BIST 10.025
DOLAR 35,21
EURO 36,74
ALTIN 2.964,47
HABER /  GÜNCEL

90’larda ne olmuştu: Güneydoğu’da sivil olmak

'OHAL hava karardıktan sonra sokağa çıkma yasağı getirmiyordu. Fakat kimse o saatleri dışarıda olmak için güvenli bulmuyordu...' Rengin Arslan'ın yazı dizisinde o yılları yaşayanlar anlatıyor.

Abone ol

"Bizim başka bölgelerde yaşayan akranlarımız... Televizyonlara bakıyorduk. Çocuk eğlence parklarında, şurada, burada. Hava kararır kararmaz annelerimiz babalarımız çoban gibi, alırlardı bizi içeriye. Bir odaya tıkarlardı. Sabaha kadar.”

"Bildiğin Gibi Değil, 90’larda Güneydoğu’da Çocuk Olmak" kitabında, çocukluğunu Yüksekova’da geçirmiş bir kadın böyle anlatıyor o yılları.

Güneydoğu ve doğu illerinde ilk kez Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki hükümet tarafından 1978 yılında uygulanmaya başlanan sıkıyönetim o dönem İstanbul ve Ankara’yı da kapsıyordu. Kahramanmaraş’ta Alevilere yönelik saldırılar olalı birkaç gün olmuş, ülkenin pek çok yerinde sağ ve sol arasındaki çatışmalar sıkıyönetim kararının alınmasının nedeni olarak sunulmuştu.

1980 askeri darbesiyle sıkıyönetim tüm ülkeye yayılmış, en son güneydoğu illerinde olmak üzere 1987 yılında kaldırılmıştı.

Ancak bu, güneydoğu illeri için yüksek seviyede güvenlik uygulamalarının bir sonu anlamına gelmiyordu.

1990 yılında güneydoğuda on ilde olağanüstü hal (OHAL) uygulanmaya başlamış. Olağanüstü halin yetkileriyle donatılmış valiler bölgede görev yapmıştı.

OHAL’in geniş yetkileri içinde güvensizlik

Valiler arttırılmış yetkileriyle görev yaparken, polis için de durum aynıydı. Yollar asker tarafından geçişlere kapatılabiliyor, neredeyse kimse zorunlu olmadıkça seyahat etmiyordu.

Bu yazı dizisi için konuştuğum hemen herkes ise istisnasız “hava karardığında evlere girildiğinden” bahsediyor. OHAL hava karardıktan sonra sokağa çıkma yasağı getirmiyordu oysa. Fakat kimse o saatleri dışarıda olmak için güvenli bulmuyordu.

Elbette OHAL’in getirdiği bu olağanüstü durumun yanı sıra bazı dönemlerde sokağa çıkma yasağı ilan ediliyordu.

Dolayısıyla bir sivilin hayatını güneşin doğma ve batma saatleri belirliyordu. Bu durum, o gün yaşanan çatışma, faili meçhul cinayetler, ev baskınları göz önüne alındığında ufak bir kaygı gibi görünse de, o günleri anlatan bir sembol olmaya devam ediyor.

Boşaltılan köylerin etkileri

Bir diğeri ise milyonlarca kişiyi evinden eden köy boşaltma uygulamalarıydı. Devlet yetkilileri köy ve mezraların boşaltılmasını PKK ile mücadelenin bir parçası olarak uyguluyordu. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği’nin 1995 Temmuz ayında TBMM’nin ilgili komisyonuna verdiği bilgiye göre yaklaşık 312 bin kişi köyünden, mezrasından, evinden ve tarlasından ayrılmak durumunda kalmıştı.

90’lı yıllarda 3 bin köy ve mezra boşaltılmış ve köylerden kentlere göçen insan sayısı katlanmıştı.

Köylerinden ve geçim kaynaklarından edilen köylüler şehirde işsizlikle yüz yüze kalmış, kadınlar ise üretime katıldıkları topraklarından ayrılıp, şehirde evlerden çıkamadan ve hayattan kopuk bir yaşam sürmeye başlamışlardı.

2002’ye kadar uygulanmaya devam eden olağanüstü uygulamanın, olağan sonucu ise güvenliğin arttığı değil, toplumun farklı kesimleri için tekinsiz bir ortamın getirdiği tedirginlik olmuştu.

Yol kesmeler, faili meçhuller

1993 ayının Mayıs ayında Bingöl’den Ankara’ya giden öğretmen Naim Şahin olağanüstü ortamda yaşanan güvensiz ortamı birebir yaşamıştı. Yeni tayin edildiği Bingöl’de geçirdiği rahatsızlık nedeniyle Ankara’ya giderken, Bingöl-Elazığ yolunda yolları PKK militanları tarafından kesildi.

BBC Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Şahin, o gün kendi otobüsleriyle birlikte onlarca arabanın durdurulduğunu, PKK militanlarının kimlik kontrolü yaptıktan sonra otobüstekileri iki gruba ayırdığını söylüyor.

Şahin, öğretmen olduğunu gizlemeyi başarmış ve bir boşluktan yararlanarak, genelde bölge illerinden gelen Kürtleri ayırdıkları gruba kendini dahil etmişti.

Şahin o gün olanları şöyle anlatıyor: “Bir grubu dağa götürmek için ayırdılar. Onların arasına karıştım. Dağa çıktık. Harman yeri gibi geniş bir alan var. Üç kişi var. Biri propaganda yapıyor. Seçim var o sırada. Karga buruna oy vermeyin dedi. O öyle deyince insanlar gülüştü. Sonra teker teker kimlikleri geri verip bıraktılar.”

Şahin, diğer gruba ayrılan dokuz kişinin daha sonradan kurtarıldığını, bir kısmının iki ateş arasında kalarak yaralandığı ilerleyen günlerde haberlerden öğrendiğini söylüyor.

Naim Şahin’in de içinde bulunduğu otobüsün durdurulması ve aralarında öğretmenlerin de olduğu grubun kaçırılması, o gün olan tek olay değildi. Ateşkesin sürdüğü o günlerde, PKK’nın en çok tartışılan silahlı saldırılarından biri yine Bingöl-Elazığ karayolunda gerçekleşmişti. 33 asker bu saldırıda hayatını kaybetmiş, Abdullah Öcalan o zaman yaptığı açıklamada, bunun ateşkese uymayan devlete karşı bir misilleme olduğunu söylemişti.

Öbür tarafta aynı yıllarda, sivil halk arasında kaybedilenlerin sayısı artıyordu.

Şırnak’ta, dönemin içişleri bakanı İsmet Sezgin’in ifadesiyle “karşılıklı hata yapıldı” dediği çatışmaların ertesi günü çalıştığı madenden dönerken gözaltına alınan Mehmet Ertak, bir daha evine geri dönmemişti.

Şırnak’ta madenci olan Mehmet Ertak’ın kaybedilmesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2000 yılında yaşam hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum etmişti.

OHAL günlerinde ekonomi

Güvenliksiz bir ortamın onlarca kentin normali olduğu bir bölgede elbette ekonomik kalkınmadan söz etmek de kolay değil.

Bugün Türk Girişim ve İş Dünyası Konfedarasyonu Başkanı olan, 90’ları ise bir lise öğrencisi olarak Cizre’de yaşayan işadamı Tarkan Kadıoğlu, sorularımı yanıtlarken, o günlerden olmayanları neredeyse tek bir cümlede art arda sıralıyor. Köylerin boşaltılmasının ekonomiyi nasıl etkilediğini anlatıyor:

İş adamı Tarkan Kadooğlu, 90'larda Cizre'de bir lise öğrencisiydi.

“Hemen her gün faili meçhul şekilde insanların öldürülmesi, köylerin boşaltılması, 1 milyondan fazla insanın köylerden kentlere göç etmesi, bölge ekonomisinin en büyük taşıyıcısı olan tarımın ve hayvancılığın köylerin boşaltılması nedeniyle bitmesine neden oldu. Ayrıca güvenlik politikaları nedeniyle meracılık son buldu. Ağır sanayiye baktığınızda doğu ve güneydoğuda hiçbir zaman olmamıştı zaten. Güvenli olmadığı için bölgeye ulusal veya yabancı yatırımcı gelmiyordu” diyor.

Bazı ilçeler dahil olmak üzere köy yollarının hiç olmadığını, seyahat güvenliğinin bulunmadığını ve altyapının yok denecek kadar kötü olduğunu belirtiyor.

Genel görünümü ise şöyle özetliyor: “Hukuk işlemiyordu. Karanlık odaklar bölgeye hakim olmuştu. Güvenlik boyutuna önem verildiği için kamu yatırımları yapılmıyordu. Savaşa kaynak ayrılıyordu. Savaşa yüz milyarlarca lira harcandığını düşünürsek, bu para bölgeyi birkaç kez kalkındırmaya yeterdi aslında.”