FETÖ davasından tahliye olan Ahmet Altan ilk yazısında hücre arkadaşı Selman'a güzellemeler yaptı. Altan'ın 'masum' bir melek olarak resmettiği o Selman, Fethullah Gülen'in yeğeni çıktı.
Abone olFETÖ'nün medya yapılanmasının 'darbe çağrışımı' davasında ceza alan Ahmet Altan, tahliye olduktan sonra ilk yazısında koğuş arkadaşı Selman'ı yazmıştı.
Altan'ın yazısında 'Selman flüt çalan, sebat eden, hiç bir suçu olmayan, masum bir kurban' olarak resmedilmişti. Oysa Ahmet Altan'ın gizlediği bir küçük detay vardı. O Selman'ın soyadı... Ahmet Altan'ın 'oğlum gibiydi' dediği Selman, FETÖ örgütünün lideri Fethullah Gülen'in yeğeni Selman Gülen'di.
Ahmet Altan'ın FETÖ ile bağını reddedip, cezaevinden salındığı anda onun yeğenine güzellemeler yapması hayli manidar oldu
FETÖ'cülerin takiyyesi: Niye açık ettin dediler
FETÖ'ye bağlı olan Rumi Forum’un Başkanı Ali Yurtsever de Ahmet Altan’ın yazısını paylaşarak, Selman Gülen ile ilgili dikkat çeken ifadeler kullandı. Ali Yurtsever daha sonra yurt dışında FETÖ davasından aranan bazı kişilerin sosyal medyadan gösterdikleri tepkiler üzerine bu bilgiyi açık etmemesi için uyarıldı. Yurtsever bir süre sonra söz konusu paylaşımını sildi.
AHMET ALTAN'IN KAĞITTAN FLÜT YAZISI
Ahmet Altan The Observer gazetesinde İngilizce olarak da yer alan yazısında 'Selman' için şunları döktürmüştü:
Üç yıldan fazla bir zaman küçük bir hücrede iki mahkûmla birlikte kaldım, hiçbir suçları yoktu, söylediklerini kimse dinlemiyordu, defalarca suçsuz olduklarını anlatmalarına rağmen Silahlara Veda’daki yargıçlara benzeyen birileri tarafından mahkûm edildiler.
Aralarından biri oğlumla aynı yaştaydı, tutuklandığında yeni evlenmişti. Dindardı ama aynı zamanda felsefeye ve bilimsel araştırmalara da meraklıydı.
Müthiş bir el becerisi vardı, imkânların çok kısıtlı olduğu yerde akla gelmeyen malzemelerden akla gelmeyecek şeyler yapardı. Tuz paketlerinden dumbbell, çatallardan mandal, çay kaşıklarından cımbız yapabilirdi. Hapishane yemeklerine değişik malzemeler katarak yepyeni yemekler icat ederdi. Adı Selman’dı. Şikâyet etmenin, Tanrının çizdiği kadere karşı gelmek olduğunu düşünür ve asla şikâyet etmezdi.
Çeşitli nedenlerden dolayı hiç ziyaretçisi yoktu.
Bundan da şikâyet etmezdi.
Bir gün plastik masada yeni romanım Hayat Hanım’ı yazarken avludan bir müzik sesi duydum. Bir flüt sesi. Avluya çıktım. Selman sırtını duvara dayamış, gözlerini kapamış elindeki flütü çalıyordu. Çevredeki hücrelerde sesler kesildi. Herkes bu beklenmedik müziği dinliyordu. Şarkı bittiğinde müthiş bir takırtı duyuldu. Çevre hücredekiler kantinden almış oldukları şekerlemeleri atıyordu bizim avluya. Bu, alkış ve “bis” anlamına geliyordu. Saatlerce çaldı Selman.
Avlu kapısı kapanınca, “bu flütü nereden buldun” dedim. Takvim kartonlarından yapmıştı. Elinde bir mezura olmadığı için deliklerin aralıklarını parmak hesabıyla belirlemiş, plastik bir soda şişesinin ağzını kesip flüte ağızlık olarak takmıştı.
Yeryüzünde hiçbir müzik aletinden duyulamayacak bir ses çıkıyordu flütünden, çok değişik ve biraz kalınca bir sesti, çalarken neredeyse hiç nota kaçırmıyordu.
Sadece kederli türküler değildi çaldıkları, bazen eğlenceli havalar da çalıyordu ama genellikle hüzünlü bir sese kayıyordu flütü.
Benim oğlum gibiydi.
Kimsesi gelmiyordu.
Bir tek kez bile yakınmadı.
Kâğıttan bir flüt yaptı. Sırtını duvara dayayıp onu çaldı.