934 = Vatan Sağolsun
Osmanlı Devleti, binlerce yıllık ordu geleneği ve birikimini kendinden önceki devletlerden teslim almış olan bir devletti. Türkiye Cumhuriyeti de bu emaneti ondan devralıp, Kurtuluş Savaşı’nda canlar pahasına savaşlar kazanarak “ordunun kutsallığı” üzerine kuruldu. Ve bu mesaj, kahramanlık hikâyelerinin okullarda, evlerde nesilden nesile aktarılmasıyla güçlendirildi.
Keza Kıbrıs Barış Harekâtı ve kemikleşen terör sorunu, “vatan sana canım feda” olgusunu çok daha sıcak tuttu. Ve terör nedeniyle şehit olan askerlerin evlerine düşen ateş, sayıları sürekli artan “şehit ailelerini” toplumun önemli bir mağduru ve acılı kesimi haline getirdi.
Yani yakın cumhuriyet tarihimiz boyunca; “dört bir tarafımız düşman”, “bizi bölmek istiyorlar”, “Sevr korkusu” gibi politikalar, askerlik vazifesini yapmak adına ciddi bir motivasyon unsuru oldu.
Fakat büyük emeklerle yetiştirdikleri çocuklarını bir onur olarak, kutlamalarla askere gönderen anne babalar, son yıllarda ordudaki yanlış yönetimler yüzünden “askerde intihar” eden çocuklarının haberlerini almaya başladılar. Dahası bunları sorgular hale geldiler.
Milli Savunma Bakanı son iki buçuk yılda kışlalarda “252” ölümün gerçekleştiğini ve bunlardan “175”nin kayıtlara “intihar” olarak geçtiğini belirtti. Son on yılda ise, terörle mücadelede verilen şehit sayısından daha fazlasını, “934” gencimizin intihar etmeleri sonucunda verdik.
Bunlara ek olarak intihar edenlerin yanı sıra, askerde “akıl sağlını yitiren ve kalıcı fiziksel hasarlara sahip olan” gencecik insanlarımız da oluştu. Tüm bu rakamları birleştirince, ortada ciddi toplumsal bir sorunun varlığından söz edebiliriz.
Gazeteler, gencecik askerlerimizin şehit olmasından ötürü her gün Kürt sorununun çözümü adına çarşaf çarşaf analizler, haberler, köşe yazıları yayınlıyorlar. Yani tek derdimiz “ölümlerin durmasıysa”, şehit sayısından fazla olan “intiharlar” da en az terör kadar çözülmesi gereken bir “sosyal yara” olarak çarpıcı biçimde gözümüzün önünde durmaktadır.
Ayrıca evlatlarının intihar ettiğini öğrenen aileler için ölüm şeklinin zaman zaman “şüpheli bir ölüm” olması, devlete ve orduya duydukları güvende ciddi anlamda bir zedelenmeyi de meydana getirmektedir.
Devletten gerekli açıklamaları alamayan, çocuklarının ne şekilde öldüğünü öğrenemeyen aileler, bu nedenle canları olan yavrularının katili olarak devleti görmeye başlıyorlar. Bu durum hem ailelerin hak etmedikleri acıları yaşamalarına, hem de devlete öfkeli insanların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Zaten özellikle devlet politikasında değişmeye yüz tutan “dört bir tarafı düşmanlarla çevrili” ülke algısı ve eğitim - refah seviyesinin artmasıyla birlikte “vatani görevi yapmaya” karşı toplumun istekliliğinde doğal bir azalma söz konusu. Ayrıca, artık şehit cenazelerinde eski geleneğin aksine, anne babalardan devlete karşı isyan eder çıkışlara da şahit olabiliyoruz.
Yani yetkililerin, ailelerin bu sesine kulak vererek acil bir biçimde konuya el atmaları gerekiyor.
Öncelikle ordunun çalışma biçimini yeni baştan sorgulamamız ve Genelkurmay Başkanlığı’nın ciddi bir özeleştiri sürecine girmesi gerekiyor. Çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nde hala 50-60 yıl önceki metotlarla ve askeri yönetim teknikleriyle askerleri eğitmeye, disiplin altında tutmaya çalışan bir yönetim anlayışı söz konusu. Bu nedenle ciddi bir yönetsel reforma ve ABD’deki “intihar önleme merkezleri” gibi, orduda intiharın sebeplerini bulma ve bu sebepleri ortadan kaldırma işlevini üstlenecek organizasyonların açılmasına ihtiyaç var.
Örneğin; “Asker Hakları Platformu”nun kendisine gelen başvurular neticesinde hazırladığı raporda intihar vakalarının en önemli nedenleri arasında “kötü muamele, tehdit, orantısız cezalar, dayak, hakaret” gibi unsurların olduğunu ortaya koyuyor. Rapordan da anlaşılacağı gibi, TSK’nın intiharlar konusunda ciddi biçimde kusurlu olabileceğini belirtiyor. Bu nedenle TSK’nın intihar vakalarının üzerine gidip, sorumluları tespit etmesi ve gereken önlemleri alması gerekiyor.
Durkheim, “Ordudaki intihar, ilkel toplumlardaki intiharın bir arta kalımıdır. Çünkü askerlik ahlakı, bazı yönleriyle ilkel ahlakın bir arta kalımıdır. İlkel toplumdan uzaklaştıkça, intihar sayılarında da azalma görülecektir” der.
Bu yüzden orduyu çağdaş düzeylere taşıdıkça, insan hakları ihlallerini azalttıkça intihar vakalarında gözle görülür bir düşüş olacaktır.
Yani TSK, insan odaklı bir yönetim biçimini benimsemek zorunda. Canı pahasına vatanını koruyan gençlerimizin ve onların ailelerinin hayatlarını hiçe saymamamız gerekiyor.
Artık “vatan sağolsun” anlayışından “vatandaş sağ olsun” anlayışına geçmemiz şart!