Ağar, Türkiye'nin gündemdeki konularını değerlendirdiği sohbette seçimlerle ilgili yorumlar da yaptı.
Abone olPazar sohbetimize bu hafta DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’ı konuk ettik. Daha doğrusu biz kendisine konuk olduk. Tarihi Celal Bayar Köşkü’nde, DYP Lideri ile dış ve iç politik gelişmeleri, 28 Mart’taki yerel seçimleri ve özel yaşamına ilişkin ayrıntıları konuştuk.
Kıbrıs Sorunu’nu yakından izleyen Ağar, en büyük endişesini “sorunu çözerken temel haklarımızdan vazgeçmeyelim” diyerek özetliyor ve Kıbrıs’ın, Türkiye’nin AB üyeliği ile direkt bağlantılı olarak ele alınmasından yakınıyor.
Masadaki Demirkırat’ın gölgesinde ve tarihi bir atmosfer içinde konuştuğumuz Ağar, sohbet boyunca sigara içmeyince merak edip, “Sigarayı mı bıraktınız?” diye soruyorum. “Bıraktım, çok nadir içiyorum” cevabını veriyor. Ağar’la sohbetimizi oluşturan soru ve cevaplarımız şöyle:
Olmazsa olmazlar
Gündemde Kıbrıs Sorunu var. Ada’da sürdürülen müzakerelerde gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Denktaş’ın ‘olmazsa olmaz’ları var bu müzakere içerisinde... Burada, Türkiye’nin olmazsa olmazları konusunda ilk bir hafta, 10 gün içinde müzakerelerdeki gelişmelerin nasıl seyredeceği görülecek. Bunların fevkalâde önemli olduğu ortadadır. Denktaş’ın ortaya koyduğu iki kesimliliğin güçlendirilmesi, göç hareketlerinin Türk varlığını sona erdirmeyecek şekilde yapılması, Türkiye’nin AB üyeliğine kadar garantörlüğü’nün garanti altında olması gibi konularda mutabakat ortaya çıkacaksa, bunun AB’nin kurucu anlaşması içine alınması gibi fevkalâde önemlidir. Daha sonra çeşitli hukuk yollarıyla bu anlaşmanın zedelenmesi açısından meseleyi Türkiye’nin haklarının gerçekçi bir şekilde korunması olarak ele almak temel perspektif olmalıdır. Ben Denktaş’ın da meseleye bu perspektifte baktığını görüyorum. Olay bu yönüyle görüldüğünde çözüm konusunda iyi niyeti muhafaza ederek ama gerçeklerden uzaklaşmamak kaydıyla bir sürecin, bir stratejinin uygulanmasının doğru olduğu ortadadır. Meseleyi sadece ‘çözüyoruz’ adı altında bütün haklardan vazgeçilip, ileride altından kalkılmayacak sıkıntılarla karşı karşıya kalma riski de vardır.
Ben, bunları müzakere sürecinde Denktaş’ın da, kendisine yardımcı olan heyetinde iyi değerlendirileceği kanaatindeyim. Aksi takdirde uzun yıllara bali olan sıkıntıların altından Türkiye’nin kalkabilmesi mümkün değildir. Özellikle AB üyeliği konusunda bizi demoralize eden seslerin kısılması lazım. Tavırlar açık ve net ortaya konmalıdır. Belki, Aralık zirvesine kalmaksızın bu konuda daha olumlu seslerin mutlaka çıkması lazım. Türkiye, AB yolunda emin adımlarla ilerlemelidir. Türkiye’nin üstüne düşenleri yapması kadar başkalarının da üstüne düşenleri yapması gerekiyor.
Kıbrıs, bazı çevreler tarafından AB üyeliğine bir ön koşul olarak gösteriliyor.
‘Değil gibi’ derken o halde geldi. Çünkü AB, tarihinde ilk defa problemli bir yeri bünyesine ithal ediyor. Problem çözülmeden ithal etmek yanlışlığına düşülmüştür. Esas yanlış olan nokta burasıdır. Bu yönüyle bile Türkiye’yi rahatsız edici bir davranıştır. Ama Türkiye güçlü bir iradeyle, bir toplumsal iradeyle bunu aşmak istemektedir. Bunu aşarken de AB, Kıbrıs’ta kabul edemeyeceği tavizleri Türkiye’den istememelidir. Türkiye bu noktada milli bir direnç noktasını muhafaza etmek zorundadır.
Çekingen ve korkak olmayalım
Kuzey Irak’ta Kürt Federasyonu şeklinde bir yapı oluşturulmaya çalışılıyor. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Hükümetin ayağı yere basmayan politikaları Irak’ta inisiyatif kullanma imkânını, Türkiye’nin elinden almış gibi gözüküyor. Ancak buna rağmen mevcut coğrafi konum ve bölgedeki vazgeçilmez yeri, Türkiye’yi burada yine söz sahibi kılacaktır. Türkiye ile ABD arasında karşılıklı güven esasına dayalı ilişkilerin bu manasıyla onarılmış olmadığı görülmektedir. Irak, kendi sosyolojik bünyesi içinde, kendi tarihsel yapısı içinde bir siyasi bütünlüğü sağlamak mecburiyetindedir. Ancak bu da çok kolay değil. Bizim yapıcı şekilde Irak’ın siyasi bütünlüğünü sağlayacak gelişmelere yardımcı olmamız gerekiyor. Türkiye güçlü bir devlettir, Türkiye bu konularda çekingen, korkak, kompleksli davranmama mecburiyetindedir. Türkiye, bu tavrını bir türlü ortaya koyamamaktadır. Görünen budur. Irak krizinin başlangıcında inisiyatif sahibi olunamadı. Bugün de, halen meseleyi dışardan seyirci olarak izlemek gibi bir durumla Türkiye’yi karşı karşıya bırakmıştır. Ama bütün bunlara rağmen gelişecek olan şartların Türkiye’nin rolünü arttıracağını ben burada düşünüyorum. Türkiye, aynı coğrafyada müşterek kaderin paylaşan gruplar arasında bir dengeyi temin edeceği rolü üstlenebilir. Bunu yapması lazım. Çünkü buradaki bütün siyasi gelişmeler ve ekonomik gelişmeler Türkiye üzerinden olacaktır. Türkiye’nin de bana göre büyük bir vizyonu olması lazım. Bu vizyonda buradaki Kürtler’i de, Türkmenleri de, Arapları da Ortadoğu’nun karanlığına bırakmayacak bir Türkiye. AB’ye medeni dünyaya taşıyacak bir Türkiye vizyonu içerisinde meseleye bakmak gerekir.
AKP’nin tek alternatifi biziz
28 Mart’taki yerel seçimlerden nasıl bir mesaj çıkacak sizce?
Şimdi her seçim bir mesajdır tabii. Koskocaman bir seçim yapılıyor. ‘Buradan bir mesaj çıkmıyor’ anlamında olayı kimse küçümsemesin. AKP’nin alternatifi biziz. Türkiye’de merkez sağın geleneği olan Türkiye’nin her yerinde gördüğümüz, tabanda ve bizim çevremizde ciddi bir bütünleşmenin de var olduğunu zaten görüyoruz. Yine yerel seçimlerin kendine özgü şartları vardır. Siyasetin geneli içerisinde de önemli mesajlar verecektir ve Türkiye bu seçimden sonra daha farklı bir siyaset zeminine, daha mücadeleci bir siyaset zeminine, genel seçime doğru gitmeye başlayacaktır. Türkiye’de herkesi sindirmiş olması, bu iktidara karşı bir milli direnç noktası doğuruyor aslında. İş âlemi, medya âlemi, bürokrasi dünyası hatta bazı siyasi partilerin bile çekingenliğinin var olduğu ortamda, dağın başında iki ev varsa, orada bir bayrak DYP’dir. DYP de, tarihten gelen gücü ve mevcut gücüyle buna karşı dimdik ayakta durmaktadır. DYP bu bakımdan en güçlü alternatiftir. Türk siyaset hayatında ve seçimlerden sonra da daha güçlü bir şekilde de olacaktır.
Bu seçimler bir merkez sağın kronik hale gelen bütünleşme sorununu da çözer mi?
Taban kendi kendine oluşturuyor tabii. Seçimden sonra bu sürecin daha da hızlanacağını düşünüyorum.
Hükümet sanal ortama güveniyor
Hükümetin performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şimdi şöyle ifade edeyim. Türkiye’yi adım adım geziyorum. Bir takım gerçeklerin yaratılan sanal tablolarla gizlenmeye çalışıldığını görüyorum. Türkiye’de alt gelir grupları inim inim inlemektedir. İşsizlik, Türkiye’de devasa bir problem halindedir. Özellikle eğitimli insanlardaki işsizlik artık büyük boyutlara taşınmış durumdadır. Piyasada büyük durgunluk vardır. Anadolu’nun kırsal kesiminde çiftçi, köylü bugün tohum gübre bulamamakta ve bunların paralarını ödemekte büyük zorluklar çekmektedir.
Esnaf, perişan durumdadır. KOBİ’ler adeta unutulmuştur, yok edilmiştir, başka kesimlere kurban edilmiştir. Emekliler hayatın bütün zorluklarına var güçleriyle direnmeye çalışmaktadır.
Dünyanın her yerinde, medeni ülkelerde huzur içinde ömrünün son günlerini geçirmek isteyenler, burada bir hayat mücadelesi içinde ikinci iş peşindedirler. İşçi, memur bezgindir. Umutları kırıktır. Ekonomik programlar içinde yerli, milli hiçbir unsur yoktur. Son süreçte ihracatçılarda büyük sıkıntı içinde. Piyasadaki Çin malları istilası buna örnektir. Bunlara yönelik hiçbir tedbirin alınmayışı, ekonomide umutların kırıldığı bir sürece girilmesine yol açmıştır. Onun için bu iktidar kendisine aşırı bir güven ve kibir içerisinde yarattığı sanal ortama güvenmektedir. Toplum, bunun tepkisini gösterecektir.
Kamu Yönetimi Tasarısı kadrolaşmak demek
Meclis’te tartışılan Kamu Yönetimi Reformu’na ilişkin görüşleriniz neler?
Buradaki satır aralarına gizlenmiş en önemli şey, büyük bir kadrolaşmaya yol açacak tasfiye bozukluğu. Küçük küçük tayinlerin idari yargıdan dönmesi problemini çözmek üzere toptan tasfiyelerle, toptan yeni adam alışlarına yol açacak bir takım düzenlemeler gözüküyor.
Reform yerine burada bir bürokratik kadrolaşmanın da önünü açmak gereği görülüyor. Bizim daha ileride bir reform gerçekleştireceğimizi ifade ediyorum. Yönetime daha ciddi yetkiler verecek reformist görüşle meseleye bakıldı. Bu bir oyalamadır ve iktidarı gelecekte daha kuvvetlendirmek amacıyla kendi iktidarları için büyük bir bürokratik kadrolaşmanın önünü açmak istemektedirler. Bana göre, iktidar açısından bu yasa tasarısının altındaki en önemli neden budur. Özenle gözden saklanmaya çalışılmaktadır.
Sigarayı bıraktım gibi
Dikkat ettim de sohbet boyunca sigara içmediniz. Sigarayı bıraktınız mı?
Bıraktım diyebilirim. Çok nadir, bıraktım. Çok nadir içiyorum. Keyfi bir ortam olursa, ikram edilirse yakıyorum. Performansımı düşürüyor çünkü.
Yoğun bir temponuz var. Kendinize zaman ayırıyor musunuz? Kitap okuyabiliyor musunuz? Ya da son okuduğunuz kitap hangisi?
Orhan Pamuk’un son kitabını okudum. İstanbul’la ilgili. Böyle nostaljik, hoş. Bir de Cevdet Aykan Bey’in bir hatıraları var onu okudum. Fırsat buldukça özellikle yollarda, seyahatlerde dinlenmek amacıyla okuyorum.
Sinemaya gidebiliyor musunuz?
Son Samuray’a gideceğim inşallah. Epeyce zamandır gidemiyorum ama mutlaka görülmesi gereken bir film olduğunu Hıncal Uluç’un eleştirilerinden anladım.
En sevdiğiniz şair ve romancı kimdir?
Necip Fazıl’ın dizelerini beğenerek okuyorum. Romancı olarak da Kemal Tahir’i severek okuyorum.
Bu soruyu siyasetçilere hep soruyorum. En çok korktuğunuz şey nedir? Mahçup olmak.