Bundan tam 50 yıl önce, Orta Doğu bir başka krizle sarsılıyordu.
Abone olMısır'ın o zamanki lideri, Cemal Abdul Nasır'ın Süveyş kanalını millileştirme kararı, ülkesini İsrail, İngiltere ve Fransa'nın hedefi haline getirmişti
Süveyş Kanalı, dünyanın stratejik bakımdan en önemli güzergahlarından.
Kanalın kontrolünü yeniden ele geçirmek isteyen Fransızlar ve İngilizler, İsrail'i de yanlarına alarak, Mısır'a karşı savaş açmışlardı.
Sonunda kaybettiler, ama sonuçları hem Orta Doğu'yu hem de savaşın şiddetli savunucusu İngiltere'yi derinden sarstı.
1869 yılında inşaası tamamlandığında Süveyş kanalının dünya ekonomisi için önemi konusunda hiçkimsenin tereddütü yoktu.
Kanal, Asya'dan ticari mallarla petrolün, Afrika kıtasını dolaşmaya gerek kalmadan, Avrupa'ya daha kısa sürede ve daha az maliyete taşınmasına olanak sağlamasının yanı sıra İngiltere'nin Hindistan başta olmak üzere sömürgeleriyle arasındaki bağlantısının can damarıydı.
Gerçi kanalın bulunduğu bölge Mısır'ın egemenliğindeydi, ancak işletme hakkı Fransız ve İngiliz yatırımcıların sahibi olduğu Süveyş şirketine aitti.
Ama 26 Temmuz 1956'da her şey değişti.
1950'lerin başında Kral Faruk'u devirerek işbaşına gelen Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdul Nasır'ın, Süveyş kanalını millileştirdiğini açıklaması, Arap dünyasında coşku, Batı'da ise büyük şaşkınlık yarattı.
Nasır'ın iki hedefi
Millileştirme hareketi ise, bir gecede alınmış bir karar değildi.
İktidara geldiğinde iki büyük iddiası vardı Nasır'ın. Birincisi Arap milliyetçiliğini canlandırmak; ikincisi de, bölgenin yeni devleti İsrail'e karşı bir güç haline gelmek.
Ülkenin güneyinde, Nil nehri üzerinde büyük bir baraj inşa ederek, Mısır'da başlatmayı umduğu sanayileşme hamlesi için gereken enerjiyi sağlamak istiyordu.
Bu amaçla Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'nin desteğiyle Dünya Bankası ve IMF'den kredi buldu.
Bir diğer arzusu da, bölgede giderek güçlenen ve tehdit olarak gördüğü İsrail'e karşı silahlanmaktı, bunun için yöneldiği ilk adres Batı oldu.
Amerikalılar silah satmayı kabul etmeyince, bu kez yönünü Sovyetler'e çevirdi ve Orta Doğu'da söz sahibi olmak isteyen Moskova'dan istediğini aldı.
Ancak bu adım Amerikalıları ve İngilizleri öfkelendirdi.
Tepkileri ise alımında yardımcı oldukları baraj kredisini durdurmak oldu.
Bu gelişme üzerine Nasır da ülkesinin özkaynaklarına döndü.
En cazip seçenek de Süveyş kanalıydı. O da kanalın işletmesini millileştirdi.
İngiltere ve Fransa'nın öfkesi
Nasır'ın kararı üzerine öfkelenen İngiltere Başbakanı Anthony Eden, söylemini sertleştirirken, tepkisini de gizlemedi:
"Bizim kavgamız Mısır'la ya da Arap dünyasında değil, Albay Nasır'ladır. İktidara geldiğinde kendisine karşı hiçbir düşmanlık beslemedik, tersine anlaşmalar yaptık.
"Halkının yaşam koşullarını iyileştireceğini umut ediyorduk. Ama bize dostça yaklaşmak yerine, ülkemize karşı saldırgan bir propaganda yürüttü. Anlaşmalara sadakatine güvenilmeyecek bir adam olduğunu gösterdi."
Anthony Eden, Fransızlarla birlikte, Nasır'ın Süveyş'i kontrol etmesine karşı gerekirse silahla da olsa karşı çıkmakta kararlıydı.
Gizli plan
Ama bunun için bir bahane gerekiyordu ve Paris yönetimiyle birlikte bu bahaneyi kendileri yaratmaya karar verdiler.
Gizli plan şuydu:
İsrail, Sina yarımadasını işgal edecek. Fransa ve İngiltere de, Mısır ve İsrail'den Süveyş kanalının çevresinden çekilmelerini isteyecek; Nasır bu talebi reddedince de, ki reddedeceği konusunda en ufak bir tereddüt bile yoktu, Mısır, İngiltere ve Fransa tarafından bombalanacaktı.
Nitekim beklendiği gibi de oldu.
Ekim 1956'da İsrail Süveyş kanalına doğru harekete geçti, Fransız ve İngilizler planlandığı gibi ultimatom verdi, Nasır da beklendiği gibi ultimatomu reddetti ve İngilizlerle Fransızlar Mısır'a saldırdı.
Mısırlılar teslim olmayıp savaş uzadıkça, İngiltere iç kamuoyunda ve parlamentoda hatta kendi partisi içinde Eden'e muhalefet giderek şiddetlendi.
Ama asıl önemlisi Atlas Okyanusu'nun öte yakasından gelen tepkilerdi.
Gelişmelerden hiç haberdar edilmeyen Washington yönetimi, ama özellikle de Başkan Eisenhower, İngiltere'nin kendilerini devredışı bırakmasına çok öfkelenmişti.
Hem İngiltere'de hem de Amerika'nın gözünde desteğini kaybeden İngiliz Başbakan, savaştan üç ay sonra 1957'nin hemen başında istifa etti.
İmparatorluk için sonun başlangıcı
İki ay sonra da İngiltere de Mısır'da kalan son askerlerini geri çekti. Süveyş tarihçisi Keith Kyle'a göre, bundan 50 yıl önce yaşanan kriz İngiliz İmparatorluğu için sonun başlangıcıydı:
"Süveyş, İngiltere İmparatorluğu mitolojisinde çok önemli bir yer tutuyor. Hindistan'a ulaşmada kilit nokta Süveyş idi.
"Süveyş'i elinde tuttuğu sürece, kendi etki alanlarındaki nüfuzunu da devam ettireceğine inanılıyordu. Ancak bu görüştekilere söylenmesi gereken, üzerinde güneş batmayan imparatorluk günlerinin artık geçmişte kaldığıydı."
İngiliz politikacı Tonny Benn de, Süveyş'te 50 yıl önce yaşananlarla Irak'ın işgali arasındaki benzerliklerinin altını çiziyor:
"Saddam Hüseyin rejimine karşı savaşın gerekçeleri de tamamen sahte iddialara dayanıyordu. Kitle imha silahları savları yani
"Süveyş olayında da, İngiltere'nin her iki tarafı durdurmak amacıyla müdahale ettiğini söylediği bir başka savaş var.
Hem o dönemde hem de bu dönemde başvurulan kirli oyunlarda parlamento yanlış yönlendirilmişti.
"Ancak aradaki fark, o dönemde muhalefetteki İşçi Partisi liderinin Birleşmiş Milletler sözleşmesine dayanan ilkeli tutumuydu."
Arap milliyetçiliği mirasına ne oldu?
Süveyş krizi, Mısır lideri Nasır'ın, Arap dünyasında büyük bir lider olarak anılmasını sağladı.
Nasır'ın yaşamöyküsünü kaleme alan Mısırlı yazar Said Aburiş'e göre, Arapların Nasır'da en çok beğendikleri iki özellik, liderlik vasfı ve iradesini ortaya koyabilmesiydi.
Beklentiler açısından baktığınızda Nasır son Arap milliyetçisiydi.
Mısırlı yazar Said Aburiş
Orta Doğu'yu bir Arap milliyetçiliği fikri etrafında birleştirme hedefi ise gerçekleşmedi. Said Aburiş, geçmişte Nasır'ın peşinden giden Arap sokaklarının şimdi radikal İslam'a yöneldiklerini savunuyor. Neden sorusuna yanıtı ise şöyle:
"Çünkü sokaktaki aktif tek güç radikal İslam. Bireysel liderlikler etkili değil. Eğer 20-30 yıl sonradan bugünkü liderlere baktığımızda, bu dönemin ''cüceler çağı'' olarak görüleceğini söylemek yanlış olmaz.
"Bir liderin peşine takılmaktansa şimdi Arap kitleler, zor dönemlerde herkesin yaptığı gibi dine yöneliyor. Bu, Arap dünyasında tutarlı bir tek İslami hareket olduğu anlamına gelmiyor. Ama gidecek başka bir yer yok. Beklentiler açısından baktığınızda son Arap milliyetçisiydi.
"Arap milliyetçiliği de, Nasır'la birlikte öldü. Çok kişisel bir Arap milliyetçiliği modeliydi. Sokaktaki adamın bütün umutlarını somutlaştırmıştı.
Ancak arkasında kurumsal bir yapı bırakmadı. Bu nedenle ölümünden sonra bu model parçalandı."
Mısırlı siyaset bilimci Mona Makram Ebeyd'e göre ise, bugün Arap dünyasında yaşanan dalgalanmalarda Nasır'ın da parmağı var:
"Nasır'ın mirası, tartışmalı fikirlerin ifade edilmesinden duyulan korkunun yerleşmesine neden olan bir otoriter rejim.''
''Bugün karşı karşıya kaldığımız durum bu. İnsanlar kayboldu. Artık nasıl düşüneceklerini bilmiyorlar. Bağımlı durumdalar. Yaratıcı değilller.''
Arapların gerçekleşmeyen hedeflerinin, umutsuzluklarının yerine koyacak bir alternatif üretip bu alternatife destek arayacak motivasyondan yoksun olduklarını vurgulayan Ebeyd, 1967'de İsrail ile Araplar arasında yaşanan savaşta Arapların yaşadığı bozgunun altını çiziyor:
"Burada, 1967'de İsrail'e karşı savaşta büyük darbe almış olmasına karşın bütün bir Arap dünyası vardı. İnsanlar kendi kimliklerinin farkındaydılar. Kim olduklarını biliyorlardı. Ayakta durabilecekleri bir çeşit sağlam zemin vardı. Bir çeşit ahlaki düzen de vardı. Ama 1967 savaşında bunların hepsi yıkıldı.''
Kaynak: BBC