Dilipak '28 Şubat'ın 18'inci yıl dönümü dolayısıyla kaleme aldığı yazısında Cemaat'le ilgili bir ayrıntının o süreçte kendisini gösterdiği fakat gözden kaçtığını ileri sürdü İşte o ayrıntı...
Abone olİNTERNETHABER.COM- 28 Şubat 1997’de yapılan MGK toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan “28 Şubat süreci”nin 18'inci yıl dönümü dolayısıyla kaleme aldığı yazısında, Abdurrahman Dilipak, 'Cemaat hesaplaşması'nın o döneme tekabül ettiğini, cemaatin o süreçte kuluçka sürecini tamamladığını öne sürdü.
Yeni Şafak'taki "Lanetli süreç: 28 Şubat" başlıklı yazısında Dilipak, Tansu Çiller'i sürecin proje komiseri; Erbakan hükümetini ise 'görünen kadrolara karşı operasyonun koçbaşı'; Abdullah Çatlı'yı ise işin görünmeyen yüzündeki derin kadrolara karşı kendi raconunu hayata geçirecek olan kişi olarak nitelendirdi.
DİLİPAK: EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI
Gül'ün cumhurbaşkanı oluşuyla sürecin ilerleyişinde evdeki hesabın çarşıya uymadığını belirten Dilipak; Baykal'ın rolünü iyi oynamadığı için tasfiye edildiğini ve geçici olarak Kılıçdaroğlu'nun getirildiğini iddia etti. Dilipak ayrıca Cemaat yapılanmasının MİT ve emniyet istihbaratını ele geçirmesinin engellendiğini ve 17-25 Aralık sürecinin ardından da son olarak büyük hesaplaşmanın başladığını ifade etti.
İşte Dilipak'ın o yazısından çarpıcı satırlar:
İrtica, ordu ve bürokrasi merkezli oligarklar tarafından öncelikli tehdit olarak algılanmış ve yaşananlar, askeri bazı şahıslar tarafından post-modern darbe olarak da adlandırılmıştır.
Her şey RP’nin 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti olmasıyla başladı. Aslında 1996 seçimleri sonrası kurulan DYP-ANAP koalisyon hükümeti, RP’nin güvenoylamasına itirazı sonucu dağılmasının ardından, TBMM’de birinci parti durumunda olan Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında kurulan 54. Hükümet, 8 Temmuz 1996’da TBMM’de yapılan oylamada güvenoyu alarak çalışmaya başladı.
"ASLINDA PARALEL HESAPLAŞMA O GÜN BAŞLADI"
“Demirel’in manevı kızı” Tansu Çiller bir gecede “hidayet”e ermiş, “sütten çıkma ak kaşık” olmuştu. Aslında paralel hesaplaşma o gün başladı. Aslında gözden kaçan bir ayrıntı var burada.. Cemaat kuluçka dönemini tamamlamıştı. 2000 yılından itibaren devleti ele almaları gerekiyordu. Ama laikçi, ulusalcı kanat, paralel yapının derin devlete entegre ve enjekte edilmesine karşı çıkıyordu. Muhalifler ulusalcı kanat olarak biliniyordu ve Batı Çalışma Grubu adı altında açıkça Genelkurmay içinde örgütlenmişlerdi. Ilımlı İslam politikası çerçevesinde laikçi, ulusalcı, Kemalist, Alevi unsurlar seyreltilecek, yerine paralelciler ikame edilecekti..
ÇİLLER VE ERBAKAN
Refahyol ve Çatlı, derin devlet içindeki, bu yeni yapılanmaya karşı çıkan kanadın tasfiyesi için önü açılan bir hareketti. Çiller proje komiseri olarak orada bulunuyordu. Erbakan hükümeti ise, görünen kadrolara karşı operasyonun koçbaşı olarak görev yapacaktı. Buna mecbur bırakacak tahrikler olacaktı. Çatlı ise işin görünmeyen yüzündeki derin kadrolara karşı kendi raconunu hayata geçirecekti.
O Libya gezisi, iftar işin kandırmacası. Kudüs gecesi de öyle.. Libya gezisi fikri nasıl ortaya çıktı, Ali Bulaç’a sormak gerek.. O bir gecede ortaya çıkan şeriatçıların İstanbul’da ve Ankara’da sokaklarda arzı endam etmesi tesadüf değildi..
SUSURLUK
Susurluk bu konuda bir kırılma noktası oldu.. Hükümet BÇG’nin üzerine gitmedi. Çünki birileri kan dökmeye karar vermişti. Susurluk’ta Çatlı’nın tasfiyesi de karşı tarafın gözünü kararttığını gösteriyordu.. Sonuçta hükümet düştü. Derin devlet derin iktidarı ılımlı İslamcılarla paylaşmak istemiyordu. Sonuçta Gülen 1999 Mart’ında ABD’ye götürüldü ve koruma altına alındı. Sonrasını biliyorsunuz, AK Parti’nin kuruluşu, Erdoğan’ın engellenmesi, Gül dönemi, Irak’ın işgali ve tezkere olayı. Aslında tezkere geçmiş olsaydı, Balyoz ve Ergenekon’da karizması çizilenler Irak’ta işi bitirilecek isimlerdi. Böylece paralelcilerin önü açılacak, dikensiz bir gül bahçesine buyur edileceklerdi. Ama olmadı. Evdeki hesap çarşıya uymadı. AK Parti’nin kuruluşu önemli. Şiir okudu diye Erdoğan’ın engellenmesi, Gül’ün yükselişi.. Her şey bir planla gerçekleşti.. Erdoğan’sız olmuyordu. Baykal cumhurbaşkanı olacak, cemaat istihbarat, finans ve mediayı, eğitimi kontrol edecek ve Erdoğan kontrollü olarak meclise taşınacaktı ve öyle oldu.
ABDULLAH GÜL, BAYKAL VE KILIÇDAROĞLU...
Ama bir defa daha evdeki hesaplar çarşıya uymadı. Gül cumhurbaşkanı oldu, Baykal rolünü iyi oynamadığı için tasfiye edildi. Yerine geçici olarak Kılıçdaroğlu getirildi. Paralel yapının MİT ve emniyet istihbaratı ele geçirmesi engellendi ve büyük hesaplaşma başladı.
Ergenekon ve Balyoz davaları, Irak’ta işi bitirilecek ya da daha önce Refahyol’da tasfiye edilmesi gerekip de edilemeyenlerin tasfiyesi için gerçekleştirilen bir operasyondu. O plan suya düştü, bugün paralel yapı operasyonu konuşuluyor..
28 Şubat davası çok dar anlamda sürüyor.. İşin Media, Mafia, Sermaye, Siyaset, Bürokrasi ve STK ayağı üzerinde bir çalışma yok..
DİLİPAK'A AÇILAN DAVALAR
O günlerde bir günde beş defa, haftada 5 gün duruşmaya çıkıyordum. Askeri mahkemede, DGM’de, ağır cezada, asliye cezada, sulh cezada yargılanıyordum.. Komik davalarım da vardı. “Bugün sigarasızlık günü, bugün sigara içmeyin, parasını, İHH veya Mazlumder’e verin” dediğim için, hakkımda “izinsiz para toplama kampanyası düzenlemekten” dava açıldı. Ben de bir gün sonra, “bugün sigara içmeyin parasını ADD ve ÇYDD’ye verin” dedim, banka hesap numaralarını verdim. Ne benim hakkımda, ne de onlar hakkında dava açıldı. Üstelik, İHH ve Mazlumder’in hesaplarına el konmuştu.
O gün başı örtülü diye acile bile kabul edilmediği için, Medine Bircan hayatını kaybetmişti. Bugün başörtülü başhekimlerimiz var.
Darbeye ve darbecilere lanet olsun..