BIST 9.368
DOLAR 34,47
EURO 36,22
ALTIN 2.962,86

Abdullah Gül Erdoğan'dan neden farklı?

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından dikkatler bir anda Erdoğan sonrası “AK Parti’nin dizaynı nasıl olacak ve yeni başbakan kim olacak?” sorularının cevaplarına yöneldi.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından dikkatler bir anda Erdoğan sonrası “AK Parti’nin dizaynı nasıl olacak ve yeni başbakan kim olacak?” sorularının cevaplarına yöneldi. Ki Abdullah Gül’ün “Partime dönerim” çıkışından sonra da bir tür Gül ve Eroğan savaşı mı yaşanacak yorumları siyaset gündeminde önemli bir yere oturdu.

Daha en baştan açıklıkla söyleyeyim ki;  ben bu durumun kısa ve orta vadede bir krize dönüşeceği kanaatinde değilim. Abdullah Gül tüm kırgınlıklarına rağmen tıpkı cumhurbaşkanlığı görevi süresince kamuoyuna yansıtmadığı gerilimler gibi, görev süresinin ardından da parti içi bir siyasal kriz yaratılmasına müsaade etmeyecektir. Denge politikasını sürdürecektir. Keza Erdoğan’da Ak Parti içinde bir ikililiğin mevcudiyet göstermesinin ve çıkabilecek olumsuz söylentilerin önünü alacaktır. Yani kardeşlik hukuku, daha bir süre mevzuatlar arasındaki kadim yerini koruyacaktır.

Fakat tüm bunlara rağmen şunu belirtebiliriz ki; Sayın Gül’ün cumhurbaşkanlığı makamında geçirdiği süre boyunca, AK parti mevcut siyasal gelişmelerin neticesinde siyaset dilini ve yönetim araçlarını değiştirdi. Bundan dolayı da geldiğimiz siyasal konjonktürde,  artık her iki liderin de üslup ve hedefleri birbirinden çok farklı.

Birkaç örnek verecek olursak,

1-Daha öyle çok geriye gitmeden, ilkin dünkü veda resepsiyonundan başlayabiliriz. Davetliler arasında AK Parti’lilerin oldukça tepkisini çeken ve  “paralel medya” olarak tanımladıkları gazete ve TV’lerin temsilcileri yer alıyordu. Gül, davet edilenler nezdinde CB makamının dengeleri üzerinden eşitlikçi bir tutum takınmaya çalıştı. Peki, Erdoğan benzer bir davette bunu yapar mıydı? Zannetmiyorum.

2-Gezi sürecinin ilk günlerinde Gül “Mesaj alınmıştır” derken, Erdoğan “Ne mesajı” diyordu. Net bir bakış açısı farklılığı vardı.

3-Gül "Türkiye'yi yıkmak isteyen uluslararası güçler varmış şeklindeki komplo teorilerine inanmıyorum. Bu, 3. dünya söylemidir" derken, Erdoğan alanlarda "Faiz lobisi, dış mihraklar"gibi ifadeler kullanıyordu.

4-Erdoğan "Twitter'ın kökünü kazıyacağız" derken, Gül Twitter'ın kapanmasının ardından "Türkiye gibi AB ile müzakere yapan bir ülke için hoş olmayan bir durum" beyanında bulunuyordu.

5-Gül, tutuklu vekiller ile ilgili "Tüm milletvekillerinin kesin yargı kararları ortaya çıkıncaya kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini" söylerken; Erdoğan, CB Gül ile aynı fikirde olmadığını belirtiyordu.

Ki bu örneklerin sayısını daha da artırılabiliriz.

***

İfade etmeye çalıştığım bu siyaset dili farklılıklarının sebebi ise;  Erdoğan, özellikle Gezi olayları ve 17 Aralık sürecinin ardından içerde cemaate, dışarıda ise bu süreçlere destek verdiğini düşündüğü uluslararası camiaya karşı bir savaş psikolojisi içerisine girdi. Tüm yaşananların, kendi şahsına yönelik olduğunu düşünüp, bir tür harp psikolojisiyle “var olup-olmama” mücadelesine soyundu. Bundan ötürü de adımlarını bu denklemler üzerinden attı. Ayrıca bunlara paralel olarak, içerisine çözüm sürecini de alacak şekilde anayasal bir sistem değişikliğinin startını verdi.

Abdullah Gül ise biraz CB makamının getirdiği sorumluluklar, biraz da olayların birinci öznesinin-hedefinin kendisi değil Erdoğan’ın olmasından ötürü yaşananlara daha farklı bir tutum geliştirdi. Siyasal sorumsuzluğun ve hedefte olmamanın kendisine yarattığı açık alanın rahatlığıyla hareket etme imkânı buldu. Bu nedenle ilgili süreçler devam ederken doğal olarak siyaset dilinde farklılar zuhur etti.

İşte tüm bunlardan dolayı, Abdullah Gül ve Erdoğan arasındaki söylem farklılıklarını bu günlerde medyada yer alan ve kolaya kaçan “Eski ve Yeni Ak Parti” paradigması üzerinden değerlendirmemek gerekiyor.

Çünkü Sayın Gül, 28 Ağustos’un ardından CB makamından ayrılıp siyasetin çok unsurlu savaş arenasına döndüğünde ve onun çarklarının açık bir hedefi haline geldiğinde; asıl o zaman Erdoğan’ın siyasal reflekslerinden ne kadar uzak ya da ne kadar yakın tavır sergileyebileceğini görebilme fırsatımız olacak.