıştığını izleyebiliyordunuz. Anadolu’da Cemaat'e yardım eden, Cemaat'in içinden olmamakla birlikte onların hayır faaliyetlerine dahil olan insanlarda şimdi büyük bir tereddüt var. Bir uzaklaşma, ayrışma ve hayal kırıklığı yaşandığını insanlardan dinliyorum."

Peki bu çatışmaların dili nasıl? Hangi argümanlarla karşı taraf eleştiriliyor?

"İki taraf da ‘Tanrı benim yanımda’ diyor. İşin özü burada. Bu savaş bir süre sonra, ‘Tanrı benim yanımda’ diyenlerin savaşı oluyor. AK Parti’yi savunanların argümanına baktığınız zaman devletin sırlarını ele geçiren ve bunu başkalarına servis eden bir çete argümanı ile karşılaşıyorsunuz. Öbür tarafın argümanına baktığınız zaman kirlenmiş, devlet içinde devletin imkanlarını kullanarak yolsuzlukla zenginleşmiş bir gruptan bahsediliyor. Bu ikisi birbiri ile kabil-i telif değil, asla uzlaşmayacak tutumlar."

"Bu kadar sert iki söylemin ikisi birden doğru olamaz. İnsanlar da politik kanaat ve vicdanlarına göre bu iki söylemden birisini sahiplendiler. Aradaki yarık o kadar büyüktü ki insanlar aile sohbetlerinde uzlaşamıyor, bir araya gelemiyorlardı. ‘Hangi asgari müşterekte buluşalım ve buradan devam edelim?’ diyemiyorlardı. Çünkü iki bakış açısı da diğerinin tamamen olumsuzlanması üzerine kuruluydu. Karşı tarafın tamamen olumsuzlandığı durumda ancak çatışma olur. Hükümet bunu kendisini yok etmeye mâtuf bir teşebbüs olarak algıladı ve bir ‘istiklâl mücadelesi’nden bahsetti. Varlık mücadelesinin olduğu yerde yakınlaşma olmaz."

İki tarafın da referansının dindarlık olması işleri daha da zorlaştırıyor galiba.

"Politika ile uğraşan herkes, buna Cemaat da dahil, Tanrı’nın kendi tarafında olduğunu düşünerek yola çıkar. Tarih iyi amaçlar için işlenmiş kabahatlerle doludur. ‘Kesin inançlı’ insanlar, 'Hakikat bende ve benimle savaşan hakikatle savaşır' der. Bir tür grup narsizmi. Ben seçilmiş fırkadanım düşüncesi. Bu çok doğal bir şey. Burada daha başka bir şey beklememek lazım. Haklılar, haksızlar; doğru olanlar, doğru olmayanlar; hak yolunda olanlar, batıl yolunda olanlar... Böyle bir kurgu üzerine inşa edilir siyaset."

"Burada tabii başka bir şey daha var. Siz kendi oluşumunuzun, yeryüzünde hakikati temsil eden son halka olduğunu kuvvetle hissederseniz seçilmişlik hissi devreye giriyor. Çok soylu bir savaş yaptığınızı ve çok soylu bir hedef adına savaştığınıza inanırsanız; size her türlü ezâ, cefâ, revâ görülse de yolunuzdan dönmeyeceğinizi bir şekilde deklare ediyorsunuz. Keza kendi topluluğunuzun toplumsal ruhaniyetinin diğer bütün topluluklardan daha farklı bir yerde olduğunu düşündüğünüzde, o zaman da davanıza da büyük bir sadakatle bağlanmış oluyorsunuz. Bu da çatışmaları çok derinleştiren bir şey. Bu tarz ‘biz ve onlar’ tarzı grup dinamiği bu süreçte en derin biçimiyle yaşandı ve insanlar ‘öteki’ni kendilerine bir tehdit olarak algıladılar. Sosyal medyada bunun çok uç ve saldırgan örnekleriyle karşılaştık."

Cemaatin motivasyonu bu söyledikleriniz mi?

"Cemaatin motivasyonunda çok şey olabilir. Ben onlar adına konuşamam. Fotoğrafta görüneni söylüyorum. Yanılıyor da olabilirim. Meselenin insani yönüyle ilgiliyim. Ailevi çatışmalar niçin ortaya çıkıyor dersek, hakikat bizden yana diyen ve bunu ruhani açıdan da kendilerince temellendiren insanlar var. Kimi danışanlarımdan, cami cemaati içinde bile kavgaların olduğunu işittim. Kendi halinde bir esnaf olan bir Cemaat mensubu, laf atma ve tacizlere dayanamadığı için namazdan hemen sonra camiden ayrıldığını anlatmıştı. Öte yanda geniş nüfusun, hükümete dönük faaliyetin dini bir hüviyeti olmadığı, işin içinde bir bit yeniği olduğu yönünde kuvvetli bir algısı oluştu ve bu algı seçim sonuçlarını şekillendirdi."

Diğer taraf, yani AKP tarafı nasıl bir hâlet-i ruhiye içerisinde?

"Başbakan'a ve AK Parti'ye gönül veren insanlarda da  incinmişlik var. Bunca yıl beraber hareket edilen insanlardan bir ihanete uğrama hissi var. Onları kendi rüyasına ve saflığına bir tehdit olarak algılama durumu var. AKP tarafı diyor ki, ‘Türkiye rüyasını kurmaktaydık, barışı getiriyorduk, bizim saflığımızı dışarıdan içeri yerleştirilen tamamen dış güçlere hizmet eden çevreler kirletti, rüyamızın akim kalmasına neden oldular, bize çelme takmaya yeltendiler, darbe yapmaya yeltendiler’. Bu düşünceler, karşı tarafın tümden ihanetle suçlanması gibi bir toptancı bakışı getirebilir. Dolayısıyla da nasıl toplumsal sahada büyük ayrışma varsa ailelerin içinde de ayrışma olabiliyor. Mesela her iki taraf da ihanete, haksızlığa uğradığını düşünüyor. Her iki taraf da bir mağduriyet hissi içinde ve karşı tarafa öfke duyuyor."

Hekim olarak size aile içinde böyle çatışma yaşadığını söyleyenlere ne diyorsunuz?

"Karı-koca arasında da hikayeler var, ailenin değişik fertleri arasında da. Bana danışanlara ‘Siyasi mücadeleler gelir geçer, bugünün düşmanları yarın dost olurlar, siz kendi akrabalık bağlarınıza zarar vermeyin’ diyorum. İnsanın kendisi olduğu için sevildiği yerdir aile. Aile, sadece oğul olduğum için, sadece kardeş olduğum için sevildiğim yerdir. Eğer ideolojik kimliklerimiz ile aile içinde kavga yaratırsak o zaman dünyada sığınacak hiçbir yer kalmıyor. Bizi çağın belalarından, üzüntülerinden koruyacak hiçbir şey kalmamış oluyor."

"Dolayısıyla bu çatışma noktalarını gündeme getirmemelerini, asgari müştereklerde buluşmalarını, ideolojik kimlikler üzerinden birbirleriyle ilişki kurmamalarını, yine sevgi dolu bir şekilde aile fertleriyle görüşmelerini öneriyorum. Çünkü bu tartışmalarda söylemler çok yaralayıcı, örseleyici olabiliyor. Maalesef biz siyasetin üslubunu çok sert bir şekilde bireysel hayatlarımıza taşımaya başladık. Benzer bir süreç Ergenekon döneminde de olmuştu, Gezi eylemleri döneminde de olmuştu. Arkadaşların birbirleriyle ayrışmalarına yol açmıştı. Ben burada Türkiye insanı ile ilgili de bir patoloji görüyorum. Herkes bu keskinleşme ve kutuplaşma döneminde keskin inançlı kişiye dönüşüyor. Ve Tanrı'nın da, hakikatin de sadece kendi yanında olduğunu düşünüyor, gölgeli hakikate veya puslu mantığa itibar etmiyor."