BIST 9.143
DOLAR 34,55
EURO 36,45
ALTIN 2.962,65
HABER /  GÜNCEL

AB Türk medyasını da değiştirecek

Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerinin bundan sonraki seyrinde pek çok değişimin kaçınılmaz olacağına dikkat çeken Dumanlı, bundan medya da payını alacağını söyledi.

Abone ol

Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bundan sonra yoğunlaşarak ivme kazanacağına dikkat çeken Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı, "Türk medyası da değişmek zorunda" yazısında değişimin medyaya da yansıyacağını öne sürdü:

- Geçen hafta tarihî bir hadiseye şahit olduk. Avrupa Birliği, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı aldı.

Bu karar, sadece Türkiye için değil; Avrupa için de yeni bir dönemin başlaması, yeni bir sayfanın açılması anlamına geliyor. Avrupa ilk defa Müslüman bir ülkeyle bu kadar yakınlaşmış oluyor. Nereden bakılırsa bakılsın dünya tarihi açısından önemli bir adım...

Ekim 2005'te başlayacak müzakereler yıllarca sürecek. Bu arada pek çok şey değişmeye mecbur. 31 başlık altında toplanan müzakere konularına bakıldığında anlaşılıyor ki Türkiye pek çok alanda yeniden yapılanmak zorunda. 17 Aralık zirvesine gelene kadar Kopenhag Kriterleri için çok büyük adımlar atılmıştı. O adımların izlerini günlük hayatta görmeye başlayan kamuoyu, değişimin hızla mesafe aldığına da şahit olacak... Şimdi herkes merak içinde. Sokakta kokoreç satılacak mı, pilav üstü döner meydanlarda yenilebilecek mi, mahalle arasında kurban kesilebilecek mi?..

Türk basını, hadiseleri basite indirgemeyi ve magazin sayılabilecek ayrıntılarla süslemeyi seviyor. AB müzakere süreci de yine bu tür algılama biçimleriyle dile getiriliyor. Belki halk da teorik kehanetler yerine, daha somut örnekler görmek istiyor. Dolayısıyla medya, konuyu çarpıcı misallerle hülasa ederek diyor ki: "Ey halkım AB hedefi için bazı alışkanlıklarından vazgeçeceksin. Sen iyisi mi yeni standartlara şimdiden alış!"

Gerçekten de halk, bu yeni duruma alışmak için yoğun bir gayret içinde. Neredeyse her mevzua, "AB sürecinde bu iş nasıl olacak, ne değişecek?" diye bakıyor. Aslında halkta böyle bir intiba uyandıran basının kendine şu soruyu yöneltmesi gerekiyor: Gelecek 10 yıl içinde Türkiye büyük bir değişim yaşarken Türk medyası bu gelişmelerin neresinde yer alır? Daha doğrusu "Nerede yer almalıdır?" Avrupa Birliği'ne üye olmanın en temel esprisi, standartlarla kuşatılmış bir hayat tercihine dayanıyor. Böyle bir kuşatmadaki maksat, zaman, şahıs, çevre şartlarının bahane edilerek keyfî uygulamalar yapılmasının önüne geçmek...

Medyayı bekleyen zorunlu değişim

Müzakere başlıklarında basın ile ilgili doğrudan bir madde yok. Tabii ki bazı maddeler (şirketler hukuku, rekabet, telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri gibi) sektörel değişimi beraberinde getirecektir. Ancak AB müzakerelerinde karşımıza yeni bir medya modeli çıkmayacak. Zaten AB ülkelerindeki basın, temel meslekî standartlarda büyük benzerlik gösterse de ülke şartlarına göre değişik tarzlar ortaya koyuyor...

Açık konuşmak gerekirse, önümüzdeki 10 yıl içinde Türkiye çok değişecek. Siyasette, ekonomide büyük değişimlere şahit olacağız. Bu hızlı değişimden en çok etkilenecek sektörlerin başında medya geliyor. Çünkü AB vesilesiyle yaşanacak süreç, sektörel dayatmalardan ziyade, zihnî değişimi şart koşuyor. En temel AB felsefesi, bireyin hakları üzerine kurulu. Tek bir ferdi devletle adeta eşitliyor. O yüzden devletlerin "Mal da benim, mülk de benim; dilediğimi yaparım" gibi bir felsefeyle bireye yaklaşması mümkün değil. Devlet, baba rolünden sıyrılmak, ferde hizmet sunmanın yollarını aramak zorunda. Hal böyle olunca ideal birey, devlete her konuda boyun eğen, ona kendini feda eden bir şahsiyet olmaktan çıkıyor; devletten daha doğru hizmet bekleyen, umduğunu bulamadığında onu eleştiren, hatta şikayet edip hak talep eden bir karaktere bürünüyor...

Medya gelecekte etkin bir şekilde karşısına dikilecek yeni insan modeline göre kendine yeni bir yol bulmak zorunda. Bireyin inancı, hayat tarzı ve tercihi, her geçen gün biraz daha dokunulmaz bir alana kayacak. İnsanları yaftalamanın, sorgulamanın, aşağılamanın zorlaşacağı bir döneme giriyoruz.

Medya, insanları kategorize edemeyecek

21. yüzyıl, düşünce suçlarının ortadan kalkacağı, malî suçların daha sıkı denetim altına alınacağı bir çağ olacak. Uluslararası terörizmin meydana getirdiği şaşkınlık, bu tezi zayıflatıyor gibi görünse bile, panik havasının giderek dağılacağı ve marjinal gruplara karşı inanç özgürlüğüne dokunulmayacak bir yolun bulunacağını söylemek mümkün.

Medyadaki değişim rüzgârları, sadece bireyin kazanacağı yeni pozisyona dayanmıyor. AB süreci bireyi demokratik örgütlenmelere teşvik edecek. Sivil toplum kuruluşlarının ağırlığı, hiç olmadığı kadar derinden ve yakından hissedilecek. Sivil toplum kuruluşları denince bu ülkede hâlâ akıllı, uslu (daha doğrusu sistem tarafından besli) dernekler anlaşılabiliyor. Bu ülkede kendini sivil toplum kuruluşu diye tanıtan pek çok organizasyon, sırtını devlete (bazen de derin devlet diye nitelendirilen meçhul kudrete) dayamak zorunda hissediyor. Oysa Avrupalının anladığı sivil toplum kuruluşu, bireyin özgür (bazen de aykırı) görüşünden gücünü alıyor ve resmî otoriteden olabildiğince uzak bir mesafede duruyor.

O yüzden bu tip kuruluşlara NGO (Non-Governmental Organization) deniyor. Mana itibarıyla 'sivil toplum kuruluşları' diye tercüme edilse de, seçilen sözcüklerin ruhundan "devlet dışı organizeler" anlamını çıkarmak mümkün. Dolayısıyla sivil toplum kuruluşlarının kendine çekidüzen vermesi, bireyin haklarına odaklanması, sistem bağlantısından sıyrılarak, daha özgürlükçü, daha demokratik bir yapıya kavuşması gerekiyor. Bu yapı, devlet düşmanlığı, rejim karşıtlığı gibi anlama da indirgenemez; çünkü bu gelişim, kargaşadan ziyade uzlaşıya dayanıyor...

Birey ve toplum daha özgürlükçü ufka doğru yürürken, insanların düşünce ve inançlarından dolayı medya aracılığıyla kategorize edilmesi, onların potansiyel suçlu olarak sunulması, hezeyan dolu yakıştırmalarla kampanyalar düzenlemesi vs. mümkün olmayacak...

Bir de kendini herhangi bir ideolojik grubun arkasına alarak oradan serbest atış yapmayı huy edinmiş bir tür gazetecilik var Türkiye'de. Soğuk Savaş bitti, onlar hâlâ savaş rüyalarıyla yaşıyor. Global terör, insanlığı topyekûn tehdit ediyor, onlar hâlâ eski savaş şarkılarıyla sermest... İdeolojik şartlanmaya, grup taassubuna dayanan medyayı zor günler bekliyor.

Basının bir dünya görüşü olabilir; hatta bu görüş, ona bir fikrî derinlik ve zenginlik de katabilir. Ne var ki bunu kin ve nefretin ocağı haline getirmek, alevleri gökyüzünü yalayacak bir yangına körükle yaklaşmak demektir. Artık yeryüzünün küçük bir adacığında yakılan bir kibrit, bütün insanlığı tehdit edebiliyor. O yüzden demokratik disiplinlerin yaptırımları, her geçen gün sosyal hayatı kuşatıyor. Bu kuşatma, otoritenin cenderesini daha sağlam kayıtlar altına almasına değil; bireyin daha sağlam bir zeminde daha net bir pozisyon kazanmasına bağlı. Bu duruma medyanın da bir an önce alışması, toplumla barışması, tahammül kültürünü demokratik bir zemine taşıması gerekiyor...

Basının AB süreci içinde ticaretteki gelişmelere ayak uydurması, Batı medyası ile daha reel rekabet imkânına kavuşması vs. hiç de zor değil; yeter ki AB kriterleri çerçevesinde zihnî gelişimini tamamlamış olsun...

Yazı: Ekrem Dumanlı
Kaynak: www.zaman.com.tr