Radikal'den Ezgi Başaran'a konuşan yazar Ahmet Ümit "neredeyse her gün Sayın Başbakanımızı televizyonda görüyoruz, azarımızı işitiyoruz" dedi...
Abone olYazar Ahmet Ümit, "Neredeyse her gün Sayın Başbakanımızı televizyonda görüyoruz, azarımızı işitiyoruz. Gelişmiş ülkelerde sokaklarda polisi, televizyonda başbakanı bu kadar sık göremezsiniz. Devlet görünmezdir. Şahsen ben Başbakanımı özlemek istiyorum, bu kadar yoğun ilişki muhabbeti azaltıyor" dedi.
Radikal gazetesinden Ezgi Başaran'ın köşesine taşıdğı söyleşide Ümit, Suriye'ye müdahaleyi gerekliliğini kimyasal silah kullanımı ile meşrulaştırma girişimlerin ilişkin, "Elbette cezalandırılsın ama belli kurallar çerçevesinde. Siyaset var, diplomasi var. Birleşmiş Milletler var. yarın Türkiye’de de otoriter bir rejim var, Kürtlere zulüm ediyorsunuz, zaten zamanında Ermenileri de katlettiniz, müdahale şart” derlerse ne yapacaksınız?" dedi.
Ahmet Ümit'in Ezgi Başaran'a verdiği söyleşinin bir kısmı şöyle:
Halkına karşı kimyasal silah kullanan birinin cezalandırılması gerek, o nedenle ABD müdahalesi meşrudur argümanına ne diyorsunuz?
Elbette cezalandırılsın ama belli kurallar çerçevesinde. Siyaset var, diplomasi var. Birleşmiş Milletler var. ABD’yi tüm bunların üstünde konumlamak, yarın öbür gün ona “Türkiye’de de otoriter bir rejim var, Kürtlere zulüm ediyorsunuz, zaten zamanında Ermenileri de katlettiniz, müdahale şart” derlerse ne yapacaksınız? Bunları anlatmak ve konuşmak da çok zor bir hale geldi Türkiye’de. Korkunç bir kutuplaşma var.
Başbakan, hakkındaki belgeselin yayınında “Yıllardır anlatamadım, biz kimin yaşam tarzına karışmışız, herkes istediğini yiyor, istediğini giyiyor” dedi...
Benim haftada bir rakı içebiliyor olmam özgürlüğümün delili midir yani? Yaşam tarzından anlaşılması gereken nedir, size anlatayım. Lütfen Beyoğlu’nun geldiği noktaya bakın. Tarlabaşı’na, Topçu Kışlası’na yapılmak istenene... Her yer AVM, her karış dağıtılacak bir rant artık. Biz de ya buna uyacağız ya uyacağız çünkü başka bir alan bırakmıyorsunuz devlet olarak. Bana rantsal bir yaşam tarzı dayatıyorsunuz, nerem özgür?! Dahası da var. Benim torunum üç gün önce ilkokula başladı. Halbuki 21 Aralık 2007 doğumlu küçücük bir çocuk. Yazık. Geçen sene yaşanan trajedileri gördük, altlarına kaçırdı birçoğu. Benim torunuma kadar karışılıyor, daha ne olsun! İçki meselesinde de... İçki içilebiliyor ama en üst merci ve perdeden aşağılanmayı göze alanlar için. Neredeyse her gün Sayın Başbakanımızı televizyonda görüyoruz, azarımızı işitiyoruz. Gelişmiş ülkelerde sokaklarda polisi, televizyonda başbakanı bu kadar sık göremezsiniz. Devlet görünmezdir. Şahsen ben Başbakanımı özlemek istiyorum, bu kadar yoğun ilişki muhabbeti azaltıyor! Göstermelik olarak yürütmenin ve yargının bağımsız olması, basının sözde özgür olması, rakı içebiliyor olmamız demokratik bir ülkede yaşadığımızın, yaşam tarzımıza müdahale edilmediğinin kanıtı değildir. Buradan ileri demokrasiye de geçilmez.
Sizin söylediğiniz kul kültürü halkın demokrasi taleplerini de asgariye indirmiyor mu?
Evet ve bu kültür içimize işlemiş. Bizim edebiyatımızda, Batı edebiyatının aksine baba katli yoktur biliyor musunuz... Baba bizi dövse de, -ki döver-, doğrusuna yanlışına boyun eğdiğimiz biridir. Örneğin Halikarnas Balıkçısı babasını öldürmüştür ama romanını yazmamıştır. Metaforik olarak babayı öldürmek çok önemli bir olgudur çünkü baba aynı zamanda ‘Tanrı’dan yetki almış devlet’i sembolize eder. Bu anlamda edebiyatta ‘babayı öldürmek’ kulluk kültüründen uzaklaşmamızın başlangıcıdır. Gezi’de yapılan ve Başbakan’ın kendisine karşı düzenlenmiş komplo sandığı şuydu: Babaya ilk kez karşı geliniyordu. Gerçekten Türkiye’yi kazanmak istiyorlarsa, tüm siyasi partilerin bunu okumasını tavsiye ederim. Çünkü bir toplumun ruhuna sinmiş bir kültürden sıyırma çabasıydı olan. Toplum ilk kez babaya ve kul kültürüne karşı gelmeyi denedi, yine deneyecek. Bugün bu bir eğilimdir, yakın zamanda olguya dönüşecektir.
Ne demek olguya dönüşmek? Gezi ruhundan bir siyasi parti mi doğacak?
Hayır, işte böyle sananlar da, Gezi’yi bir devrim provası olarak görenler de meseleyi yanlış okudu. Ne devrimi yahu! Ortada derin bir ekonomik kriz, halkın rejimden memnun olmaması yahut ülkenin yönetilemez hale gelmesi gibi bir durum yok Türkiye’de. Haziranda yaşadığımız toplumsal hareketlilik böyle bir yerden doğmadı. Neydi? Gerçek yeni Türkiye’nin ilk adımı. Daha önce Kemalist baskı, ‘Başörtülüler giremez’ diyordu. Şimdi o gitti, başka tür bir baskı geldi: Benden olmayanlar ayağını denk alın baskısı. Eski hataların intikamının alındığı bir vesayet döngüsü. Yeni Türkiye ikisine de hayır diyebilen insanların Türkiye’sidir. Olguya dönüşmek budur.