BIST 9.660
DOLAR 34,61
EURO 36,31
ALTIN 2.924,07
HABER /  MEDYA

Abdülkadir Selvi'den AK Parti'ye 'çözüm' eleştirisi

Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, çözüm sürecini eleştirdiği bugünkü yazısında, "Çözüm demek sadece şehit cenazelerinin gelmemesi demek değil" dedi.

Abone ol

İNTERNETHABER.COM

Yeni Şafak gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, AK Parti'nin çözüm sürecine ve bölge politikasına eleştirisi olduğunu belirterek, "Çözüm sürecinin başından beri AK Parti'nin doğacak boşluğu siyaseten doldurması gerektiğini savunuyoruz. Çözüm demek sadece şehit cenazelerinin gelmemesi demek değil. Tam tersine çözümün siyaseti ve çözümün dilinin de bölgeye hakim olması lazım" diye yazdı.

"Çözüm süreci ve asayişsizlik konusunda ise bayramdan önce bir adım atıldı. Valiliklere bu konuda bir uyarıda bulunuldu" diyen Abdülkadir Selvi, "Çözüm süreci demek asayişsizlik demek değil. Valilikler olarak siz kamu otoritesini sağlayın. Çözüm sürecini ise biz yürütürüz" yönünde uyarı yapıldığını vurguladı.

Abdülkadir Selvi'nin 'Çözüm, Kandil'in insafına terk edilmeyecek kadar ciddi bir iştir' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:

DAVUTOĞLU MİLLETVEKİLLERİYLE BİR ARAYA GELDİ

Kurban Bayramından önce Başbakan Ahmet Davutoğlu, birer gün arayla Güneydoğu ve Doğu Anadolu Milletvekilleriyle bir araya gelmişti.

Başbakan bayramdan sonra diğer bölge milletvekilleriyle de bir araya gelecek.

Güneydoğu Milletvekilleriyle görüşmede iki nokta ön plana çıkmıştı.

1-Milletvekilleri bölgeyle ilgili konularda kamu görevlilerine değil, kendilerine kulak verilmesinin üzerinde durmuştu.

2-Örgütün bölgede çözüm sürecini asayişsizlik olarak kullanmaya çalıştığı, kamu görevlilerinin de sürecin hassasiyeti nedeniyle yeterince etkin olmadığını dile getirmişlerdi.

ÇÖZÜM SADECE CENAZE GELMEMESİ DEMEK DEĞİL 

Burada AK Parti'nin çözüm süreci ve bölge politikasına yönelik bir eleştirim olacak. Çözüm sürecinin başından beri AK Parti'nin doğacak boşluğu siyaseten doldurması gerektiğini savunuyoruz. Çözüm demek sadece şehit cenazelerinin gelmemesi demek değil. Tam tersine çözümün siyaseti ve çözümün dilinin de bölgeye hakim olması lazım.

Bölgenin hassasiyetleri güvenlik bürokrasisini ön plana çıkarıyor. Tansu Çiller dönemini hatırlıyorum. OHAL valileri, İçişler Bakanı'ndan önce geliyordu. Çiller hükümetinin İçişleri Bakanı olan Nahit Menteşe, 'Başbakan helikoptere beni değil, Emniyet Genel Müdürü olan Mehmet Ağar'ı alıyordu' demişti.

Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in, Çiller'in politikaları üzerindeki etkinliğini ise anlatmaya gerek yok.

Siyasi otoriteye bağlılık açısından Doğan Güreş, 'Başbakan tak emrediyor ben şak yapıyorum' dese de kazın ayağı hiç öyle değildi.

Yaş haddi dolduğu halde, 'Babası Kur'an-ı Kerimin kapağına başka bir tarihi yazmış' denilerek Cumhurbaşkanı Demirel'in itirazlarına rağmen Doğan Paşa'nın görev süresi 1 yıl daha uzatılmıştı.

90'LARDAN ÖRNEK VERMEK İSTEDİM 

90'lı yılların tablosu ile bugünü kıyaslamak mümkün değil. Askerin Başbakanlar tayin ettiği 'Demokrasinin üstündeki' dönemle, şimdi ki, 'Demokrasinin emrindeki' dönemi kıyaslamanın peşinde değilim. Ben sadece yakın siyasi tarihimizden bir örnek paylaşmak istedim.

Başbakan Davutoğlu'nun, Güneydoğu Milletvekillerinin bu taleplerinin üzerinde dikkatle durduğunu kaydetmek isterim.

Çözüm süreci ve asayişsizlik konusunda ise bayramdan önce bir adım atıldı. Valiliklere bu konuda bir uyarıda bulunuldu. Elimde yazılı bir metin olmadığı için bu aşamada bir genelge gönderildi diyemiyorum ama o yönde bir çalışma yapıldığını biliyorum.

ÇÖZÜM SÜRECİ ASAYİŞSİZLİK DEMEK DEĞİL 

Öz olarak şu: 

Çözüm süreci demek asayişsizlik demek değil. Valilikler olarak siz kamu otoritesini sağlayın. Çözüm sürecini ise biz yürütürüz.

Çözüm süreci bölgedeki gelişmelerden çok etkileniyor. IŞİD'in Irak'ta Erbil ve Mahmur Kampına bağlı köyleri hedef alması, Şengal katliamı ile Suriye'de Kobani'yi ele geçirmek için yürüttüğü kapsamlı savaş, sınırımızın öte yakasındaki Kürtlerin varlık-yokluk savaşlarını bir kez daha gündeme getirdi. Artık sınırların anlamsızlaştığı coğrafyamızda sınırın öte yakasındaki Kürtler diye bir tanımlamayı çok doğru bulmadığımı da belirtmek isterim.

Sadece coğrafi bir tarif için kullanabiliriz bu tanımları. Yoksa sınırın bu yakası da öte yakası da bizim kardeşlerimizin yaşadığı ve büyük acıların yaşandığı topraklar.

KÜRTLER İTTİFAK KURAMADI 

Körfez Savaşından bu yana IŞİD'in kapısına dayanmasıyla birlikte Erbil ilk kez bir işgal tehlikesi yaşadı. Erbil yönetimi açısından bu anlatılması çok zor bir travma idi. Ama bunun arkasında Irak ve Suriye'de iç savaş sürerken Barzani'nin ve Türkiye'nin tüm çabalarına rağmen Kürtlerin ittifak kuramamasının payı yok muydu?

Şimdi bu defterleri açmanın zamanı değil ama hatırlatmadan da geçemedim.

Kandil'in ve HDP yönetiminin artık şunu görmesi gerekiyor. Sınırın bu yakasında olsun ya da öbür tarafında hiç fark etmez. Kürtlerin huzuru Türkiye ile yapacakları ittifaktan geçiyor. Ama aynı zamanda Türklerin huzuru da Kürtlerle işbirliğine bağlı.

Sınır içinde sınır dışında her gelişme bunu bize bir kez daha gösteriyor.

ÖCALAN KANDİL'E İNANMIYOR 

Burada Kandil'in konumu önem kazanıyor. Kandil'deki savaş baronları, her gelişmeyi çözüm süreci üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallandırmaktan vazgeçmeli. Çünkü bu bir politika değil. Bu bir fırsatçılık. Ama artık inandırıcılığını kaybetti. Çünkü buna başta Öcalan inanmıyor.

Türkiye Cumhuriyeti 19 Eylül'ü 20 Eylül'e bağlayan gece 49 rehinesini tereyağından kıl çeker gibi bir cehennemin içinden çekip almış. Müthiş bir başarı öyküsü.

Kandil'e bakıyorsunuz. Türkiye rehinelere karşılık Kobani'yi IŞİD'e sattı. HDP'liler bu kampanyanın peşinde koşuyor. Sonra, 'Türkiye Kobani'ye yardım etmeli. Hani satmıştı? Çünkü o sabah Alman, İsrail ve Amerikan istihbaratı eş zamanlı olarak Kandil'i ablukaya alıyorlar. İstihbarat servislerinin ürettiği sahte belgelerle Türkiye ile IŞİD arasında anlaşma imzalandığı şeklinde kontr-espiyonaj çalışması yapıyorlar. Bu etkili de oluyor.

ETNA YANARDAĞI HAREKETE GEÇTİ DİYE SÜRECİ BİTİREBİLİRLER 

Sonuç ne? Rehinelerini kurtaran Türkiye aynı zamanda 150 Kobani Kürdünü Türkiye sınırlarının içine alıp koruyor, Salih Müslüm'i Türkiye'ye getirip, görüşmeler yapıyor.

Bu yaklaşım tarzı tehdit edilmez, diyalog kurulur. Öcalan İmralı'da bunu görüyor ama Kandil görmüyor.

Şu sıralar Etna Yanardağı ne zaman harekete geçecek diye araştırmaya başladım. Bu kafayla Kandil, Etna Yanardağı harekete geçti, çözüm süreci bitmiştir diye açıklama yaparsa şaşırmam.

Şuna yürekten inanıyorum. Çözüm süreci Kandil'in insafına terk edilmeyecek kadar ciddi bir iştir.