"Adaletsizliği, adaletle yıkmak gerekir."
İnsanın ilk “eğitimcisi” olan “anne” ile bir “eğitim yuvasına” yapılan bu haksızlıklar “adalet” kavramını sorgulamama yol açtı.
“Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allahtan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Maide Suresi, 8. Ayet)
Son günlerde yukarıdaki ayeti yansıtan o kadar çok olay yaşadık ki… Her biri, birazcık vicdanı olan bir insanı derinden yaralamaya yeter de artar bile.
Bu olayların içerisinde beni en çok yaralayan ve vicdanımı sızlatan ve kanaatimce adeta toplumun gözyaşları dökmesine neden olan olay bir eğitim yuvası olan Şehir Üniversitesi’nin kapatılması oldu. Ahmet Davutoğlu’nun yeni parti kurma süreci ile başlayan Şehir Üniversitesi üzerindeki baskılar önceki gece kapatma kararı ile nihayete erdi.
Başlangıcından sonuna kadar bir hesaplaşma merkezinde bu süreç, bu şekilde son bulduysa eğitim üzerinde oynanan bu oyunlar maalesef toplumsal hafızamız üzerine kara bir leke olarak kalacaktır.
Eğitim, üzerinde oynanamayacak, hesaplar yapılamayacak, çıkarlara alet edilemeyecek kadar “kutsal” derecesinde bir konu.
Eğitim gibi toplum faydasına olacak bir konuda böylesine bir karar alınması gönüllerde ister istemez kırgınlık oluşturuyor ve üzüntüye sevk ediyor.
Birkaç gün öncesinde yaşanan bir başka haksızlık ve dahi devamında zulüm kokan olay ise bir anne üzerinden sahneye kondu.
Yanlışlarıyla-doğrularıyla bu ülkeye hizmet maksadı ile görevlendirilmiş bakan ve siyasi bir kimliğe sahip olan kişiliğe duyulan nefret ve öfke “annelik” gibi bir müesseseye bile en galiz cümleler kurdurdu insanlara sosyal medya üzerinden.
İnsanlar rencide ettikleri kişinin bir insan ve en önemlisi bir anne olduğunu düşünemeyecek kadar nasıl oluyor da insanlıktan çıkabiliyorlar!
Bir topluma ya da bir kişiliğe karşı olan düşmanlık ve kin, insanlığı hayvanlardan daha aşağı bir dereceye nasıl çekebilir ki?
Bu soruya başka bir ayet imdada yetişiyor: “Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar.” (Furkân Suresi 44. Ayet)
Peygamberin “Cennet annelerin ayakları altındadır” sözüne mazhar olmuş olan “anne” mefhumuna yönelik bu saldırı insanlıkla, vicdanla, adaletle yan yana asla getirilemez.
Buna benzer bir durum birkaç ay önce siyaset arenasında olan bir kişiliğin eşi nezdinde de yaşanmıştı. Esra Albayrak’a yapılan saldırılar ne kadar yanlış ve çirkinse HDP’li siyaset adamının eşine yapılanlar da aynı derecede yanlış ve çirkindi.
Çünkü her iki kadına yapılan saldırılar da yaptıkları bir suç ve hata nedeniyle değil bir yere mensubiyetleri dolayısıyla oldu.
Yani bir topluma olan kin ve düşmanlıklar nedeniyle tavır ve davranışlarda adalet yoksun kaldı.
İnsanın ilk “eğitimcisi” olan “anne” ile bir “eğitim yuvasına” yapılan bu haksızlıklar “adalet” kavramını sorgulamama yol açtı. Daha doğrusu adalet değil toplum olarak adalet kavramına yaklaşımımızı sorgularken karşıma yazımın başında yer verdiğim ayet çıktı.
Ayeti kerimede geçen “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın!” ikazı bir balyoz gibi indi zihnime.
Bugünlerde yaşadığımız ve yukarıda örnekler verdiğim olaylar ve benzerleri tam da bu ayetin hedefinde olan olaylar değil mi?
Bir Müslüman toplumun bir ayetin ikazının merkezinde olması kadar acı olan bir olay ne olabilir ki?
Adaletin şiarını ayet ikaz ediyor yeterli değil mi?
Adalet, bırakın topluma olan tavrı, kişisel ilişkilerde dahi en hassas şekilde gözetilmesi gerekmez mi?
Adalet, bütün insanlığın bireysel sorumluluğudur.
İdeolojik ya da fanatik duygularla elde bir satır varmışçasına insanlar fütursuzca oraya buraya sallıyor ve neleri kestiğinin farkında bile değiller.
Mahatma Gandhi'nin "Adaletsizliği, adaletle yıkmak gerekir." sözü ile iktifa etmiş olalım...