BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  GÜNCEL

Abdüllatif Şener'den bomba açıklamalar

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener'den çarpıcı 28 Şubat açıklamaları.

Abone ol

Uzun süredir medyadan uzak duran 28 Şubat döneminde Refahyol Hükümeti'nin Maliye Bakanı olan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Milat gazetesine konuştu.

Şener, 28 Şubat sürecinde, asker, yargı, medya ve faiz lobisinin birlikte hareket ettiğini söyledi. Şener o güne dair anılarını da Milat okuyucuları ile paylaştı.

-28 Şubat döneminde Refahyol Hükümeti'nin Maliye Bakanıydınız. O dönem hakkında neler söylemek istersiniz?

Bildiğiniz gibi 28 Şubat 1997 tarihi Türk siyasi hayatının önemli dönemlerinden biridir. O dönemde Refahyol hükümeti vardı. Rahmetli Erbakan başbakandı. O hükümette ben de Maliye Bakanıydım. 1996 yılının Haziranında kurulan Refahyol hükümeti aradan geçen 6-7 aylık bir süre zarfında çok iyi bir performans göstermiştir. Halkın alım gücü yükselmişti. Memurlar, işçiler, esnaf, çiftçi ve tüm gelir grupları bu politikalardan memnundu. Büyüme oranlarında iyileşmeler olmuştu. Kamu dengelerinde o dönemlerde büyük açıklar vardı. Bu açıklarda önemli kapanmalar olmuştur. Kamu yönetiminde en büyük sorun borçlanmaydı. Çok yüksek faizlerle devlet borçlanıyordu. Adeta bir faiz lobisi oluşmuştu. Diğer taraftan da milli bir politika uygulanıyordu. Başbakan, özellikle D-8 işbirliği olarak bilinen en büyük 8 İslam ülkesi arasında bir birlik oluşturulmaya çalıştı. Tam bu olumlu gidişat sırasında 28 Şubat süreci başladı. O dönemde 28 Şubat’ı bazı yazarlar, düşünürler ‘postmodern darbe’ olarak nitelendirdiler. Nitekim bir darbe niteliği olduğu kesindir. Çünkü iktidarda olan bir hükümet düşürülmüştür. Refah Partisi milletvekillerinde fazla bir fire olmadı ama o dönemde Doğru Yol Partisiyle koalisyon kurulmuştu-tek başına iktidar olunacak sayıya sahip olunmadığı için- Doğru Yol Partisinin aşağı yukarı 50 civarında milletvekili istifa ettirilmişti. Onların istifasıyla da hükümet meclisteki çoğunluğunu kaybederek düşmüştü.

MEDYA AKTİF ROL ALDI

-28 Şubat’ın tek aktörü askerler miydi?

O dönemde Milli Güvenlik Kurulunda (MGK) yaşanan süreçler var ve diğer taraftan da Refah Partisi’ne kapatılma davası açılmıştır ve kapatılmıştır. Arkasından Fazilet Partisi kurulmuştur, o da kapatılmıştır. Bana göre 28 Şubat süreci sadece askeri boyutlu değildir. Süreci bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Bir taraftan işin askeri boyutu var; 28 Şubat zaten bir MGK toplantısıyla patlamış bir hadisedir. Diğer taraftan da medya ve basın- yayın kuruluşlarının tutumu önemlidir. Aslında medya da hükümeti devirmek için elinden gelen gayreti sarf etmiştir. O dönemde örneğin, benim Maliye Bakanı olarak askeriyeye yeterli ödeneği vermediğim iddia edilmiştir. Çok büyük yaygara oluşmuştur. Maalesef o dönemde Bakan sıfatıyla medyada konuyu tartışma imkânı bile elde edemedim. Neden, çünkü basın belli bir kulvara girmiş ve o kulvardan yayın yapıyor. Bunu bozacak olayların medyaya yansımasına asla müsaade edemiyor.

YARGI UNUTULMAMALI

Ama belirttiğim gibi yalnızca askeri bir süreç değildir. Aydınların da, basının da içinde olduğu bir süreçtir. Bunu ötesinde bana kalırsa bazı mahkeme süreçleri 28 Şubat’tan etkilenmiştir. Aynı şekilde Fazilet partisinin ve Refah Partisinin kapatılması da 28 Şubat sürecinin bir parçasıdır. Dolayısıyla işin içine yargı süreçlerini de katmadan yapılacak değerlendirmelerin her zaman eksik ve yanlış olacağı kanaatindeyim. Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği tarafından yürütülen 28 Şubat soruşturması olayları bir bütün olarak incelenmelidir.Belki şuan da yapılan şey odur.

-Yani parti kapatma davalarının da yeniden gündeme gelmesi mi gerekiyor?

Parti kapatma davaları da 28 Şubat’ın bir parçasıdır. Ama bunu böyle görmek istemiyorlar. Bugün farklı bir süreç var. Sadece askerle uğraşılmamalı, süreç tümüyle ele alınmalıdır.

FAİZ LOBİSİ DARBECİLERİ YÖNLENDİRDİ

- Ekonomi hangi boyuttaydı? Ortaya koyduğunuz politikalar başarılı mıydı?

O dönem başlangıçta zordu. Çok büyük zorluklar başardık. Çünkü kamu açıkları çok büyük boyutlara ulaşmıştı. Kamu kesimi borçlanma gereği diye bir kavram vardır. Bu bütçe ve bütçe dışı bütün kamunun gelir ve giderleri arasındaki farkı anlatır. Bu kavram bütçe açığı kavramından daha doğru bir kavramdır. Kamu kesimi borçlanma gereği 90’lı yıllar boyunca büyük artışlar göstermişti. Bakıldığı zaman Refahyol dönemi 90’lı yıllarda kamu kesimi borçlanma gereğinin en düşük olduğu yıllardır. Yani kamu dengesinin tüm 90’lı yıllar boyunca en iyileştiği dönemdir. Devletin borçlanma faizleri enflasyon oranına gelmişti. 28 Şubat’ta burada patlak verdi. Onun için işin içinde faiz lobisinin de yönlendirmesini olduğunu düşünüyoruz. 1997 yılı Türkiye’de yapılan ilk denk bütçedir. Ama bütçe yönetimi tamamıyla Refah yol tarafından gerçekleştirilmediği için, yıl sonu hesaplarının 28 Şubat süreci boyunca bulunmuş olması nedeniyle denk çıkmamıştır. 1997 yılı bütçesi Refah yol tarafından yapıldı. Ama Temmuz’dan itibaren yani yılın yarısından itibaren bu hükümet düştü. Diğer yarısında yeni kurulan hükümet bütçeyi uyguladı. Dolayısıyla ilk yapıldığı şeklini ve özelliklerini yitirdi. Belki de çok partili siyasi hayata geçtiğimiz günden itibaren denk bütçe deneyiminin ortaya konulduğu ilk yıldır diyebiliriz. Kamu gelir gider dengelerinde büyük açıklar olduğu için, büyük kaynak paketleri çalışmaları yapılmıştır. Bu konuda Başbakanımız Necmettin Erbakan’ın büyük çabaları olmuştur. Kamu gelirlerini artırıp, kamu giderlerini azaltmak için büyük çaba göstermiştir. Özellikle israfa yönelik harcamaların kısılmasına büyük çaba göstermiştir. Kamuoyu o dönemi daha çok havuz sistemiyle hatırlar. Zaman zaman köylerde kasabalarda dolaşırken, “neden tekrar bir havuz sistemi kurmuyorlar” diye soruyor vatandaş. Dolayısıyla çok önemli ekonomik gelişmelerin olduğu bir dönemdi. Tüm gelir gruplarının Refah’tan payını aldığı bir dönemdi. 28 Şubat süreciyle bu dönem bozulmuştur, aksatılmıştır.

ERBAKAN HOCA’DAN ŞENER’E İNCE SORU

-Post-modern darbe dönemine damgasını vuran gelişmelerden biri de 1997'deki TSK'nın sanal bütçe krizi olmuştu. Yıpratma çabalarına dönüşen 'ödenek krizi' iddiaları hakkında neler söylemek istersiniz?

Evet, Maliye bakanı olarak 28 Şubat sonrasında kamuoyunun en fazla bildiği konu, Genelkurmayın ödenek talebinin karşılanıp karşılanmadığıyla ilgili bir gürültüydü. Ama tamamen yapay bir gürültüydü. 1997 yılı hem askerin talebine göre gider bütçesinin yüksek tutulduğu, hem ödeneklerin daha fazla miktarda serbest bırakıldı ve askeri harcamalar açısından hiçbir sorunun olmadığı bir dönemdi. Bununla birlikte 28 Şubat sürecinin akışına uygun olarak, Maliye Bakanlığının askerin talebi olan ödenekleri vermediği için bazı sorunlar yaşadığı şeklinde bazı açıklamalar yapıldı. Bu açıklamaları yapanlar askerlerdi. O konuyla ilgili herkes Çevik Bir’i hatırlar ve şu anda da zaten yargılanıyor.

Hiç unutmuyorum Başbakanlıkta bir toplantı yapıldı. Ben askeriyeye verilen ödenekleri masaya yatırdım. Başbakanın başkanlığında yapılmıştı. Çevik Bir ve yanında iki ya da üç tane Maliyeci Paşa vardı. Hatta içeride biraz atışmamız da oldu. Ödeneklerde bir sorun yoktu ve söyleyecek bir şeyleri de yoktu. Somut hiçbir şey söyleyemediler de içeride. Çıkarken kamuoyu algısının bozulmaması için kamuoyuna herhangi bir açıklamanın ne asker ne de hükümet tarafından yapılmaması konusunda mutabakat sağlamıştık. Ama çıkışta Çevik Bir medyaya şöyle bir açıklama yaptı: ‘Biz haklıyız, Başbakan’da bizi destekledi’. Hatta o akşam bir düğündeydik. Erbakan Hocayla birlikteydim. Bu açıklamaları duyan Erbakan Hoca yadırgadı ve ‘Ya sen bunları nasıl idare ediyorsun?’ dedi. Ama yapay bir düelloydu ve çok fazla üzerinde durulması da gerekmezdi.

KANALLAR BİZE KONUŞMA HAKKI VERMİYORDU

-Askerlerin ortaya attığı bu iddiaların asılsız olduğunu neden gündeme taşımadınız?

Birkaç televizyon kanalına çıktım. Bunların hiçbirinin aslı astarı olmadığını söyledim. Her kanal bize konuşma hakkı vermiyordu. Başka konularla ilgili olsa belki çok yaygın bir şekilde konuşma imkânı bulunabilirdi. Kanal D, Kanal 6 bir de Kanal 7’de Ahmet Hakan’ın sunduğu bir haber programında konuştuğumu hatırlıyorum. Onun dışında olayın gündemde oluşu ve hak ettiği derecede ‘benim ağzımdan’ basına iletmem bile mümkün olamadı.

BELGEMİZ YOK AMA…

-O dönemdeki iş dünyasının tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İş dünyasını tek bir kabın içine koymak, herkesi aynı kabın içerisinde yoğurmak doğru bir iş değildir. Bireysel alanlar var. O konuda bildiklerim dedikodudan daha ileri değildir. O dedikodular da şuydu; bir hesap oluşturuldu. O hesaptan milletvekili transfer etmek için para kullanılıyor. İstifa eden milletvekillerinin fiyatları bile söyleniyordu. Falan 5 milyon dolara gitti vs. Bunların hepsi benim açımdan fısıltıdan ibaretti. Bir delili, belgesi, bilgisi olan şeyler değildi.

MİRZABEYOĞLU SERBEST BIRAKILMALIDIR

-O dönemde kapatılan ve mal varlıklarına el konulan vakıflar vardı. Ayrıca halen cezaevinde bulunan mağdurlar var. Bu haksızlıklar hakkında neler söylemek istersiniz?

Yargı süreçlerini de bu bağlamada düşünmek gerekir, diyorum. Salih Mirzabeyoğlu idam cezasıyla yargılandı, ama idam cezası kalktığı için ağırlaştırılmış müebbet hapse dönüştürüldü. Salih Mirzabeyoğlu’nun birini incittiğine dair bir haberi ben hiçbir yerden almadım. Buna rağmen yazar bir insan ve kitaplarının hepsi de serbest, hepsi piyasada üst üste baskılar yapıyor. Bir yazar olarak birine tokat vurduğu, incittiği, kırdığıyla ilgili hiçbir belge yok. Bu insan idam cezası alıyor. İdam kaldırıldığı için de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla içeride yatıyor. Ne olabilir? Bunu konjonktür dışında hiçbir şeyle izah edemezsiniz. Konjonktür mağduru olan bütün mahkûmların hemen dışarı çıkması lazımdır. Salih Mirzabeyoğlu’nun durumu da bundan ibarettir. Gerçekten de içeride geçirdiği her saat fazladır.

VAKIFLARIN HAKLARI İADE EDİLMELİ

Vakıflar konusunda ise, hükümette işin peşine takıldı ve gayrimüslim vakıflarının malvarlıklarını iade etme yarışına girdiler. Müslüman vakıfların malvarlığını niye iade etmiyorlar? Düzeltilmesi gereken çok şey var. Bazı süreçleri sadece siyasi süreç olarak görmek yanlıştır. Bütün halinde düşünülmesi gerekir. O dönemin mahkûmları, mağdurları var. O dönemde kapatılan kuruluşlar var; malvarlığına el konulan vakıflar var. Bunların hepsinin telafisi gereklidir. Hatta eski halinde iade edilmelidir.