BIST 9.673
DOLAR 35,18
EURO 36,63
ALTIN 2.957,62
HABER /  GÜNCEL

Ahmet Hakan değişti mi?

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, son günlerde en çok bu soruyla karşılaşıyor. Tercüman muhabiri İrem Barutçu, merak eden herkese tercüman oldu ve Hakan'la konuştu.

Abone ol

GAZETECİ Ahmet Hakan Coşkun, yabancısı olduğu bir kültüre montajlandığı iddiasına cevap verdi. "Küçüklüğümden beri, İslami camianın içinde olmama rağmen, dış dünyaya açık bir hayat yaşadım. İçinde olmayanlar zannediyor ki, İslami Camia tek kutuplu, dar bir dünyası olan insanlardan oluşuyor. Halbuki orada da değişik insanlar, değişik yaklaşımlar var" dedi. "Ne diye kadınlar konusunda konuşayım!.. Aşk konusunda konuşayım!.. 'İçki içer misin?' gibi sorulara cevap vereyim!.. Ne diye özel hayatımı anlatayım!.. Ne oluyoruz? Ben kimim? Nereden geliyor ve nereye gidiyorum?.." Tartmadan, kelimelerin dudaklarından dökülmesine izin vermiyor... Kamuoyu önünde, dikkatli bir dil kullanmaya özen gösterdiğini de hiç gizlemiyor. Ancak sıra yazmaya gelince, kimi zaman "Şeytan dürtüyor" ve "Alem enseste mi kesti" diyebiliyor. İşte kızılca kıyamet, ya da gazeteci terminolojisiyle "polemik" o zaman kopuyor... Son dönemin, polemiklere en çok hedef olan kalemlerinden Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan Coşkun, "neden bu kadar çok eleştirildiğinden" tutun da "değişip değişmediğine" dek merak edilen pek çok soruya cevap veriyor.

Röportaj: İrem BARUTÇU
Kaynak:
www.tercumangazete.com

Hürriyet gazetesindeki köşenizde yazmaya başladığınız günden itibaren, pek çok sert eleştiriye hedef oldunuz. "Ben bu filmi beğenmedim..." diyerek, okuyucularınıza da görmemelerini tavsiye ettiğiniz için "ABD'den para almakla", hatta "Türk olmamakla" bile itham edildiniz. Bu kadar tepki toplamanızı doğal buluyor musunuz?

Bana, bu eleştirilerin iki nedeni var gibi geliyor... Birincisi, biraz kolay bir hedef gibi algılandığımı düşünüyorum. Eleştirdiğinizde, başınıza her hangi bir bela gelmeyecek insanlar vardır. İlk etapta, onlardan biri gibi algılandım galiba... İkinci neden ise, bizde, insanlar, alışık olunmayan bir eleştiri tarzı getirildiğinde şaşırıyorlar ve hemen kendilerini koruma çabasına giriyorlar.

Bu "kendini koruma" çabası, söz konusu siz olduğunuzda biraz abartılı değil mi? Bir ürünü beğenmeme ve ifade etme hakkınız yok mu?

Tartışmazsız öyle... Çünkü Batı'da yapılan bu tür kritiklere baktığımızda, orada çok daha ağır şeyler yazılır, çizilir. Bizde ise, bir avuç insandan bahsediyoruz. Ortada belli bir camia var ve bu camia birbiriyle, eş dost, ahbap... Akşamları, benzer mekânlarda bulunuyorlar... Karşılaşma ihtimalleri fazla... Birbirleriyle dostluklar kurup, birbirlerini ağırlıyorlar... Bu, camia içi bir olgu olduğu için, bunun dışına çıkamıyorlar. Yoksa, "Bir filme gitmeyin" demenin, "Gidin" demek kadar meşru olduğunu onlar da biliyorlar.

İşte Yalçın Küçük'ün bahsettiği şebeke böyle bir şey olsa gerek... Acaba "şebeke" sizi kabullenmiyor da, en küçük eleştirinizde dahi ayağa kalkıyor olabilir mi?

Olaya, Yalçın Küçük'ün yaklaştığı gibi komplocu bir şekilde yaklaşmak istemem. Burada bir komplo söz konusu değil. Ortada, hepimizin kolaylıkla anlayabileceği bir dostluk çemberi var.

İnsanın aklına, "Yoksa, Ahmet Hakan bu insanların reaksiyon vereceğini biliyor ve ilgi çekmek için mi bu tür yazılar yazıyor" sorusu da gelmiyor değil...

Benim en nefret ettiğim şeylerden biridir bu!.. Üstelik işi de şu noktaya getirmemek lazım: Birisi, bir şey söylediğinde, hemen, "Bak!.. Dikkat çekmek istiyor" diye eleştirinin önünü kesme çabası da var bizde... Dikkat çekmek istesek, yapabileceğimiz türlü hokkabazlıklar ve numaralar mevcut. Bunların örnekleri de fevkalade fazla... Biz, o örneklere tevessül etmiyoruz. Adam gibi bir şey söylüyoruz, ona tepki geliyor. Benim aklımın ucundan, Mehmet Ali Erbil'e, "Bana vatan haini de!" demek geçmez! O yazı da, zaten böyle şeyleri hak etmiyordu ki! Öyle bir yazı yazarsınız ki, bunun sonucu olarak birileri "Vatan haini" der, ya da "Al beş milyonunu sus!" der... Son derece normal bir şey söylüyorsunuz. Bu ülkede, herkes nasıl ki, "Şu filmi seyrettim, harika, herkes gitsin" diyorsa, siz de, "Gittim, seyrettim, beğenmedim" diyorsunuz...

İSLAMİ CAMİA TEK KUTUPLU DEĞİL

Sizin, yabancı olduğunuz bir kültüre montaj olduğunuz tespitinde bulunanlar da oldu. Hatta, "Orada Türk diye dışlanıyor... Burada Almancı diye öteleniyor..."denildi... Siz ne diyorsunuz?

Bu yazıyı görmedim... Türkiye'de köşeli ve ne olduğu belli çeşitli yaşam tarzları var ve bunlar arasında maalesef geçişgenlikler yok. Zaman zaman bu tür geçişgenlikler olmuş ama bunlar, hep yadırganmış. Öteden beri, bizdeki alışkanlıklar, gelenek böyledir. Eğer biri çıkar da, değişik yaşam tarzlarını bünyesinde barındırdığını söylerse, bu yadırganır.

Siz de yadırganıyor musunuz?

Ben, aslında, öteden beri hangi yaşam tarzına sahipsem, o yaşam tarzını sürdürüyorum. Küçüklüğümden beri, İslami camianın içinde olmama rağmen, dış dünyaya açık bir hayat yaşadım. Kendimi sınırlamadım. Tek bir dünyanın içinde, hiçbir zaman hissetmedim. Hep, dışarı ile temas halinde oldum. Benim gibi olup da, İslami camianın içinde olan birçok kişi var aslında... Fakat, İslami camianın içinde olmayanlar zannediyorlar ki, "İslami camia" denilen camia tek kutuplu, dar bir dünyası olan insanlardan oluşuyor. Orayı, yekpare bir alan olarak görüyorlar... Orayı homojen olarak görüyorlar... Halbuki orada da heterojenlik var, değişkenlik var. Değişik insanlar, değişik yaklaşımlar var...

"İslami camianın içinde büyüdüm"dediniz... Dindar bir aileden mi geliyorsunuz?

Evet... Ailem dindar....

Peki sizin aileniz nasıl bir yaşam tarzını benimsemişti?

Bir gazeteci olarak bu tür sorularla muhatap olmaktan aslında fevkalade rahatsızlık duyduğumu söylemek istiyorum. Sonuçta ben bir gazeteciyim... Fikirlerimle, düşüncelerimle, görüşlerimle, yaptığım haberlerle gündeme gelmek isterim!..

Ailenizi, alışkanlıklarınızı, yaşam tarzınızı niçin paylaşmıyorsunuz?Kapalı bir insan mısınız?

H
ayır. Ben, sinema artisti değilim. Sahne sanatçısı da değilim. Benim, kamuya açık bir yüzüm yok. Ben, gazetecilik yapıyorum. Normal hayatımda, açık bir insanım... Dostlarımla gayet açık konuşurum, espriler yaparım, hayatımı anlatır, dertlerimi paylaşırım. Ama bunu, niye kamu ile yapayım? Kamuya niçin açıklayayım? Bunu, pek çok gazeteci yapıyor ve ben bunu yanlış buluyor, yadırgıyorum. "Gazeteci, görevini, haberini iletmek ya da yorumlarını aktarmakla sınırlamalıdır" diye düşünürken, birden bire, "Kadınlar hakkında şunu düşünürüm..." ya da "Aşk benim için çok önemlidir" gibi laflar ederken yakalanmak istemem. Yoksa, bir yüzümü topluma açmak istememek gibi ulvi amaçlarım yok. Konuşmuyorum ben böyle konularda... Niye kadınlar hakkında konuşayım!.. Aşk konusunda konuşayım!.. "İçki içer misin?" sorusuna cevap vereyim!.. Ne diye özel hayatımı anlatayım!.. Ne oluyoruz? Ben kimim? Nereden geliyor ve nereye gidiyorum? Anlatabiliyor muyum?..

"SEN ÖZENTİ BİRİSİN" DİYEN OLMADI...

İslami cenaha yakın olduğu düşünülen yayın organlarından sonra önce Sabah, ardından Hürriyet gazetelerinde yazmanız epeyce polemik konusu oldu. Açıkça soracağım: Değiştiniz mi?

Herkes değişir... Ama bende olağanüstü bir değişim, ya da hayatımda bir kırılma noktası olmadı. Birden bire, "Vay, bu dincilik çok kötü bir şey. Bundan vazgeçeyim" demedim yani... Bu, zaten birdenbire olmaz. İnsanlar, gençlik yıllarında daha serttirler, daha ideolojik bakarlar, daha maceracıdırlar. Sonra olgunlaştıkça, dünyaya daha yumuşak bakmaya başlarlar. Daha affedici, daha bağışlayıcı olurlar. Kişilik yapıları değişir, oturur... Böyle bir değişiklik... Herkeste var olan değişiklik, bende de olmuştur. İnsanlar, on beş sene önce savundukları fikirleri, on beş sene sonra terk edebilirler... Şunu söylemeye çalışıyorum: Birden bire büyük bir değişiklik olmadı. Sabah kalkıp, kendimi bir gecede değişmiş bulmadım. Ancak normal seyrinde giden bir değişiklikten söz edebilirim.

"Yadırganacak bir şey yok" diyorsunuz, öyle mi?

Sadece, bende, sanki bir gece yatmışım, sabah kalkmışım ve her şeyden vazgeçip yeni bir hayata başlamışım gibi bir değişiklik olduğunu zannedenlerle dalga geçiyorum! Onları, komik bulduğumu belirtmeye çalışan yazılar yazıyorum. Ancak bizde, yazılan yazıdaki ironi dozu algılanmadığı için, sahici zannedilip birden bire değiştiğimi düşünüyorlar. Halbuki şu anda nasıl yaşıyorsam, on beş sene önce de öyle yaşıyordum!..

"Eskiden kenarından köşesinden bile geçmeyi düşünmeyeceğim Altan'ın Yeni Safran'ına gitmeyi şiddetle arzu ederken, Ziya Şark Sofrası'nın önünden geçmek bile istemediğimi ve bu değişimde, özenti denilen habis duygunun baş sırada rol oynadığını itiraf ediyorum" dediğiniz yazı da bu kapsamda mı değerlendirilmeli?

O yazıyı tümüyle okursanız, orada bir espri var. İronik bir dille, Türkiye'deki iki kutup, iki farklı yaşam tarzı arasındaki geçişken olmama haline yönelik, ironik bir eleştiri var. Ama tek tek cümleleri alırsanız, sanki "Safran'a gitmeye özeniyorum da, diğer mekâna gitmeyeceğim ve ben aslında özenti bir adamım" gibi çok kışkırtıcı bir şey çıkıyor. Halbuki, orada kast edilen o değil... Bir toplumsal eleştiriyi, biraz ironik ve mizahi bir üslupla yapmak.

Safran'a gidiyor musunuz?

Oraya zaten gidiyorum. Eskiden de giderdim... Safran denilen yer, öyle çok alengirli, farklı bir yer değil. Gidiyor, yemeğinizi yiyor ve çıkıyorsunuz. Bunu bir başka restoranda da yapabilirsiniz, orada da...

Size, "özenti" bir insan olduğunuza dair eleştiriler geliyor mu?

Hayır... Bunu, böyle eleştiriler geldiği için yazmadım. Türkiye'deki değişik çevrelere girip çıkan insanlarla ilgili, ister bu tarafa, ister öbür tarafa olsun, bu tür yaftalamalar çabucak yapılır. Bunlarla, bu anlayışla dalga geçen bir yazı...

Bu tür yaftalamalara hedef oldunuz mu?

Görmedim ben... Bana, direkt, "Sen çok özenti birisin!" diyen olmadı...

AKP İLE CİDDİ ANLAMDA İLİŞKİM YOK

Sözünü ettiğiniz iki kutup ve geçişken olamama hali, basında da söz konusu mu?

Türkiye'de, aşırı uçlar, büyük ölçüde törpülendi. Ortalamaya doğru geliniyor... Türkiye, bundan on sene önceki Türkiye değil. Kanal 7, ya da Samanyolu gibi televizyonlara bakın, Kanal D, Show TV gibi televizyonlara bakın, arada küçük nüanslar kalsa da, hepsinin birbirine yaklaştığını görüyoruz. Türkiye'de siyasette de bir ortaya geliş var. Çok aşırı, "laikçi" diye tabir ettiğimiz kesimler daha yumuşamaya, yumuşak bakmaya başladılar. Öbür tarafta da çok büyük yumuşamalar, ortaya doğru geliş var. Sosyal hayatta da böyle, siyasi hayatta da, medyada da... Türkiye'de, şu anda, on sene önceki cepheleşme medyası yok.

Peki Hürriyet sizi içtenlikle kucaklayabildi mi?

Evet... Hiçbir içtenliksiz tutumla karşılaşmadım.

Kucaklayabildi mi?

Evet, rahatlıkla onu da söyleyebilirim.

AKP iktidarda olmasa, siz Hürriyet'te yine olur muydunuz?

Sorunun ima ettiği şeyi anladım ve çok yadırgıyorum bu tür sözleri!..

Çok konuşuldu bunlar ama!..

Zaten ben de onlar için söylüyorum. Böyle şeyler ayıp. Çünkü bir gazetecinin, sadece ve sadece ilişkileriyle var olduğunu ve var olacağını düşünmek çok şarklı ve alaturka bir yaklaşım. Bir gazeteci, ancak ve ancak yazının gücünü kullanarak bir yerlere gelebilir! Eğer bunun dışında bir geliş yöntemi varsa, mesela AKP ile benden çok daha iyi ilişkileri olan tonlarca gazeteci var! Onlar çok daha rahat gelebilirlerdi. Kaldı ki benim, AKP ile çok ciddi anlamda ilişkim de yok.

Bunların yazılıp çizilmesi rahatsız etti mi sizi?

Çok fazla yazılıp çizilmedi, konuşulmadı aslında... İnternette yazılıyor ama çok yaygın bilinen meseleler değil... Bakın, biz gazeteciler, şeffaf bir iş yapıyoruz ve gazetecinin, yaptığı işe bakılır. Bu adam ne yazmış kardeşim?.. Sabah gazetesinde ne yazmış?.. Hürriyet gazetesinden ne yazmış?.. Yazılar, tek tek çıkartılır arşivden ve bakılır. Bu kişi, bulunduğu gurup ile hükümet arasında iş takipçiliği mi yapmış? Yazıları ile hükümeti mi savunmuş? Hükümetin yaptığı her yanlışa, "Doğru" mu demiş? Propagandacı gibi mi davranmış? Bunlara bakılır ve varsa böyle örnekler, "tak, tak, tak" ortaya konur ve biz de keseriz sesimizi... Ama, öyle bir şey yok!..

YANLIŞ MUHALEFET ERDOĞAN'IN İŞİNE YARIYOR

Türban, yine gündemimizde... İslami cenahı iyi bilen biri olarak, sizce, Başbakan Erdoğan'ın toplumsal mutabakat gözetmesi, AKP'nin tabanını küstürebilir mi?

Olmaz... Çünkü Türkiye'de, AKP'ye muhalefet eden çevreler hâlâ din üzerinden muhalefet ediyorlar. Laiklik bağlamında, Atatürkçülük ve irtica bağlamında muhalefet ediyorlar. Bence Tayyip Erdoğan'ın en büyük şansı bu... Çünkü, CHP ve diğer muhalif kesimler din üzerinden ve laiklik bağlamında muhalefet ettikçe Tayyip Erdoğan ile dindar kitle arasındaki büyülü bağ bir türlü çözülemiyor, çözülmüyor.

Peki, türbana alternatif olarak gösterilen ılımlı örtünme önerilerine nasıl yaklaşıyorsunuz?

Bu tür yaklaşımlar, insanların kişiliklerini hesaba katmıyor!.. Kişilik ezerek, "Böyle giyinirsen gelirsin, yoksa olmaz!" tarzında yaklaşımlar, yanlıştır. Böyle çözüm bulunacaksa, hiç bulunmasın daha iyi. Çözülecekse, adam gibi çözülmeli ve insanlar, nasıl giyineceklerine kendileri karar vermeli...

Türbanın siyasi bir simge olduğunu iddia edenlerin, sizce hiç haklılık payı yok mu?

İnsanların neden türban taktıklarını bilmiyorum. Kimler inançları gereği takıyor, kimler siyasi simge olsun diye, bunu da bilemeyiz... Öyle bir ölçüm yöntemimiz yok. Kaldı ki, ister inancı gereği taksın, ister siyasi simge olarak, bence sınırlanmamalı. Siyasi simge olması, yasak getirmenin gerekçesi olamaz. İnsanlar, siyasi simgelerini de kamu alanında rahatlıkla sergileyebilmeli. Üstelik ben, kırmızı kaşkol takan Marksistlerin kamu alanına girmeleri yasaklansa da aynı tepkiyi veririm. Ve hepimizin, aynı tepkiyi göstermesi gerekir.

"Türkiye'de bazı şeylerin çivisi çıkmış durumda... Ekrana çıkıyor ve adam gibi haber sunuyorsunuz. Ciddi bir iş yapıyorsunuz. Ama Türkiye'de, size, zaman zaman film yıldızı muamelesi yapılabiliyor. Yanlış bir şey... Ama maalesef, bunu kışkırtan meslektaşlarımız da oldu."