Meclis'in kararını kabullenemeyen ABD, Çandar'a göre Türkiye'nin yerine Katar Emirliği'ni koyuyor.
Abone olWolfowitz, Bush, Talabani üzerine... Bu haftaya damgasını Paul Wolfowitz'in açıklaması vurdu. Ardından gelen Marc Grossman mülakatıyla desteklenen Paul Wolfowitz açıklaması, yankılarının genişliği, derinliği ve içeriği nedeniyle, galiba yakın 'siyasi tarihimiz'de, bir başka deyimle Türk-Amerikan ilişkilerinde 1964 Johnson Mektubu ve 1975 Silah Ambargosu kadar önemli ve belki de -bir açıdan- onlar kadar olumsuz bir 'kilometre taşı' niteliği kazanacak. Bu 'gözlemimi' kendisine aktardım. Zaten, açıklamasının Türkiye'deki yankılarını merak ediyordu. Evet, 'haftanın olay adamı' Paul Wolfowitz'le Washington'da bir kez daha görüştüm. Ama, bu kez yanımda M.Ali Birand yoktu ve bu bir 'televizyon mülakatı' şeklinde değildi. Yine de, açıklamasının koparttığı fırtınanın 'muhasebesi' açısından, kuşkusuz, ilginçti. Nitekim, bu konuda yani Pazartesi günü kameralarımıza yaptığı açıklama konusunda, şu ana kadarki tartışmada söylenen bazı sözleri anlamsız kılacak bir 'yorum' getirdi. O, ne mi? Gelin, bunu bir tatil günü olan bugün değil de, bir iş günü ve önümüzdeki haftanın benim için ilk yazı günü olan Salı, değerlendirelim. Paul Wolfowitz'in bu hafta içinde Türkiye'de büyük fırtınalar kopartan ve Amerika'da da ilgi uyandıran -Washington'un tüm siyasi çevreleri bundan haberdardı ve ayrıca The New York Times gazetesinde uzun haber yazılarına konu oldu- Türk-Amerikan ilişkilerine dair açıklaması hakkındaki 'yorumu'nun ne olduğunu Salı günü aktaracağım. Bugün, Türkiye'de dikkatlerden kaçacağından emin olduğum ve bir bakıma Paul Wolfowitz açıklamasının içeriğiyle de yakın ilişkisi bulunan bir haberden söz edeceğim. The New York Times gazetesinde önceki gün, 'Bush Hails New Friends and Omits Some Old Ones' (Bush Yeni Dostları Selamlarken, Eskilerini Bir Yana Bırakıyor başlığıyla ve David Sanger ile James Dao ortak imzalarıyla gayet ilginç bir yazı yer aldı. Yazıda, Katar Emiri'ne gösterilen dostluğun, Türkiye'ye duyulan 'kızgınlık' ile irtibatı kuruluyor. İşte, o yazıdan bu yöndeki satırlar: "Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Katar Emiri Şeyh Hamad bin Khalifa el-Thani'yi Oval Ofis'e, emirliğindeki bir karargahtan savaşı yürütmek üzere Merkezi Komutanlığı Katar'da kabul etmesinden ötürü teşekkür edmek için davet ettiler. Bush, ona (Katar Emiri'ne), şöyle hitap etti: 'Amerika'ya bazı sözler verdiniz ve verdiğiniz sözleri tuttunuz.' Bu, sadakat konusunun önemini vurgulamış bir başkandan gelebilecek en yüksek övgüydü. Bu hafta içinde Amerika'nın kendi topraklarından bir kuzey cephesi açmasına izin vermemiş olduğu için, bu hafta içinde Amerikan yetkilileri (Paul Wolfowitz ve Marc Grossman) tarafından paylanmış olan Türkiye'nin liderlerinin, önümüzdeki haftalarda Oval Ofis'teki şöminenin etrafında oturmayacakları açıktı..." Yani, 'Türkiye'nin liderleri'nin önümüzdeki dönemde Beyaz Saray'a davet edilmeyecekleri belirtilmiş oluyor. Beyaz Saray'da Katar Emiri'nin kabulüyle ilgili bir haber yazısında, Katar Emiri'ne yapılan övgülerin bile Türkiye'ye duyulan 'kırgınlık-kızgınlık'la irtibatı kuruluyor. Türkiye'deki, büyük ihtimal, bu hükümetin ve yakın geçmişte Amerika'ya sırt çevirmiş olanları, üzeri Washington'da 'çizilmiş'e benziyor. Dolayısıyla, yukarı alıntıladığımız haber yazısında, Bush'un Türkiye'ye bakış açısı, kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bu durumda, Wolfowitz'in açıklamasının, aslında, Bush'un Türkiye'ye yönelik tavrının 'yumuşatılmış ifadesi' olduğunu dahi söylemek mümkün. Bush'un, 'Türkiye'ye tepki iması' ile Katar Emiri'ne övgüler yağdırdığı gün, bir yandan da Beyaz Saray'ın Roosevelt Salonu'na (Tayyip Erdoğan'ın 10 Aralık 2002'de kabul edildiği yer) NATO'ya yeni katılacak 7 ülkenin (Bulgaristan, Romanya, Slovenya, Slovakya, Litvanya, Letonya, Estonya) dışişleri bakanları, Başkan Bush ile bir sohbet toplantısı için davet edildiler. Bush, onlara hitaben şöyle diyor: "Irak savaşında, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri, barışa yönelik ağır bir tehdidi önlemek ve Irak'ı vahşi, pek vahşi bir rejimden kurtarmak için, Amerika ile yanyana durdular..." Ölçü, bu. Bir 'Washington ölçüsü.' Bu savaş, Washington'un gözünde bir tür 'Amerika ile Saddam'a karşı durma sınavı'na dönüşmüş. Wolfowitz'in, Türkiye'yi, Irak'taki Saddam rejiminin ne kadar kötü olduğunu anlamamak, Amerika'ya Saddam'ı devirmekte ve Irak halkının kurtuluşunda köstek olmakla eleştiren sözlerini, Bush'un bu sözleriyle yan yana koyun. Varacağınız sonuç, Türkiye'nin söz konusu sınavda, hiç değilse, 'bütünleme'ye kalmış olduğudur. Aynı günün The New York Times'ında 'Irak'ın geçici hükümetinde üst düzey bir görev alması beklenen Kürt lider' diye nitelediği Celal Talabani'nin, 'Saddam Hüseyin'in Irak halkına karşı işlediği suçlardan ötürü Arap devletlerinin liderlerinden hesap sorulması gerektiği'ne dair sözlerini başlığa taşıdığı, Patrick Tyler imzalı uzun bir haber yazı daha var. Talabani, Irak'ın çeşitli yerlerinde toplu mezarların ortaya çıkarılması üzerine, Saddam'ın totaliter idaresine destek veren Arap liderlerin, bu desteklerinden ötürü sorumluluk altında bulunduklarına işaret ediyor ve 'Irak halkından özür dilemeleri gerektiği'nin altını çiziyor. Bu arada Talabani'nin, Arap ülkelerini turlayan iki numarası Barham Salih, Kahire'de Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'ya alenen posta koyuyor ve 'Iraklılara niçin Saddam Hüseyin'i desteklediğini ve niçin onu devirmek için yola çıkan Amerika'nın başını çektiği askeri harekata karşı çıktığını açıklaması gerektiğini' bildiriyor. Bu, şu demek: 1. Türkiye'de saygısız bir uslupla 'baldırı çıplak aşiret reisleri' diye nitelenenler, komşu Irak'a, yani uluslararası sistemde ve bölgemizde önemli rol oynama ihtimali bulunan bir ülkeye 'lider' oluyorlar: 2. Zulüm rejimleriyle saf tutmuş olanların her türlü 'meşruiyetleri'nin sorgulanabileceği bir döneme giriyoruz. Ayrıca, 'Irak halkından yana imiş gibi gözükerek' savaş karşıtlığı güdenlerin, aslında Saddam rejimini kollamış oldukları gün gibi ortaya çıkıyor. Paul Wolfowitz'in 'bir milyon Müslümanı öldürmüş bir diktatörle iş tutmak'tan söz etmesinin de doğruluğu ve isabeti ortaya çıkıyor.