BIST 10.025
DOLAR 35,16
EURO 36,68
ALTIN 2.956,54
HABER /  GÜNCEL

30 bin kelimelik roman yazın ben basayım.

Kürtçenin 600 kelimeden ibaret olduğunu savunan Dalan Başta Yaşar Kemal olmak üzere aksini iddia edenlere "Hodri meydan" dedi.

Abone ol

Zaman Yazarı Nuriye Akman Bedrettin Dalan'la 7 tepe Üniversitesinde konuştu... Kuruluşundan yedi yıl sonra ilk kez, Yeditepe Üniversitesi’ne yolum düştü. Selçuklu sanatını esas alan mimarisinden büyülenenler kervanına geç de olsa katılmış oldum. Kurucusu ve mütevelli heyetinin başkanı Bedrettin Dalan’la üniversitenin felsefesi üzerine başladığımız konuşma, başka alanlara da kaydı. Dalan, Kürtçenin 600 kelimeden ibaret olduğunu iddia ediyor ve başta Yaşar Kemal olmak üzere aksini savunanlara “hodri meydan” diyor: “30 bin kelimelik bir Kürtçe roman yazın, bastırması benden.” Bakalım onun bu meydan okuyuşuna kimler yanıt verecek? Neden Selçuklu mimarisini esas aldınız? Türkiye Batılılaşmaya karar verdiğinde, Batı’nın sanatını da aldı. Oysa ta Orta Asya’dan bu yana bizim korkunç güzel bir sanatımız, derin bir kültürümüz var. Biz bunu yozlaştırdık. Sanayi–i Nefise’ye gelen hocaların tümü yabancıydı. Bunların öğrettikleri sanatın Türk çocuklarında genetik olarak altyapısı yok. Tamamen taklide dayalı bir sanat anlayışı yüzünden özgün yapılar çıkmadı. Şehirlerimiz ne Avrupalı ne de Anadolulu gibi oldu. Büyük bir estetik kirlenme ortaya çıktı. Bu yozlaşma halen müzikte de devam ediyor. Ben kendi ulusal kültürümüze dayanılarak bu yozlaşmadan kurtulup evrensele geçebileceğimizi göstermek istedim. Bin yıl evvel kurduğumuz Ali Kuşçu, Uluğ Bey, İbni Sina, Farabi’nin yetiştiği bilim yuvalarının mimari üslubunu alarak, 21’inci yüzyıla taşıdım. Kendi örfümüz, âdetimiz, sanatımızı çağdaşlıkla yoğurdum. Şimdi mutfak sanatlarını canlandıracağız. Ekimde, 4 yıllık lisans düzeyinde yeni bir ‘Mutfak Sanatları Bölümü’ açacağız. Türk yemeklerini aslına uygun kalmak şartıyla evrensele taşıyacağız. Üniversiteyi kazanamayanların çok düşük puanlarla buraya girdikleri doğru mu? Değil. Örneğin bizim Diş Hekimliği Fakültesi’nde burslu sınavla giren öğrencinin puanı, Türkiye’de diş hekimliğinin tümüne girenlerin en yükseği. Mühendislik fakültemizde de aynı durumda. Yıllık 5 bin dolar alıyorsunuz. 11 bin 500 öğrenciniz var. Bunların kaçı burslu? Yüzde 10’u bir kere otomatik olarak burslu alıyoruz. Asgari yüzde 15 civarında da ilave vakıf burslumuz var. Yeditepe Üniversitesi’nde en fakirin çocuğu da var, en zenginin çocuğu da. Vakıf üniversiteleri arasında en kalabalık biziz. 1.200 öğretim üyemiz var. İlk beş altı sene vakıf finanse etti; ama bugün kendi kendini döndürecek bir hale geldi burası. Diş Hekimliği Fakültemiz, dünyanın en iyisi. İki yıl üst üste, dünyanın en kayda değer araştırmacıları bizim Diş Hekimliği Fakültesi’nden seçildi. 9002 kalite belgesini, üç branşta birden, (eğitim standartlarında, araştırmada ve hijyende), dünyada alan tek fakülte. Alman ve Amerikan profesörler, bizde çalışmak için araya torpil sokuyorlar. Az şey değil, on fakülteden biri dünya markası oldu. Mühendislik fakültemiz de Amerika’nın ilk yirmisine girer. Önümüzdeki yıldan itibaren de New York Üniversitesi Ortadoğu’da, bizimle beraber doktora programı açmayı teklif etti. Rochester Teknoloji Enstitüsü bizimle işbirliği yapma kararı verdi. 30 Amerikan üniversitesi ile anlaşma yaptık. Önümüzdeki yıldan itibaren 150 Amerikalı öğrenci Yeditepe’nin değişik fakültelerinde okuyacaklar. Bu üniversite kurulma aşamasında birçok eleştiri aldı. Buranın altyapısını belediye başkanlığınız döneminde ayarladığınız, arsaları ucuza kapattığınız, orman arazisini talan ettiğiniz iddia edilmişti. Bunların hepsi yalan. Kayışdağı Bulvarı’nı ben açmıştım rahmetli Turgut Özal ile beraber. Ve bulunduğumuz yeri de planda mesire yeri olarak ayırmıştım. Sonradan üniversite açmaya karar verdik, yer arıyoruz. Meğer burası bir şahıs arazisiymiş; ama devlet gasp etmiş. Sahipleri mahkemeye vermişler ve devletin elinden almışlar. Bana satmak istediler. 98 yılında 10 milyon marka aldım. Üniversite adına tescil ettim. Planda da burası tarla. Kasıtlı tahrif edilmiş konulardır bunlar. Aylarca yazıldı. İki tane mülkiye müfettişi geldi, kontrollerini yaptılar. Ve belediyeye ağır bir yazı yazdılar, “Niye buranın ruhsatını vermediniz?” diye. Son seçimin ardından tasfiye olan liderler ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Ecevit hariç, tarihte yerleri bile yoktur. Kafamda hiç iz bırakmadılar. Defterleri dürüldü. Hiçbiriyle görüşmüyorum. Müşterek hiçbir tarafımız yok. Benim için yoklukla maluller. Geçenlerde Kürtçenin 600 kelime olduğuna dair bir beyanınız oldu. Onun üzerine Kemal Burkay ile konuştum. Sizinle aynı fikirde değildi. Nereden çıkartıyorsunuz 600 kelimeyi? O kadar bile yok. Benim annem babam Kürt’tür. Beni dövecekleri zaman, aralarında Kürtçe konuşurlardı; ama araya iki tane Türkçe kelime sokmak zorunda kalırlardı. Çünkü o kelimeler Kürtçede yok. Kürtçeyi zengin bir dil olarak iddia edenler ki, 100 bin kelime var diyorlar, 50 bin kelime ile bir kitap yazsınlar, bastırması ve dağıtması bana ait. Hodri meydan. Abdülmelik Fırat da kızmıştı size. Benim akrabamdır. Bildikleri Farsçayı Kürtçe diye lanse ediyorlar. Böyle bir dil yok. Ama Avrupa’da enstitüleri var, binlerce kelimelik sözlükleri var. Hayır efendim, boş laf onlar. Geçenlerde aynı şeyi Yaşar Kemal de bana söyledi. 600 kelime iddiama gayet kızmış. Dedi ki, “Benim sahama girdin”. Ben de dedim “Sen benim sahama giriyorsun”. Çünkü, onun annesi Kürt, babası Türk’tür. Benim annem de, babam da Kürt’tür. Anne baba kanıtı yeter mi? O daha çok araştırmıştır. Doğru, o Kürtçeyi daha çok araştırmıştır. Ama ben İran’da da araştırdım bunu. Yaşar Kemal bana “100 bin kelime var Kürtçe’de” deyince, herkesin içinde ona dedim ki, “Yaşar 100 bin kelimeden vazgeçtim, 50 bin kelimeden de vazgeçtim, 30 bin kelimelik bir Kürtçe roman yaz. Bastırması da, dağıtımı da bana ait. Eğer 30 kişi senin romanını okuyup anlarsa, senden herkesin içinde özür dileyeceğim.” Ne dedi? E tabii durdu ben böyle söyleyince. Kürtçe, Farsçanın diyalektiğidir. Paris Kürt Enstitüsü’nün başkanı Nazal Kendal, yazdığı Kürtçe sözlüğü bana da gönderdi on sene evvel. “Sevgili Kürt kardeşim” diye yazmış, tabii güldüm. Neden gülüyorsunuz, Kürt mü değilsiniz, kardeş mi? Kürtçülük yapan hiçbir insanla kardeş değilim. Ben Türk’üm, aşiretimle de iftihar ediyorum. Nazal Kendal “On beş sene uğraştım, bu lügatı yazdım, tetkiklerinize sunuyorum.” diyor. O zaman yanımda bir dil bilimcisi vardı. Dedim “Bunu öğelerine ayır. Yüzde kaçı Farsça, yüzde kaçı Türkçe, yüzde kaçı bilinmeyen lisan?” Yüzde 65’i Farsça çıktı. Türkçeyi de öğelerine ayırsak, benzer bir manzara ile karşılaşacağız belki. Türkçe, başka dillerin istilasına uğramıştır; ama öğelerine ayırsak da geriye çok şey kalır. Türk dili yapısı itibarıyla özgündür. Ural–Altay dil grubu içindeki ana dil grubudur. Fevkalade sofistike, matematiksel ve müzikal bir dildir. Nazım Hikmet, Türk dilinde şiirler yazdı; büyük Nazım Hikmet oldu. Rusça da yazdı; ama kimse o şiirleri okumuyor. Bir şairi büyük yapan şey, kullandığı dildir. Aynı şey, Yaşar Kemal için de geçerli. Yaşar Kemal’e o gün söylediğim şey şuydu: “Unutma ki sen Türk dilinin yazarısın. Türkçe seni yazar yaptı.” Kürtçenin 600 kelime olduğunu “kanıtlayan” dil bilimcinin adı ne? Hatırlamıyorum şimdi. O zaman bizim Demokrat Merkez Parti’deydi. Farsça biliyordu. Sonra MHP’ye geçmiş o bayan, kurucu üye olmuş. MHP’ye geçmiş, öyle mi? “Bozacının şahidi şıracı” gibi olmuş yani. Hayır. O zaman bizim partideydi; ama on sene sonra geçti. Halep ordaysa arşın burada. Nazal Kendal’ın bastırdığı lügatı alın, inceleyin. Kürtçe–Türkçe–İngilizce–Farsça–Almanca, böyle üç beş lisana döndürülmüş lügatın kalınlığı serçe parmağımdan ince. Bundan dil mi çıkar? Sizin Kürtçeniz nasıldır? Ben Aydın’da büyüdüğüm için üç beş kelimenin dışında Kürtçe bilmem. 1980’de Mustafa Süzer ile Tahran’a gittik. Çarşıda, başladı konuşmaya. Şaşırdım, “Mustafa nereden Farsça biliyorsun?” dedim. “Ben Kürtçe konuşuyorum.” deyince, “Lan burada da Kürt’ü buldun!” dedim. “Yok o Farsça konuşuyor.” dedi. Mustafa Kürtçe konuşuyor, karşısındaki Farsça konuşuyor ve ikisi tıkır tıkır anlaşıyorlar. Buna tamamen başka bir dil demek mümkün mü? Zaten orada kafama soru işareti takıldı. 90’da Nazal Kendal gönderdiği zaman bana o sözlüğü, “Bunun Farsçasını ayırın.” dedim ve ortaya çıktı ki, Kürtçe diye bir dil yok. Bunu yapmanızın psikolojik sebebi ne? Psikolojik sebebi yok. Türkiye’de “Kürtçe Kürtçe” diye dayatanlara bir şey göstermek istedim. Ama bunu Kürt kökenli olarak siz yapıyorsanız, acaba “bakın ben onlar gibi değilim” mi demek istediniz? Ondan hiç kimsenin şüphesi yok. Ben bir vatanseverim. Milliyetin ne olduğunu bilirim. Bir milletin içinde değişik alt gruplar vardır. Sosyolojik gelişme içinde millet, tek bir aşiretten oluşmaz. Kürtler tarih boyunca ne devlet kurmuşlar ne de kendi özel dilleri olmuş. Dolayısıyla bir millet aşamasına gelmeleri mümkün değil. Kürt’sünüz; ama kendinizi Türkmen olarak nitelendiriyorsunuz, değil mi? O da doğru. Kürt’ün de altına girdiğim zaman Türkmen çıkıyorum. Bizim aşiretin kontrolünü yaptık, Türkmenistan’da köylerimiz çıktı. Türk olmuşum, Kürt olmuşum ne fark eder ki. Kendimi ne hissediyorsam oyum. Ben Türk’üm. Annem babam Kürt’tü. Onlarla da gurur duyarım. Ayrı bir dil, ayrı bir şey millet oluşturmaya kalkanlar bölücüdür. Onun için Yaşar Kemal’e teklif ettiğimin aynısını Kemal Burkay’a da teklif ediyorum, akrabam Melik Fırat’a da teklif ediyorum. Hadi yazsınlar bakalım 50 bin kelimelik bir roman. Aşiretiniz Şıhbızın’ın insanlarını nasıl tanımlarsınız? Çok cesur ve aşırı kavgacı adamlardır. Sizde de var mı o kavgacılık? Var ki İstanbul’u yaktık yıktık. Siz bunu bir övünç kaynağı olarak söylüyorsunuz; ama tam tersi de algılanabilir. Hani bir dönem, “Dalan eşittir talan” tarzında eleştiriler vardı ya. Onu söyleyenlerin şerefsiz oldukları çıktı, kendileri yargılandılar. Yakıp yıkmak, bilinçsiz bir yakıp yıkma değil. Hepsi bilinçlidir. Eğer Bedrettin Dalan beş yıl İstanbul belediye başkanı olmasaydı, bugün İstanbullular kilitlenmişti. İçecek su da bulamazlardı. Yürüyecek yol da bulamazlardı. Başka bir damara geçelim. Teyp açılmadan önce “sufiliğe karşıyım” dediniz. Niye karşısınız ki? Kur’an–ı Kerim’deki ifadesiyle bir “yaratan”, bir de “yaratılmış” var. Ben Kur’an–ı Kerim’in temeline sadığım. Sufiler diyorlar ki, “Hepimiz bir bütünüz, bu bütün Tanrı’yı oluşturur. Bu bütün geliştikçe, Tanrı da gelişir.” Yunus da bir sufiydi. “Yaratılmışı severim, Yaratan’dan ötürü” diyor. Bir kavram kargaşası mı var sizde acaba? Hayır. Yunus’u çok severim, şiirlerini de ezbere bilirim. Her şey tektir, tekten gelmiştir. Ama bu teklik içinde “Sistemin tümü birden Tanrı’yı oluşturur.” diyenler var. Ben de diyorum ki, sistemin tümü birden Tanrı’nın yansımasıdır, Tanrı’yı oluşturmaz. Tanrı sistemin dışındadır. Ben ne kadar uğraşırsam uğraşayım; ancak Tanrı’ya yakınlaşırım, Tanrı olamam. Buna itirazım yok. Yalnız burada ince bir ayrım var. Büyük sufiler, Mevlâna, Hallac–ı Mansur tabii ki yaratıldıklarını biliyorlardı. Tamam ama son zamanlarda öyle bir mistik felsefe geliştiriliyor ki Türkiye’de, “biz hep beraber böcekler, kuşlar, bitkiler, insanlar, hep beraber Tanrı’nın kendisini oluşturuyoruz” deniyor. Her türlü düşünceye açığım ben. “Enel hak” diyen Hallac–ı Mansur bugün benim yanımda yaşasaydı herhalde derisini yüzmezdim. Ama ben farklı düşünüyorum bu konuda. Yani benim demek istediğim İslam mutasavvıfları böyle söylemez. Hint sufizmiyle karıştırmış olmayasınız siz bunu? Sufizm, Doğu felsefesinin İslam felsefesine çok ağır bir şekilde girmiş versiyonudur. Oysaki Tanrı ekmeldir, tamamlanmıştır. Onun bir eksiği yoktur. Tanrı gelişmez. Mükemmeldir. Vahdet–i Vücud’un temel kuralı ile ben barışık değilim. Allah beni yaratırken kendinden bana nur vermiş, bunu kabul ediyorum. Ama ben onun toplamı değilim. O çok daha yukarıda. Bu düşüncenizi, üniversitede öğrencilerinize de verebiliyor musunuz? Bir teoloji fakültemiz yok. Ama yakında İslam felsefesi bölümü açacağız. O zaman, İslam felsefesini çok iyi kavramış bilim adamları burada yetişecek. Onlar bu görüşü daha iyi yayarlar. Benim haddime düşmemiş. Nasıl ki mimaride köklerimiz Selçukluyu gösterdiniz. Bu dünyanın neden var olduğuna dair, sizin bulduğunuz temel cevabın ruhunu bütün öğrencilere verecek misiniz anlamında sormuştum. Allah Adem’i yarattığında eşyanın ismini öğretti ve bizi yeryüzünde halife yaptı. Eşyanın ismi fizik, kimya, biyoloji, hepsini öğrenmemizi emretti. Allah’a yakın olmak istiyorsanız, sadece namaz kılmak yetmez. En büyük inanç, bilim yolunda bilinmeyenleri bilinir hale getirmektir. Burada zil yerine, Onuncu Yıl Marşı’nı çalarak, bir mesaj veriyorsunuz çocuklara. Seçtiğiniz mimari yapı ile de tercihinizi sunuyorsunuz. Dini anlamda ayaklarınızı bastığınız yeri de çocuklara aktaracaksınız demek. Şu anda teknik olarak yapacağım çok işler var. İşte hastane var önümüzde. Ondan sonra inşallah bunları konferanslar halinde öğrencilere aktarırım. Kur’an–ı Kerim doğru düzgün anlaşılmadığı müddetçe ne İslam bir yere gider, ne Türkiye. İslam’ı bütün okullarda namaz kılma, oruç tutma veya sure ezberleme tarzında değil, özünü, anlamını vererek öğretmezsek hiçbir yere varamayız.