Kendisini eleştiren ve farklı düşünceler taşıyan bütün öğretim üyeleri, irticacı ve bölücü diye damagalandı.
Abone olBaşkanlığı süresince üniversiteleri bir kışla gibi yöneten Kemal Gürüz'ün son beş yıl içinde tam 750 öğretim üyesi için rektörlere soruşturma açılması talimatı verdiği ortaya çıktı. Kendisini eleştiren ya da farklı düşünceler taşıyan bütün öğretim üyeleri, düşüncesi ne olursa olsun "irticacı ve bölücü" diye damgalandı. İşin düşündürücü tarafı hukuki bir dayanağı olmayan bu fişlemeye diğer öğretim üyelerinin sessiz kalmasıydı. Üniversitelerdeki karmaşayı sona erdirmek için kurulan Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) Başkanı Kemal Gürüz'ün görev yaptığı dönemde üniversiteler çok sesli olma özelliğini kaybetti. Farklı fikirlere sahip olan öğretim üyeleri psikolojik baskı altına alındı, soruşturmaya uğradı. Toplumsal tepkileri, demokratik talepleri dikkate almayan Gürüz'ün icraatları karşısında sindirilen 75 bin öğretim üyesi susmak zorunda kaldı. Televoleden, kelebeklerin sorunlarına kadar binlerce konuda konuşan akademisyenlerin sessizliğinin altında YÖK’ün istihbaratı yatıyor. 1997’den beri bilim adamlarının tek tek dosyasını tutan YÖK, son 5 yıl içerisinde 750 kişinin sakıncalı olduğuna kanaat getirdi. İdeolojik yapılarının tehlikeli olduğuna kanaat getirilen öğretim üyeleri, bizzat Kemal Gürüz imzasıyla üniversite rektörlerine bildiriliyor ve “gereğinin yapılarak, sonuçtan bilgi verilmesi” emrediliyor. YÖK Başkanı Kemal Gürüz, ‘gizli’ ibareli emirlerle, neye göre belirlendiği belli olmayan ‘sakıncalı’ ideolojileri benimsemiş akademisyenleri önce idari kadrolardan aldırıyor; sonra başka bir üniversiteye sürgün ettiriyor ve son olarak da meslekten men edebiliyor. Son 5 yıl içerisinde 750 ‘sakıncalı (!) öğretim üyesi’ saptandı ve bunların 492’si hakkında fiili işlem başlatıldı. İrtica, solculuk, Cumhuriyet ilkeleriyle uyumsuzluk, Kürtçülük hatta Arapçılık suçlamalarıyla karşılaşan öğretim üyelerinin Gürüz’ün uygulamalarına direnmemeleri ise daha acı. Mevcut yasaya göre rektörler ve YÖK, öğretim üyelerinin akademik unvanlarını geri alabiliyor, onları meslekten men edebiliyor;hatta kamu hizmetlerinden mahrum bırakabiliyor. Rektörlükten, dekanlıktan ve bölüm başkanlığından alınan bir akademisyen için unvanını koruyup işine devam edebilmek büyük nimet. Tek işleri bilimsel çalışma olan 75 bin öğretim üyesinin potansiyel düşünce suçlusu konumunda bulunduğunu ve sadece YÖK hakkındaki değil, tüm fikirlerinden hatta gençlik dönemlerinde yazdıkları makalelerden bile sorumlu olduklarını öğrenince akademisyen suskunluğunun nedeni anlaşılabiliyor. Üniversitelerdeki sorun başörtüsü ve sakal değil; en büyük problem öğretim üyelerinin ‘kendileri’ olamamaları. Demokratik konuşma ve eylem yapma hakları kadar bilimsel çalışmalarındaki fikirlerine de müdahale edilen akademisyenler ‘tek tip’ üniversite amacının en büyük halkasını oluşturuyor. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra üniversitelerden uzaklaştırılan hocalara 142’lik ismi takılmıştı; 12 Eylül Darbesi’nden sonra atılanlara 1402’lik tanımı yapılırken bugünkü mağdurlara ise Gürüz’lük deniliyor. Çünkü halen sürgün ve idari görevden alma işlemleri yoğun biçimde yapılırken, mahkeme ya da müfettiş kararları değil, Kemal Gürüz’ün inisiyatifi geçerli. 142’likler, 1402’likler ve Gürüz’lükler 6 Kasım 1981’de kurulan YÖK, kuruluşunun birinci ayında iken sıkıyönetim komutanlığından gelen emirle, 71 öğretim üyesini okullardan attı. Kamuoyunda 1402’likler olarak tanımlanan solcu akademisyen kadrosu, 12 Eylül Darbesi’nin ilk kurbanı oldu. 71 üniversite hocasını alenen işten atan YÖK, sayıları 5 bini bulan tasfiyeyi ilginç biçimde gerçekleştirdi: Üniversite hocalarına ‘hiçbir zaman yükselemeyeceksiniz’ telkini yapılarak ve atamaları engellenerek istifa zinciri oluşturuldu. 12 Eylül sonrasında üniversitelerde yapılan akademisyen kurbanları sol fikirlilerdi; 1980’lerde Kürt kökenliler YÖK’ün hışmına uğrarken, bugün ise İslami duyarlılığı olan akademisyenler mağdur ediliyor. İslami duyarlılığı ‘irtica’ olarak yorumlayan YÖK, fikirlerini beğenmediği solcu ve liberal öğretim üyelerine de ‘irticacı’ sıfatıyla soruşturma açıyor. Akademisyen istihbaratı nasıl çalışıyor? Kemal Gürüz’ün bugünkü kurbanlarının en büyük mağduriyetleri, haklarında mahkeme ve müfettiş raporu olmadan rektörlük ya da YÖK tarafından soruşturmaya tabi tutulmaları. Gürüz’ün üniversite rektörlerine gönderdiği emirlerde önce “irtica” faaliyetlerine karışmış akademisyenlerin isimleri yazılıyor ve emir son derece düşündürücü bir ifadeyle şöyle sona eriyor: “Bu iddialar kurulumuza ulaşmıştır, konunun tetkik edilerek üzerinde hassasiyetle durulmasını ve sonuçtan bilgi verilmesini rica ederim.” Yani irticacı olarak tanımlanan ve haklarında işlem başlatılan üniversite hocalarına isnat edilen suçların ‘iddia’ ve ‘duyum’ olduğu bizzat Kemal Gürüz tarafından kabul ediliyor. Türkiye’nin her iline hatta ilçelerine yayılan 77 üniversitede çalışan 75 bin öğretim üyesinin ideolojik yapısının nasıl belirlendiği de hayli ilginç... Malatya İnönü Üniversitesi’nde bu fişlemenin kampus içerisinde güvenliği sağlamakla görevli bir astsubay başçavuş tarafından yapıldığı iddia edilirken, Prof. Dr. Şefik Dursun’un tespitleri daha vahim. Şefik Dursun, doçentlik ve profesörlük hakkı kazanan akademisyenlerin bilim kurulundan önce gayriresmi olarak işleyen sicil kurullarından geçtiğini belirterek “Doçentlik hakkı gelen akademisyenin çıkardığı bilimsel makaleleri inceleyen kuruldan önce siyasi görüşleri inceleyen kurullar ön plana çıkıyor. Akademisyenin dünya görüşüne göre de doçent olup olamayacağı yorumlanıyor. Bilimsel makaleler ise işin sadece figürü.” "Gürüz Jandarma istihbaratını kullandı" Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Tahir Hatipoğlu ise YÖK istihbaratının jandarma kaynaklı olduğunu belirtiyor: “Ben hayatımı üniversiteye adadım. Kemal Gürüz’ü de yakından tanırım. Gürüz’ün bizzat Jandarma istihbaratını kullandığını çok iyi biliyorum. İddia ediyorum önümüzdeki ay görev süresi bitecek olan Gürüz, MİT Müsteşarı ya da MGK Genel Sekreteri olacak.” Tahir Hatipoğlu'nun söyledikleriyle Kemal Gürüz ve bazı rektörlerin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman'ı ziyareti örtüşüyor. Gürüz ve ekibi hükümet tarafından hazırlanan YÖK taslağıyla ilgili olarak Yalman'a şikayette bulunmuşlardı. Gazetelere yansıyan bilgilere göre Yalman da onlara üniversite açılışlarını değerlendirmelerini, kendileri yerinede konuşmalarını tavsiye etmişti. Rektörler nasıl Gürüzcü yapıldı? Kemal Gürüz’ün bugünkü YÖK ve hükümet görüşlerini kamu üniversitelerinin rektörleri de destekliyor; acaba 53 kamu üniversitesi rektörü arasında hiç mi Kemal Gürüz’ü eleştiren yok? Bu sorunun cevabını öğrenmek zor; çünkü Kemal Gürüz’ün gazabına uğrayan rektörlerin sayısı hayli fazla. Çanakkale Üniversitesi Rektörü Abdurrahman Güzel, Pamukkale Üniversitesi Rektörü Arif Akşit, Harran Üniversitesi Rektörü Servet Armağan, Dicle Üniversitesi Rektörü İrfan Canoruç, Mersin Üniversitesi Rektörü Vural Ülkü, Marmara Üniversitesi Rektörü Ömer Faruk Batırel ve Kırıkkale Üniversitesi Rektörü Beşir Atalay gibi isimler Ankara’ya davet edildiler ve kendilerine gözdağı verildikten sonra istifaya zorlandılar. Üniversite rektörlerini istifaya zorlamak tek tip rektörlük amacı için tercih edilen yollardan bir tanesi. Diğer bir yol ise rektörlük seçimlerinde en çok oyu olan rektör adayını değil de YÖK üyeleriyle uyum sağlayacak adayı oy sıralamasında 2. hatta 3. sırada bile olsa tercih etmek. YÖK Başkanı Kemal Gürüz, “duyum” ve “iddialarla” hazırladığı akademisyen sicil dosyalarında çoğu kez yanılıyor. Örneğin Doç. Dr. Sadık Armutlu için hazırlanan sicil dosyasında, “Şeriatı savunduğu ve eşinin kara çarşaflı olduğu” suçlamaları var. Soruşturma geçiren Sadık Armutlu’nun emekliliği yaklaşan bir devlet memuru olan eşinin kara çarşaf giymesinin mümkün olmadığını anlatması hayli zor oldu. İrtica listelerinde ismi olan ve İnönü Üniversitesi Rektörü’ne hakkında işlem yapılması için emir verilen Yrd. Doç. Dr İrfan Kalaycı ise tüm yaşamı boyunca sol ideolojiye inanmış ve bunu da herkese duyurmuş bir bilim adamı. Yine solculuğunu saklamayan akademisyenlerden Pamukkale Üniv. Tıp Fak. Dekanı Filiz Akşit, üniversiteden sürgün edilirken eşi Arif Akşit de aynı üniversitenin rektörlüğünden istifa ettirildi. Halen onlarca mahkemede “irticacı” olmadığını ispatlamaya çalışan ve İnönü Üniversitesi’nden 3 ay önce sürgün edilen Prof. Dr. Salim Cöhçe tepkisini şöyle belirtiyor: “Ben Türkçüyüm, ırkçı deseler bir nebze anlarım da, benim gibi Atatürkçülüğü mahkeme onaylı birisine irticacı denmesi çok garip. Ben fikirlerimi hiç saklamadım; Türkçüyüm. Üniversite yönetimine yaptığım eleştiriler sonunda kimliğimi herkes bilmesine rağmen bana irticacı işlemi uyguladılar, sürgüne gönderiliyorum. YÖK’ün irticacı dediği iki arkadaşım mahkemede kendilerini temizlediler ve tazminat kazandılar. YÖK, haklıysa niçin mahkemeyi kaybetti?” Soruşturulan akademisyen sayısı tespit edilemiyor Sevgi Kurtulmuş, Dursun Odabaş, Şener Dilek, Alev Erkilet, Ali Kara, Mustafa İstemi, Ümit Doğan Arıç, Davut Aktaş, Muhammed Köksal, İrfan Canoruç, Vural Ülkü gibi isimler son dönemde YÖK ile anlaşmazlığa düşüp görevlerinden ayrılmak zorunda kalan akademisyenlerin sadece bilinenleri. 750 akademisyenin "Cumhuriyetin temel nitelikleriyle" uyuşmadığını tesbit eden Kemal Gürüz, bu akademisyenler 490 tanesinin ya idari görevlerini bıraktırdı ya da sürgün, emekli etme ve görevden alma yönetimine başvurdu. Tüm Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, görevden alınan, sürgün edilen ve meslekten men edilen meslektaşlarının sayısını verirken oldukça karamsar: “Meslektaşlarımızın ne kadarının sicilinden dolayı soruşturmaya uğradığını biz bile bilmiyoruz; çünkü meslektaşlarımız bu durumu saklamak zorunda. Unvanlarını kaybetmemek için dayatmalara boyun eğen akademisyenlerin sayısı yüzlercedir. Tek tip üniversite elemanı yetiştirme, bir projedir; ayak diretenler de elenir. Sayılar çok fazla. Medyaya yansıyanlar gerçeğin çok küçük bir kısmı.” Profesör eşine sağlık karnesi yok! Her yıl yaklaşık 30 üniversite hocasının yerini “ideolojik” sebeplerle değiştiren Kemal Gürüz’ün asıl başarılı olduğu alan ise idari görevlileri değiştirme. Gürüz, dekan, bölüm başkanı gibi akademisyenlerle birebir pazarlığa giriyor ve idari görevlerini bırakmaları karşılığında akademik unvanlarının devam edeceğini ve derslere girebileceklerini belirterek onlarca kişiyi istifaya zorluyor. Prof. Dr. Şefik Dursun, 1998’de Biyofizik Anabilim Dalı Başkanlığından alınışının öyküsünü şöyle anlatıyor: “Öğrencilerin derste giydikleri kıyafetleri birebir denetlemediğim için ana bilim dalı başkanlığından alındım. Bilimsel çalışmalarıma göre değil, öğrencilerin kıyafetlerine göre beni görevden aldılar. Çalışmayan eşime sağlık karnesi vermediler. Ben mahkeme kararıyla eşime sağlık karnesi çıkartmak zorunda kaldım. Sadece sağlık karnesi için aylarca uğraş verdim. Bilimsel çalışmaya falan bakan yok.” Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu, unvan almak isteyen akademisyenlerin gayriresmi olarak eşlerini rektörlere gösterdiklerini hatırlatarak “Herkes suçlu, suçlu olmayanlar kendini rektöre ispatlayanlardır ilkesi üniversitelerde işletiliyor” diyor. Öğretim Elemanları Sendikası yöneticilerinden İzzettin Önder, baskıların Atatürkçülere de uygulandığını belirterek “Yanlış uygulamalardan etkilenen kesim sadece İslami duyarlılıkları olanlar değil, bizler de etkileniyoruz” diyor. Prof. Dr. Orhan Kavuncu’nun Kemal Gürüz’ün fişleme işlemlerine tepkisi ise bir hayli farklı: “Doçentlik kariyerimi genetik üzerine yaptım. Genetiğin, cumhuriyetin temel nitelikleriyle ya da YÖK başkanına gelen duyumlarla ne alâkası var da benim unvanımı alabilme hakkını kendilerinde görüyorlar. Akademisyenin unvanı akademik çalışmalarla verilir, akademik çalışmaların etkisiyle alınır. Cumhuriyetin nitelikleriyle ya da Kemal Gürüz’ün duyumlarıyla bilim adamının çalışması arasında ne ilgi var?” Tüm Öğretim Elemanları Derneği Başkanı Tahir Hatiboğlu, Kemal Gürüz’ün bir dönem solcuları da görevden aldığını şöyle anlatıyor: “Kemal Gürüz, Karadeniz Teknik Üniversitesi rektörüyken Ender Sarıalioğlu’nu Cumhuriyet gazetesi okuduğu için soruşturmaya tabi tuttu. Gürüz’ün görev yaptığı KATÜ ve ODTÜ’de birçok meslektaşımız solcu oldukları için tahkikata uğradılar. Gürüz’ün ideolojisi yok; kendisine uyanı ya da uymayanı var.” Bilim adamı niçin direnmez? Tam 75 bin bilim adamının niçin demokratik haklarını kullanarak Gürüz ve YÖK’e karşı tepkili olamadıklarını araştırdığımızda ise yine acı örneklerle karşılaştık. Bunun için çok uzağa gitmeye gerek yok. Geçen hafta yaşanan bir olay öğretim üyelerinin nasıl bir tavır içinde olduklarını görmek açısından önemliydi. İstanbul Üniversitesi'nin düzenlediği Uluslararası Çocuk ve İletişim konferansı için Umman'dan davet edilen Dr. Samira Moosa da YÖK'ün tavrından payına düşeni aldı ve davet edildiği toplantıya alınmadı. İlk defa başına böyle bir şey geldiği için şaşıran Moosa, "Bunun müslüman bir ülkede olması canımı çok acıttı" derken, skandal kararın altına imza atan yetkililerin açıklamaları da uygulamaları kadar çarpıcı oldu. İ.Ü İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Suat Gezgin, Dr. Moosa'nın kadın olduğunu bilmediklerini iddia ederek; "Türbanını açıp girmesini istedik, o da 'Bugüne kadar başımı açmadım' diyerek okuldan ayrılmış" diye konuştu. Kemal Gürüz’e karşı en somut girişimlerde bulunan 1998’in Mersin Üniversitesi yönetimi, Gürüz'ün çok ağır bir cevabıyla karşılaştı: “1402’likler unvanlarını geri alıyordu, ayrıca memurluk hakları da kaybolmuyordu. Siz unvanınızı ve memurluk hakkınızı kaybedebilirsiniz.” Yine Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde bir yürüyüşe katılan Prof. Dr. Dursun Odabaş ve 10 öğretim üyesi meslekten men cezası aldılar ve 30 yılda edindikleri profesör unvanlarını bir yürüyüşle kaybettiler. Türkiye’nin 75 bin akademisyen kadrosunun sadece 10 bin tanesi profesör. Akademisyenler daha çok yardımcı doçent, doçent ve araştırma görevlisi olarak çalışıyorlar sözleşmeleri de her iki yılda bir yenileniyor. Üniversitenin sözleşme yenilememesinden korkan akademisyenler için fikir açıklamak tam bir baş ağrısı. Öğretim üyeleri için YÖK’ün baskısına dayanamayıp makamından istifa etmek, kurtuluş çaresi. Çünkü haklarında yapılacak işlemlerle unvanları tehlikeye giriyor, işsizlik tehlikesiyle karşılaşıyorlar. 75 bin öğretim üyesini fikirlerini açıklamaktan alıkoyan en önemli sebep ise “kamu hizmetlerinden men edilme” korkusu. YÖK Başkanı Kemal Gürüz, soruşturmalar sonunda bugüne kadar onlarca akademisyeni kamu hizmetlerinde çalışmaktan mahrum bıraktı. Gürüz’ün etkisiyle profesörlükten istifa eden Şener Dilek, Malatya’da bir şirkette çalışırken, kamu hizmetlerinden mahrum edilen Kırıkkale Üniversitesi öğretim üyesi Alev Erkilet halen işsiz! Akademik unvan alabilmek için YÖK Yasasının 63. maddesine göre sicil dosyasının temiz olması gerekiyor. Yıllarca verilen uğraş bilimsel yayınlarla değil de sicil dosyasıyla değerlendirilince “tek tip akademisyen” amacı çok kolaylaşıyor. Tek tip düşünce üretip tek tip öğrenci yetiştirmeleri için zorlanan bilim adamlarının direnç gösterememesinin asıl sebebinin alışkanlık olduğunu söyleyen Eğitim—Bir—Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu’nun tespitleri şöyle: “Zorlamalar 20 yıldır sürüyor. Genç arkadaşlar demokratik üniversiteyi görmediler. Üniversite denilince akla baskı geliyor. Neye tepki gösterilecek ki? Bilim adamları zorbalığa alıştırıldı. Tesettüre, sakala çok az sayıda akedemisyen karşı çıktı; çünkü akademisyenin kendisi daha büyük baskı görüyor. İslami duyarlılık suç değil ve birileri çıkıp ‘Evet ben buna inanıyorum, bunun nesi suç’ demeli. Biz sendika olarak her türlü demokratik direnişe varız.” Üniversal anlayış değişti ve ilkokul disiplini getirildi Filistin’de Yahudi askerlere taş attığı için Colombia Üniversitesi’ndeki görevinden alınmak istenen Edward Said’i önce Colombia Üniversitesi yönetimi sahiplenmişti. Türkiye için bu örnek bugünlerde çok aykırı; çünkü üniversite yönetimleri bilim adamlarını ideolojilerine göre değerlendirip ceza veriyorlar. Oysaki 1957’de Ege Üniversitesi Rektörü Muhittin Erer, sicili bozuk diye atılmak istenen akademisyenlere sahip çıkmış ve “Üniversite adamı 1. Şubeden sorulmaz, bilimden sorulur” diyerek direnmişti. Kaynak: Aksiyon