BIST 9.420
DOLAR 34,34
EURO 36,37
ALTIN 2.843,43
HABER /  GÜNCEL

Abdi İpekçi röportajı ilk kez medyada

Yılmaz Çetiner, öldürülmeden 15 gün önce Abdi İpekçi'yle yaptığı röportajı ilk defa yayımlıyor. Bugün İpekçi'nin Demirel ve Ecevit'i buluşturma planı var.

Abone ol

Yılmaz Çetiner, öldürülmeden 15 gün önce Abdi İpekçi'yle yaptığı röportajı ilk defa yayımlıyor. Çetiner'in Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde yayımladığı röportajın ilk bölümü 'Demirel ile Ecevit'i buluşturmak istedi' başlığını taşıyor.

Yazı: Yılmaz Çetiner
Kaynak:


12 Eylül'ün öncesinde ekonomik ve siyasi buhranın hâkim olduğu, terörün azıttığı bir ortamda İpekçi, bir türlü uzlaşmayan Demirel ile Ecevit'i 'barıştırmak' istiyordu. İki liderin anlaşmasıyla sorunların çözüleceğine inanıyordu

Abdi İpekçi'yle yapılan son röportaj - 1

Sunuş

Abdi İpekçi ile gazeteciliğe aynı yıllar başladık. Bir ara Yeni Sabah'ta beraber olduk. Sonra ben Vatan'a girdim. Yaklaşık 30 yıl Babıâli'de meslektaş, dost olduk. Bu, bize ayrıca da özel arkadaşlık kazandırdı.
Yıllar sonra ben onun Ankara temsilcisiydim, sonra röportaj yazarı. Hiçbir siyasi ve ticari çıkarı olmayan mesleğinin âşığı, okuyan, yeniliklere açık, ileriyi gören aydınlık bir gazeteciydi Abdi.
Bir gün, benim dizi röportaj ve inceleme tutkumdan olacak Milliyet'in belgesel bir tür romanını yazmamı istedi. Tabii Ercüment Karacan da beraber. Altı aydan fazla serbest kaldım, çalıştım eseri tamamladım. Bu arada Babıâli'nin eski ustalarıyla tanıştım onları dinledim.
1915'ten 1975 yılına kadar Babıâli'de geçen olayları tespit ettim, yazdım.
Abdi İpekçi'yle her gün karşı karşıya idik, hatta bazı akşamlar beraber çıkıp otomobiliyle Nişantaşı'na kadar gidiyordum. Ama bir türlü onu konuşturmak mümkün olamıyordu. "Akşama görüşürüz", "Yarın sabah görüşürüz", uzayıp gidiyordu...
Nihayet bir gün yakaladım aziz arkadaşımı... Kaçamadı ama takipçiliğim hoşuna gitti, gülmeye başladı.
- Ama, dedi; Turhan'ı (Aytul) da çağıralım Milliyet'teki bazı olayları hatırlatır.
Tamam dedim... ve başladım sorularımı sormaya.
Aradan tam 27 yıl geçti. Yazdığım 3. hamur kâğıtlar bile gevrekleşti... ama 21 sayfalık anı-röportaj sakladığım yerde demir gibi duruyordu.
Hani bazı yaşlı hasisler vardır! Birçok değerli eşyalarını ortaya çıkaramaz, üzerine oturur. Yoksa öyle miyim? Güldüm kendi kendime.
Geçen gün inanın biraz da heyecan içinde gazeteye gittim. 30 yıldır çalıştığım Milliyet'ten yaklaşık bir yıl uzak kalmıştım. Ohh hayat varmış!
Genç yönetmenimiz Sedat Ergin ile odasında sohbet ediyoruz. Sehpanın üzerine koyduğum şeffaf dosya içindeki sararmış kâğıtları gördü, "Ne bunlar ağabey" dedi... İşte tam gazeteci merakı!
Abdi İpekçi 27 yıl önce hayatını anlatıyordu bana. Nasıl gazeteci olduğunu. Milliyet'e girişini... Gazete içindeki olayları... Asıl önemlisi niçin ortanın solunu tuttuğunu... Ecevit'i bu konuda nasıl donattığını, kendisinin orta solun neresinde olduğunu...
"Dur dur" dedi, genel yönetmenim. Hayret dolu bakarak. "Bugüne kadar neden yazmadınız?" dedi.
Önce böylesine süratli önsezisini düşünememiştim. Geç kalmak bizim meslekte affedilmez, biliyorum. Yalnız şunu söyleyeyim, Abdi olsaydı aynı manzara karşısında o da böyle yapardı. Hatta bir odayı kapatır, hazırla şu yazıyı derdi.
Ve işte Abdi İpekçi'yle ölümünden iki hafta önce yapılan 27 yıllık konuşma...

Demirel ile Ecevit'i buluşturmak istedi

Abdi İpekçi Ankara'ya gidecekti. Başkentte siyasi hava hayli karışıktı. Büyük illerde ve Doğu'da sıkıyönetim vardı. İki büyük parti, Adalet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir asgari müşterekte anlaşıp bir araya gelemiyorlardı. Diyalog kopmuştu.

Halk her gün şiddetlenen terör olaylarından, işlenen siyasi cinayetlerden ürkmüştü! Öte yandan ekonomik yoksulluklar içinde kıvranıp duruyordu.
Akaryakıt, şeker, yağ tüm ihtiyaç maddeleri piyasada yoktu. Üstelik fiyatlar ulaşılamayacak kadar yüksekti.

İşte bu ortamda Abdi İpekçi, Demirel ile hükümetin başı olan Başbakan Ecevit'i bir araya getirmek istiyordu.

İki lider arasında anlaşmayı sağlarsa halledilmeyecek sorun yoktu. Terör kesilirse halkımız rahat nefes alırdı, ekonomi düzelebilirdi.

Ecevit'i eleştiriyorduk

Abdi İpekçi'nin ertesi sabah Ankara'ya gideceğinin gecesi, tesadüfen ben de bizim meşhur yazı işleri müdürlüğü masasındaki arkadaşları Nişantaşı'nda Corc'un yeni açtığı Kulis'e davet etmiştim. Benim pazarım dahil ömrüm bu arkadaşlarımın yanında geçerdi...

Turhan Aytul, Doğan Heper, Tufan Türenç ile Pınar Türenç, Azer Bortaçina, Erhan Akyıldız, Faik Akın hep beraberdik... Hasan Pulur gelememişti.

Daha kadehlerimize içki koymadan gayet neşeli Abdi İpekçi geldi oturdu aramıza. "Çocuklar çok iyi yaptınız, biraz kafanız dinlenir" dedi. Hepimiz mutlu olmuştuk!

Birkaç dakika sonra havamızı bulduk! Ben Bülent Ecevit'i fazla eleştiriyor, okuyucuların da şikâyetlerini aktarıyordum. Gazetenin yöneticileri olarak Doğan ile Tufan örnekler vererek Ecevit'i eleştiriyorlardı. Fakat, Abdi gayet rahat tartışıyor, eleştirilere kızmadan cevaplar yetiştiriyordu.

Demirel 'Kal' demiş...

Daha önce odasında bir gün, kendisine şöyle söylemiştim:
- Abdiciğim, Bülent Ecevit şöyle şöyle söyleyecek ama... diye yazıyorsun, mazeret beyan ediyorsun! Ne olur bu kadar açık savunma Ecevit'i diyordum.

Gülüyordu. "Sahi mi söylüyorsun. Ben bu kadar mı fazla Ecevit taraftarı görünüyorum? Eğriye eğri, doğruya doğru diyorum sadece..."
Yazı İşleri Müdürü Hasan Pulur'un, Doğan Heper'in, Turhan Aytul'un düşünceleri de gazetenin fazla Ecevitçi olduğu şeklindeydi. İpekçi son aylar dozunu azaltmıştı savunmasının ama Ecevit sıkışınca yine dayanamıyor... "yarattığı lideri" kurtarmaya çalışıyordu.
İşte az sonra Kulis'ten ayrılan Abdi arkadaşımız Ankara'ya Başbakan Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel arasında bir anlaşma bir yakınlaşma sağlamak umuduyla gidiyordu.

Şu kadarını söyleyebilirim, Ecevit buluştuklarında o ortamda bile, Abdi İpekçi'ye, "Nurlu ufuklar"dan bahsetmiş, "Taze para bulunabileceğini her şeyin düzeleceği"ni anlatmış!

Süleyman Demirel ise Abdi'ye İstanbul'a gitmemesi için çok ısrar etmiş, "Kal burada, bu meseleyi konuşalım tartışalım" demiş.

Ama yola çıkmış, kaderine koşmuş Genel Yönetmenimiz Abdi İpekçi...

Milliyet için ikna ettiler

ÇETİNER- Gazeteciliğe nasıl başladınız? Ali Naci Bey'le nasıl tanıştınız?
İPEKÇİ- Gazeteciliğe Galatasaray'ın ortaokul sınıflarında iken amatör olarak başladım. Önce spor dergilerine karikatür çiziyordum. Sonra mizahi dergilere de karikatür çizmeye başladım. Spor dergilerindeki çalışmalarım, karikatürcülüğün yanı sıra yazarlık olarak da gelişti. Lise son sınıflarında spor dergilerinde sekreterlik de yapmaya başladım. Liseyi bitirdikten sonra Hukuk Fakültesi'ne devam ederken, günlük gazetelerde profesyonel olarak ilk çalışmalarım başladı.
Yeni Sabah gazetesine muhabir olarak girdim. Daha sonra Yeni İstanbul'da sekreter olarak çalıştım. Yeni İstanbul'da yanında çalıştığım Mithat Perin, İstanbul Ekspres gazetesini kurduğu zaman beni Yazı İşleri Müdürü olarak aldı. Orada Yazı İşleri Müdürü olarak çalıştım ve bu arada askerlik görevini yapmak üzere ara verdim. Yedek subaylığımı Kore'de yaptım. Kore'den dönünce İzmir'de Osman Karaca beni karşıladı.

Birkaç haftalık tereddüt

Milliyet gazetesinin yeni bir hazırlık içerisinde kendini yenileyerek çıkacağını ve Yazı İşleri Müdürü olarak beni almak istediklerini söyledi. İzmir'den geldikten sonra bir süre tereddüt dönemi geçirdim. Bu birkaç hafta sürdü. Daha sonra işte sağdan soldan gelen haberler üzerine...

ÇETİNER - Milliyet olmasaydı nereye girecektin? Yahut ne yapmak isterdin?
İPEKÇİ - Benim aslında geçirdiğim tereddüt şuydu: Milliyet olmasaydı, nereye gireceğimi düşünmedim de, geldikten sonra Babıali'de dolaştım. Yani İstanbul Ekspres'ten resmen ayrılmış, kopmuş değildim aslında. Fakat bilmiyorum neydi o tereddüt tam olarak.

Çok kuvvetli bir şahsiyetti

Öyle bir şey kalmış hafızamda bir iz olarak. Ha, iyi bir şey yapmak istiyordum. Mesleğe daha ciddi olarak girmek istiyordum. Bunun imkânları ne olabilir, diye düşünüyordum. İşte o arada Osman Karaca'nın söylediği davet, sağdan soldan daha ısrarlı gelmeye başlayınca, bir kere gideyim, konuşayım dedim. Belki dedim, Milliyet'ten gelen bu daveti başında biraz tereddütle karşılamış olmam, eski Milliyet, yani 1950 yıllarındaki Milliyet'in havası, tutumu, politikası ile bana çok çekici gelmeyen bir gazete oluşu, o davete derhal sevinerek, isteyerek koşmamı önlemişti.
Şimdi hafızamda öyle kalmış, bilmiyorum. Fakat bir kere git, mutlaka konuş diye ısrar edilince, gittim, konuştum. O konuşma sonucunda...

ÇETİNER - Kiminle? Ercüment Bey'le mi, Ali Naci Bey'le mi?
İPEKÇİ - Hatırladığım kadarıyla her ikisi de vardı. O konuşma sonunda tereddütlerim giderildi. Yani, yenilenen Milliyet'in 1950'nin başında çıkan Milliyet'ten her bakımdan çok farklı olacağına inandım. Politikası bakımından, tutumu bakımından, gazetecilik yapma olanakları bakımından, yeni bir yaratma hevesini tatmin bakımından, kapıların açık olduğunu gördüm.
Gerçi o zamana kadar Naci Bey'le tanışmışlığım, konuşmuşluğum olmamıştı ama, tanıyanların bildiği gibi Naci Bey sempatik bir adamdı, o yönüyle de beni etkiledi. Sonra çok heveslendirdi, bir insanı gazeteciliğe teşvik, heveslendirme bakımından çok kuvvetli bir şahsiyete sahipti Naci Bey. O yönüyle de etkiledi.

ÇETİNER - Nerede olmuştu bu?
İPEKÇİ - Eski binada...

YARIN

İpekçi hayalindeki gazeteyi yapabildi mi?
Milliyet'in yeni çizgisi konusunda gazetenin sahipleriyle nasıl anlaştı?
Milliyet'e başladığında Abdi İpekçi'ye neden tepki gösterildi?