5 bin 500 kişilik Beylerbeyi Stadı’nın tribünleri 15 Temmuz’da neden boş kaldı?
Aslında bir hafta gecikmeli sorduğum bir soru.
Soruyu soran da ben değilim.
15 Temmuz günü hiçbir televizyonu seyretmediğim için farkına varmamıştım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en büyük destekçilerinden biri olan Metin Metiner sorduğu için 7 gün sonra yazıyorum.
Yazmaya da niyetim yoktu ama, 15 Temmuz’dan 18 Temmuz’a kadar geçen 72 saatte önüme öyle iki haber daha düştü ki…
Sizinle paylaşmak istedim…
Haber 1: Geçen salı Mandela’nın yaş gününde neler oldu?
Geçen salı günü, yani 18 Temmuz, Güney Afrikalı lider Nelson Mandela’nın yaş günüydü.
Mandela öleli 10 yıl oldu, ama ülkesinde her 18 Temmuz onun yaş günü olarak kutlanmaya devam ediyor.
İlginç de bir kutlama yöntemleri var. O gün çocuklar okullarının duvarlarını boyuyorlar, çöp toplayıp yaşadıkları çevreyi temizliyorlar.
Ancak şöyle acı bir gerçek de var.
10 yıl sonra genç nesiller Mandela’ya nasıl bakıyor?
Ülkesinin genç nesilleri artık Mandela’ya eski gözle bakmıyorlar.
Ülkenin kahramanı, bugün Güney Afrika gençliğinin bir bölümünün gözünde ülkede kötü giden şeylerin nedeni olarak görülmeye başladı.
Oysa Güney Afrika’nın ezilen siyah çoğunluğunun, çoğu hapiste geçen, 67 yıl boyunca tartışılmaz lideriydi.
Ülkenin 32 en büyük caddesi onun ismini taşıyor.
Ve bu şehirlerdeki en büyük 22 heykel onunki.
Ama bugün halkın yüzde 75’i “ekonominin çok kötü gittiğini” söylüyor.
Ve kurduğu parti, tarihinde ilk defa önümüzdeki seçimde iktidar olmama riski ile karşı karşıya…
Bütün bunlar Mandela’nın ölümünün üzerinden sadece 10 yıl geçtikten sonra oluyor.
Haber 2: İspanyol hükümeti toplu mezar kazılarını hızlandırıyor
İkinci haber 19 Temmuz tarihli New York Times gazetesinden geldi.
İspanya’daki sol iktidar, faşist Franco döneminde katledilen insanların gömüldüğü bazı toplu mezar yerlerini kazma işini hızlandırmış.
Bu mezarlar ortaya çıkarılıp, tarihe kayıt düşmek üzere anıt haline getirilecekmiş.
Kazıların hızlandırılmasının sebebi de şu:
Çünkü önümüzdeki seçimi sağ partilerin ve aşırı sağ partilerin kazanması ihtimali yüksek.
Onlar iktidara geldiği taktirde toplu mezarların bulunup kazılma işlemini durduracakları düşünülüyormuş.
Yani, bu insanlık dramının üzerini örtecekler…
Şehitler Vadisi’nden belediye mezarlığına
Franco, kurduğu dikta rejimi ile 36 yıl boyunca ülkesini, baskı, şiddet ve adaletsizlikle yönetti.
Yandaşları ona “caudillo” yani “önder” diyordu.
Ülkedeki komünistler, sosyalistler, cumhuriyetçiler ve eşcinseller fişlendi, takip edildi, hapislere atıldı.
1975 yılında öldüğü zaman kendisi için hazırlattığı muazzam bir anıt mezara gömüldü.
Anıtın bulunduğu yerin adı, “Valle de los Caidos’du..”
Yani “Şehitler Vadisi…”
İspanyol diktatör 44 yıl boyunca orada yattı.
Ancak 2019 yılında parlamentonun aldığı kararla, oradan alınıp Madrid yakınında eşinin yanına, belediye mezarlığına nakledildi.
Kutuplaşma güzel bir konsensüsü fena bozdu
Neden buraya gelindi?
İspanya Franco’nun ölümünden sonra demokrasiye geçince tarihi bir tartışma yaşadı.
Diktatörlük döneminin yöneticilerinden hesap sorulsun mu sorulmasın mı?
Büyük tartışmalardan sonra, “Geçmişe bir çizgi çekip, yeni husumetler yaratmadan ileriye bakma” kararı alındı.
Bu kararla İspanya dünyanın en güçlü demokrasilerinden birini yaşadı.
Ancak 21’inci Yüzyıl’da dünyanın başına bela olan sağ popülist liderlerin yükselişi şimdi İspanya’yı etkisine aldı.
1970’li yılların sonunda varılan “geçmişe çizgi çekme konsensüsü” bozuldu.
İspanya’nın en büyük havalimanının adı ne?
Ve şimdi sosyalistler, diktatörün katlettiği binlerce insanın kemiklerinin bulunduğu toplu mezarları ortaya çıkarıp, “hatırlatmak” isterken, sağcılar da toplu mezarların üstünü örtüp, “unutturmak” için büyük bir savaşa başlıyor.
Ama şurası kesin.
Ülkeyi kanlı bir diktatörlükle yöneten Franco, artık belediye mezarlığında yatıyor.
Ülkesinin başkenti ve en büyük havaalanını da El Caudilylo’nun değil, İspanya’yı, onun bıraktığı diktatörlükten demokrasiye geçiren Sosyalist başbakan Adolfo Suarez’in adını taşıyor.
Oysa İspanya’nın bugünkü alt yapısının, yollarının yanında onun büyük rolü vardı.
Üstünüzde insanlık suçu varsa, yaptığınız bütün olumlu işler onun altında kalıp kayboluyor.
Haber 3: 15 Temmuz’da 5 bin 500 kişilik Beylerbeyi Stadı’ndan gelen haber
Şimdi 72 saat önceye dönelim ve 15 Temmuz günü İstanbul Beylerbeyi Stadı’ndan gelen habere bakalım.
15 Temmuz darbe girişiminin 7’nci yıldönümü.
“15 Temmuz kahramanlarını” anmak için Beylerbeyi Stadı’nda bir tören düzenlenmiş.
Arkasında üç güçlü kuruluş var.
İletişim Başkanlığı, İstanbul Valiliği, Üsküdar Belediyesi.
Törene bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan katılıyor.
Yani devlet bütün gücüyle orada…
Ama tribünler boş kalmış.
Kanlı darbenin yıl dönümünde 5 bin 500 kişilik stat neden dolmadı?
Bunu da AKP’nin önde gelen savunucularından Metin Metiner’in attığı bir tweet’ten öğreniyoruz.
Beylerbeyi 5 bin 500 kişilik bir stat…
Bu yıla özgü bir durum mu?
Hayır, geçen yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önünde yapılan anma törenine de en fazla 4 bin kişi katılmıştı.
15 Temmuz’un birinci yıldönümünde televizyon reytinglerinde ilk 5 programın 4’ü 15 Temmuz’u anma törenleriydi.
İkinci yıldan itibaren bu ilgi ortadan kalktı.
Neden böyle oluyor?
15 Temmuz gibi demokrasiye, ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanının ve ailesinin hayatına kastetmiş, 250’den fazla insanın ölümüne yol açmış bir darbe, niye “milletin demokrasi bayramı” haline gelemiyor?
Niye bir 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim olamıyor bir türlü?
Acaba bu darbenin arkasından “demokrasinin” değil, daha otoriter bir rejimin gelmesinden olmasın…
O gece çalıştığım kurumla iftihar ettim, gurur duydum
Kendi payıma, o gece, 15 Temmuz’un kanlı bir darbe girişimi olduğuna, o gece Türkiye’nin tarihi bir tehlikeyi atlattığına bütün samimiyetimle inanıyorum.
O gece, çalıştığım Doğan Grubu’nun, bizzat Aydın Doğan’ın talimatı ile televizyonlarının gösterdiği direnişle gurur duydum ve duymaya devam ediyorum.
O darbenin bastırılmasından sonra, ülkeye gerçek bir demokrasinin geleceğine, bu kutuplaşmanın ortadan kalkacağına inanmış ve çok umutlanmıştım.
Ne yazık ki olmadı…
72 saat arayla gelen bu 4 haber bana ne diyor?
Şunu diyor;
(*) Tarih diktatörleri şerefli sayfalara yazmıyor. Ama kötülüklerin üssünü örtme girişimleri de yapılıyor.
(*) Bütün dünyada, popülist sağın getirdiği “kutuplaşma”, milletlerin ortak bir demokrasi tarihi yazma imkânını yok etmeye başladı. Artık sol ve sağ kendi tarihini yeniden yazıyor.
10 yıl sonra Mandela, 85 yıl sonra Atatürk
Ve geliyorum son bir…
Mandela gibi küresel ve dünyanın gözünde efsaneleşmiş bir liderin imajı bile kendi ülkesinde, ölümünden 10 yıl sonra en azından genç nesil gözünde sarsılırken, Atatürk ölümünden 85 yıl sonra hâlâ dimdik hafızalarımızda ve bu imaj giderek büyüyen şekilde nesilden nesile geçiyor.
Bence bunun nedeni üzerinde düşünmeliyiz.
Son haber: Sisi 27 Temmuz’da Türkiye’ye gelmeden ne yapacak?
Dün bu yazıyı tamamlarken Mısır’dan son bir haber geldi.
Sisi yönetimi, hapisteki 2 siyasi düşünce suçlusuna af getirmeye hazırlanıyormuş.
Son 10 yılda devletin en resmi ağızlarından ve kanallarından “darbeci” diye yaylım ateşine tuttuğumuz bir komşu ülke liderinin, tam Türkiye’ye gelmek üzereyken böyle bir eğilimini açıklaması ilginç değil mi?
Mısır Devlet Başkanı Sisi, cezaevindeki siyasi düşünce mahkûmlarını affederken, daha geçen gün seçimlerini yapmış Türkiye’nin Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Gezi davasından içeride tutulan aydınlarını hapiste tutması Külliye’nin turkuaz halısı üzerinde boynumuzu biraz bükmeyecek mi?
Yukarda anlattığım İspanya olayı ve daha birçok örnek bize şunu gösterdi.
Hapishanesinde siyaset ve düşünce suçlusu olan bir iktidar, tarihe iyi bir sicil bırakmıyor.
Çünkü bir iktidar veya lider hakkındaki tarih, onun o koltuktan kalkmasından sonra yazılmaya başlıyor.