BIST 9.420
DOLAR 34,42
EURO 36,30
ALTIN 2.839,72
HABER /  GÜNCEL

Ahmet Hakan, Sabah'a neden gitti?

Ekranların sevilen anchorman'i Ahmet Hakan Coşkun, Sabah'a neden yazdığını anlattı.

Abone ol

İşte Zafer Özcan'ın Ahmet Hakan Coşkun'la yaptığı röportajın tam metni: Kanal 7'nin ana haber bültenindeki performansı ve İskele Sancak programındaki yaklaşımı ile tanınan Ahmet Hakan Coşkun, şimdilerde köşe yazarlığına başladı. Coşkun yeni adresindeki yazarlık serüveni için, "Çoğulcu bir yapı istediklerini söylediler. Kabul ettim" diyor. Kanal 7'nin ünlü anchorman'i Ahmet Hakan Coşkun, Sabah gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Ekrandaki farklı sunumu ve başarılı performansı ile kendine televizyon dünyasında etkili bir yer bulan Ahmet Hakan, artık başkalarının fikirlerini yönetmekle yetinmeyip, kendi fikirlerini de okuyucusuyla paylaşacak. Sekiz yıldır gerek Haber Saati ve gerekse İskele Sancak'ta her fikir ve düşünceyi ekrana taşıyan Ahmet Hakan, "Ben Türkiye'nin bütün renkleri ile barışık bir pozisyondayım." diyor. Kanal 7’de son 8 yıldır Haber Saati’ni sunuyorsunuz. Geriye baktığınızda ortaya çıkan birikimi nasıl tanımlayabilirsiniz? 8 yıl sonra geriye baktığımızda bence açık bir başarı var. Hem kişisel olarak hem de kurumsal. Kanal 7 her türlü dezavantajlara rağmen, onlardan sıyrılmasını bildi ve kendine Türkiye’de vazgeçilmez bir yer buldu. Kanal 7’yi bu hale getiren bizler de o vazgeçilmezlerin içine girdik. Kendimizi kanıtladık. Bu zamana kadar, özellikle başlangıçta dışlanan kesimler içindeyken şimdi merkezî medyanın içinde yer almaya başladık. ‘Merkezî medyanın içinde yer almak’ ifadesi farklı çağrışımları da getiriyor. Bu bir çizgi değişimine mi işaret ediyor? Çizgi değişimi anlamında söylemiyorum. Türkiye’deki medyada iki yapı vardı. Bu iki yapı da marjinalleşme eğilimindeydi. Bence merkezileşme her iki taraf için de söz konusu. Türkiye’de herkes merkeze doğru yaklaşmaya başladı. Bu ülkenin gerçeklerini kabul etmeye başladı. Uçlarda törpülenme oldu. Yoksa bundan 8 yıl önceki şartlara bakıldığında hiçbir yayın organı o gün için merkezde değildi. Şimdi yavaş yavaş merkeze yaklaşılıyor. Merkezi, Türkiye gerçeklerine vâkıf, farklı yaşam tarzlarına saygılı ve herkesi kucaklayan bir yayıncılık çizgisi anlamında kullanıyorum. Haber Saati ile birlikte uzun süredir devam ettirdiğiniz tartışma programı İskele Sancak’ta, sol camiaya mensup insanlara daha fazla yer verdiğiniz ve söz hakkı tanıdığınız yönünde eleştiriler var. Muhafazakar yapıdan gelen bir televizyoncu olarak böyle bir tercih kullanma ihtiyacı hissettiniz mi? Bu çok saçma bir eleştiri. Hiçbir gerçekliği yok. Biz tartışma programı yaparken, tartışmanın kişilerini belirlerken o kişilerin hangi dünya görüşüne mensup olup olmadığına bakmıyoruz. O tartışmanın tarafları olup olmadığına bakıyoruz. O tartışmanın doğru dürüst yapılabilir olmasını sağlayacak kişiler olmasına bakıyoruz. Sağcı, solcu, İslamcı bunlar ölçü değil. Bazı programlara katılanların hepsi İslamcı, bazılarına katılanların hepsi solcu olabiliyor. Bu tartışmanın getirdiği bir zorunluluk oluyor. Sadece İslami kesimden konuklarımızı ağırladığımız programlar da yaptık. Önemli olan tartışmanın konusudur. Muhafazakâr camiadan insanların söz söylemede, kendilerini ifade etmede yetersiz kaldıklarına dair bir eleştirinizi okumuştum. Biraz da bu düşünceden kaynaklanıyor olabilir mi eleştiriler? Yani istenileni veremeyince zorlamak anlamında. Ben tam öyle dememiştim. Ben programın, tartışmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesinden sorumluyum. Konunun rayından sapmamasını sağlamaya çalışıyorum ve seyircinin kafasında oluşacak soru işaretlerini program sırasında gidermeye, fazlalıkları budamaya çalışıyorum. Canlı yayında bunu sağlamak, bunu yaparken de hem nezaket kurallarına uymak, hem de seyircinin daha iyi algılamasını sağlamak çok zor bir iştir. Zaman zaman hatalar yapılabilir; ama bu tartışmaya katılan kişilerin kimliği ile ilgili değil. Eğer bir solcu sorduğum soruya cevap aramak yerine konuyu değişik mecralara çektiyse ve sözü uzatıyorsa onun da sözünü keseriz. Benim için önemli olan tartışmanın sağlıklı yapılması. Evet muhafazakar kesimlere mensup kişiler arasında sözü daha dolambaçlı söyleyenler olduğu gibi kendini çok net ifade edenler de var. Homojen bir yapıdan bahsedemeyiz. Televizyonculuk anlamında idol olduğunuzu söyleyebilir miyiz, sizi takip eden gençler tarafından!.. Ben böyle bir misyonu kendime biçmiyorum. Böyle bir misyona sahibim de diyemem. Belli bir kesimin anchormaniyim diye bir olay benim açımdan yok. Ben olaya, Türkiye şartlarında evrensel habercilik kurallarına uymaya çalışarak habercilik yapan bir insan olarak bakıyorum. Bana dindarların bakış açısı da sadece işimi iyi yapmak noktasında olmalı. Dindar bir insanın özelliği işini iyi yapmak olmalı. Dindar bir gazeteci de doğru dürüst işini yapan bir kişi olmalı. Bunun dışındaki tüm bakış açıları bana göre yanlış. Hem de gazeteciliğin doğasına aykırı. Gazeteci propagandist değildir, belirli kesimin sözcülüğünü üstlenemez. Kanal 7 başlangıçtan bu yana muhalif bir yayın anlayışına sahip. Merkezi medyanın içinde yer alamayan insanları ekrana taşıyan ve iktidarlar ile ilgili muhalif yayın yapan bir çizgisi vardı. Türkiye’de yeni bir iktidar var. Kanal 7 artık iktidara yakın bir televizyon kanalı mı oldu? Asla, biz iktidara yakın bir kanal olmadık ve olmayız. Biz bundan önce ne yapıyorsak aynı çizgiyi sürdüreceğiz. Bu çizginin en önemli parametresi, evrensel yayın ilkeleri neyi gerektiriyorsa onu yapmaktır. Özel duyarlılık alanımız insan hakları ve demokrasidir. Eğer insan hakları ihlali yapılıyor ise, bir polis sokakta genci dövüyorsa ve Kanal 7 kamerası bunu tespit ettiyse; İçişleri Bakanı AKP’li diye bunu ortaya çıkarıp yayınlamaktan ve kınamaktan asla ve asla çekinmeyiz. Seçimden hemen sonra, AKP iktidarı belli olduktan sonra, YÖK protestosunda bir gencin dövülerek depoya sokulmasını biz görüntüledik, olayın takipçisi olduk ve görüntüleri bütün televizyonlara verdik. Bundan sonra da o çizgimizde bir değişme olmayacak. Belki bu parti hakkında bundan önce habercilik sınırlarını zorlayarak aleyhte yayın yapan kanalların bugünkü durumu kimin değiştiğini daha iyi açıklıyor. Türkiye’de her dönem mevcut iktidarlara yakın gazeteciler ve basın kurumları oldu. Sizin için de şimdi iktidardan haber almak daha kolay değil mi? Biz, 3,5 yıllık iktidarında Başbakan Bülent Ecevit’ten defalarca talep etmemize rağmen bir kez olsun özel bir demeç almış değiliz. Tek bir örnek bile yok. Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz da buna dahil. Biz bu çok dışlayıcı tavra rağmen haber çizgimizi değiştirmedik. Bu ülkenin başbakanı, belirli kesimlerin değil herkesin başbakanı olmalı. Şimdi AK Parti iktidarı sadece Kanal 7 veya belirli başka yerlere görüş verip, diğerlerini dışlarsa ben buna da karşı çıkarım. Bu ülkenin başbakanı bütün medyaya eşit mesafede olmalıdır. Şimdiki iktidar da bize öncelik tanırsa buna da karşı çıkarız. Süslü laflara gerek yok bir önceki yapılan ayıptır, o ayıp tekrarlanmamalı. Bence Türkiye’de bir normalleşme süreci var. Artık eskiden olduğu gibi akredite ve zabıt katibi gazeteciler olmasın. Bu, medyadaki haksız rekabeti de önler. Yeni hükümetin yapacağı atamalarda isminiz geçiyor. Hiç öyle bir düşüncem olmadı. Ben hiçbir şey talep etmedim, gitme arzum da yok. Bana gelen bir talep de yok. Yani bu haberin hiçbir unsuru oluşmuş durumda değil. Sabah Gazetesi’nde yazarlığa başladınız. Nasıl gündeme geldi? Teklif onlardan geldi. Sabah’ın Yayın Yönetmeni Ergun Babahan beni aradı konuştuk. Yazı yazmamı istedi ve kabul ettim. Beni neden istediklerini sormadım. Bana denilen, ‘Biz gazetemizde çeşitli fikirlerin yer almasını istiyoruz, çoğulcu bir yapı istiyoruz.’ oldu. Bu teklifin AK Parti iktidarı sonrası olması bazı soruları da beraberinde getiriyor. Benim öyle bir endişem oldu. Kendilerine bunu hatırlattığımda, bir sene sonra da aynı teklifi yapsalar veya üç ay önce yapsalardı da aynı eleştirilerin geleceğini söylediler. Bunu fazla dikkate almamamı istediler. Peki her gün ekranlardan insanlara seslenen ve şimdi de yazarlığa başlayan Ahmet Hakan ne okuyor? Nasıl bir birikimden geliyorsunuz? Ben iyi gazetecilerin çok birikimli, entelektüel kapasiteleri yüksek insanlar olduklarına inanmıyorum. Hele televizyonculuk açısından her konuda fikri olmanın, derinlik sahibi olmanın zaman zaman ters sonuçlar vereceği kanaatindeyim. Bir haberci meseleye hakim olacak; ama fazla da ön kabulleri, dünya görüşleri olmamalı, yoksa yaptığı işi yapamaz hale gelir. Bir orkestra şefi olmaktan çıkıp bir kanaat önderi olabilir, bu da çok sakıncalı. Ben daha çok meselelerin anlaşılmasına katkı sağlamaya çalışan ve kendi pozisyonunu ortaya koymayan bir kişiyim ve öyle olması gerektiğini düşünüyorum. Birikimimi şu anda daha çok anı kitapları, yeni romanlar ve dergiler okuyarak sağlıyorum. Kaynak: Zaman Gazetesi Röportaj: Zafer Özcan