Abdullah Gül siyaset sahnesinden çekiliyor mu? Bugünkü açıklamanın şifrelerini Köşk'ün nazbını tutan Levent Gültekin 2 gün önce açıklamıştı;
Abone olLEVENT GÜLTEKİN - İNTERNETHABER .COM - Abdullah Gül ne dedi, niçin dedi? Abdullah Gül’ün “siyasette gelecek planım yok” açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Herkes Gül, niçin böyle bir karar aldı sorusuna cevap arıyor.
Bazıları bunu siyasi bir hamle olarak görüyor.
Peki gerçekte asıl neden ne? Ne oldu da TBMM’nin açılışında “ben de varım” diyen Abdullah Gül siyasete nokta koyma aşamasına geldi?
Sanırım Gül’ün son yaptığı açıklamadaki bir cümlesi gözden kaçtı. Gül “Siyasette gelecek hesabım yok” derken “bu şartlarda” demeyi de özellikle belirtti.
Neydi Gül’ün siyaset yapmasına engel olan şartlar?
Doğrusu olup bitenin hikayesini daha ayrıntılı Pazartesi günü yazacağım. Fakat birkaç gün önce yazdığım “Abdullah Gül’ün AK Parti’de geleceği var m?” başlıklı yazımda Gül’ü bu aşamaya taşıyan o şartların neler olduğunu açıklamıştım.
Yaşanan son süreç Gül ile Erdoğan, Gül ile AK Parti ve Gül ile muhafazakar mahalle arasındaki görüş farklılığını kapatılamayacak kadar açtı.
En iyisi sözü fazla uzatmadan 4 gün önce yazdığım yazıyı tekrar dikkatinize sunayım.
GÜL'ÜN AK PARTİ'DE GELECEĞİ VAR MI?
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olacak mı? Olacaksa AK Parti’nin başına kim geçecek? Gül, Köşk’te mi kalacak, AK Parti’nin başına mı geçecek? Yoksa siyasi kariyerine nokta mı koyacak?
Son günlerde herkes bu soruları soruyor. Kimsenin bu suallere bir cevap verebildiğini sanmıyorum. Hatta, Tayyip Erdoğan’ın bile.
Fakat bütün bu soruların gölgede bıraktığı bir gerçek var: Muhafazakar mahallenin geldiği nokta ve Gül’ün bu noktaya olan uzaklığı.
Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki ‘dünya görüşü’ farkını görmezden gelerek siyasi analizler yapmak…
Kabul edelim ki ne AK Parti 12 yıl önceki çizgisinde, ne de Muhafazakar mahalle havasında.
Dindar kesim iktidarla beraber büyük bir değişim geçirdi.
Özgürlükçü, nazik, efendi, “demokrasi âşığı” dindarlar gitti yerlerine daha devletçi, daha korumacı, millicilik adı altında içe kapanmayı savunan bir topluluk geldi.
12 yıl önce ‘öteki’yle saygılı bir diyalogu siyasi üslup olarak belirleyen AK Parti şimdi ‘öteki’ ile çatışmayı tercih ediyor.
12 yıl önce’ eski Türkiye’nin koyduğu Youtube yasağı için “Ben yasağı deliyorum siz de delin” diyen Erdoğan gitti yerine Youtube’u ve Twitter’ı yasaklayan bir Erdoğan geldi. .
12 yıl önce “biz dindarların partisi değiliz” diyerek yola çıkan bir hareket artık dindarlardan başka kimseyi duymaz oldu.
Geçen yıl yazdığım bir yazımda “Bütün bir mahalle Akit gazetesinin çizgisine kaydı” demiştim.
Bu kayma son 1 yılda kalıcı hale geldi.
Sadece Erdoğan değişmedi. Bütün bir mahalle, bütün AK Parti kadroları değişime uğradı.
Erdoğan tüm yol arkadaşlarını kendisine benzetti. Sadece yol arkadaşlarını değil, tüm kurumları da aynı çizgide görmek istiyor. Onun siyasi tutumunu benimsemeyen herkes, her kurum ‘vatan hainliği’ suçlamasıyla karşı karşıya.
Bu baskı ve tehditler sonunda AK Partililer Erdoğan’a mecburi kölelikten gönüllü köleliğe geçiş yaptılar.
Cumhurbaşkanı Gül ise her önemli kavşakta bize “Onlarla aynı düşünmediğini, hâlâ AK Parti’nin ilk kuruluş yıllarındaki çizgisinde durduğunu” üstü kapalı da olsa göstermeye çalıştı. Bu konuda cesur davrandığını söyleyemeyiz. Sadece, farklı düşündüğünü göstermekle yetindi.
Gezi olaylarına yaklaşımı, Twitter yasağına gösterdiği tepki… Gül’ün Erdoğan’la aynı fikirde olmadığının göstergeleriydi.
Şimdi iki farklı Türkiye isteyen iki eski arkadaş var. Sanırım bu saatten sonra tek ortak noktaları, bir zamanlar arkadaşlık etmiş olmaları.
Çünkü geldiğimiz noktada dindarlık artık ortak payda olmaktan çıktı. Ya özgürlüklerden yanasın ya içe kapanmadan. Ya ‘ötekiyle’ efendice bir iletişimden yanasın ya da kavgadan. Ya dürüstlükten yanasın ya da ‘dava’ için dürüstlüğü feda etmekten. Ya Türkiye’nin demokratik standardını yükselterek gelişeceğinden yanasın ya da “Bizim bizden başka dostumuz yok” korkusuyla şiddete başvurmaktan. Ya bütün dünyayla sağlıklı bir iletişim kurmaktan yanasın ya da Müslüman Kardeşler çizgisindeki İslamcı yapılarla yol arkadaşlığından.
Abdullah Gül’ün en büyük siyasi açmazı; her seferinde farklı düşündüğünü göstermeye çalıştığı insanlarla yol arkadaşlığı yapmak zorunda kalmasıdır.
Erdoğan ile Gül’ün artık bambaşka Türkiye hayalleri var. Erdoğan taraftarları bu farklılığı büyük bir sorun olarak görüyorlar. Ve bunu yüksek sesle dile getirmekten de imtina etmiyorlar.
Erdoğanistlerin Gül aleyhine yaptıkları itibarsızlaştırma çabalarının Erdoğan’dan habersiz olduğunu sanmıyorum.
Erdoğan son birkaç yıldır inşa ettiği Türkiye’yi, farklı bir çizgi benimseyen Gül’e teslim eder mi?
Bu sorunun cevabı, Gül’ün yol haritasının da işareti olacak.
Son günlerde Twitter yasağını kaldıran Anayasaya Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç’ın hedef yapılması da benzer çatışmasın ürünü.
Haşim Kılıç üzerinden Abdullah Gül’e “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” mesajı veriliyor.
Abdullah Gül başbakan mı olur, yeniden cumhurbaşkanı mı seçilir, yoksa siyaseti mi bırakır? Bunu bilemem.
Ama bildiğim bir şey var ki o da Gül’ün bu ülkeye bir borcunun olduğudur.
Dinin, dindarlığın imajı yerlerde sürünüyor. Kuruluşunda yer aldığı parti ve eski yol arkadaşları Türkiye’yi feci bir noktaya taşıyorlar.
Varoş kültürü Türkiye’yi teslim aldı. Gelecek nesilleri de tehdit eden bir yozlaşma yayılıyor.
Gül, her ne karar verecekse, Türkiye’nin bu halini görmezden gelmemeli.
Çünkü sadece yaptıklarımızdan değil, yapabilecekken yapmadıklarımızdan da sorumluyuz.
Gül her şeyden önce şu soruya cevap bulmalı: Tayyip Erdoğan’ın oluşturmaya çalıştığı bir Türkiye’de yaşamak ister mi, istemez mi?
Buna vereceği cevap siyaset sahnesindeki rolünü ve yol arkadaşlarını da belirleyecektir.