28 Şubatçılar O'nu hiç sevmedi!..
O da benim gibi ne Eski Merkez Medyaya sevdirebildi kendini, ne de Yeni Merkez Medya ondan hoşlandı...
Hatip Dicle'nin
milletvekiliği düştü... Eeeee!... Ne oldu?.. Hani hakimiyet kayıtsız şartsız milletindi?.. Demek ki hakimiyet kayıtsız şartsız YSK'nınmış... Demek ki... "İleri Demokrasi" bir hayalden ibaretmiş!... |
28 Şubatçılar O'nu hiç
sevmedi!..
Kim demiş bilmiyorum ama güzel
söylemiş...
"Her ölüm zamansızdır"...
Az önce neşeyle konuşan Hadi Özışık telefonu
kapadıktan sadece bir-iki dakika sonra bir kez daha arayıp
ağlayarak "Behiç abiyi kaybettik" dediğinde dondum
kaldım...
"Amma zamansız" diyebildim sadece...
Sanki zamanını biz tayin edebilirmişiz gibi...
Sanki bizim doğrumuz, Allah'ın
doğrusundan...
Sanki bizim zamanlamamız, Allah'ın
zamanlamasından daha doğruymuş gibi...
Aslında dünyayı sevimli kıldığını bir türlü kabullenemediğimiz
Allah'ın "En Birinci
doğrusu" değil miydi
"Ölmek"...
Tabii "Doğmak" ve "Yaşamak"la
birlikte...
O halde bize düşen ne zamanlamaya, ne de gerçekleşmeye isyan
değil, kabullenmekti...
Ve çok geçmeden kabulleniverdim ben
de...
Onu kaybettiğimiz hastanenin yolunu tutarken işte o
kabullenişin sinsi huzuru vardı içimde...
Kalemlerine biber sürülesiceler |
Eh yani... Pes kere pes şu savcı arkadaşlara... Millet seçiyor; onlar bırakmıyor ki "Milletin Dediği olsun"... "Savcılar" diyorum... Haberal ve Balbay'ın "Tahliye taleplerinin reddini" istemişler de... Şuraya bakar mısınız?.. Ortada "Hüküm" falan da yok ama milletvekilleri hapiste... Hay kalemlerine biber sürülesiceler... |
28
Şubat'ın sahte kabadayılarına karşı en yoğun
mücadeleyi vermiştik sırt sırta...
28 Şubat sürecinde Darbe ve darbecilere; Kartel ve
kartelcilere karşı birlikte direnişimize rağmen;
"Yerel Özerklik" konusu başta olmak üzere
"Kürt Açılımı"nda hiçbir zaman uyuşamadık
Behiç'le...
O, yerel özerkliğin ülkeyi böleceğine
inanıyordu...
Ben ise aksine terörü bitireceğine, siyasal ve ekonomik
istikarın sürdürülebilir bir istikrara kavuşacağına...
Bugün de o görüşlerim değişmiş değil...
Ama...
Çok keskin fikir ayrılığına karşın O benim
"Dostum" diyebileceğim "en iyi"
beş ya da bilemediniz altı arkadaşımdan biriydi...
Çünkü...
Fikri hasımlığımız artıkça sanki birbirimizi daha çok
sevdik...
Daha anlayışlı olduk birbirimize karşı...
28 Şubat Kardeşliğimiz daha da
pekişti...
Daha sonra...
28 Şubatçılar mağlup, 28 Şubat mağdurları
galip geldiklerinde yine sadece ikimiz kaldık medyanın
dışında...
Yani O da benim gibi ne Eski Merkez
Medyaya sevdirebildi kendini, ne de Yeni Merkez
Medya ondan hoşlandı...
Ama bir şeyden çok eminim..
Allah her zaman ve her şeye rağmen çok sevdi
Behiç'i..
Yüce Allah isteseydi onu da
istidrac ederdi...
Oysa, 28 Şubat'ın vahşileriyle, son dokuz
yılın mağrurlarını servet içinde yüzdürürken
"yokluk" içinde aldı Behiç'e
verdiği "Can" isimli emanetini...
Ama ben onun yokluk içinde göçüp gidişini sosuz alemde
ödüllendirilecek oluşunun "Müjdesi" olarak kabul
etmek istiyorum...
Nur içinde yatsın...
Amin...
Bir de
dışımızla helâlleşsek |
Türklere göre
1821 olayları “Yunan
İsyanı”dır… Bugün... En yukarıdaki paragrafta
aktardığım olaylar tarih kitaplarında böyle anlatıldığı ve halklar
tarafından da "öyle kabul edildiği" sürece bu
"kardeşlik" mümkün mü?.. |
Yeni Osmanlı mı geliyor?..
İngiliz tarihçi Niall Ferguson Newsweek Dergisi'nde Erdoğan'ın, seçimden sonra yaptığı "Balkon Konuşması"nı yorumladı...
Erdoğan'ın"İstanbul kadar Saraybosna kazanmıştır; İzmir kadar Beyrut kazanmıştır; Ankara kadar Şam kazanmıştır;" ifadelerine atıfta bulunan Ferguson, "Eğer Erdoğan'ın liderliği altında istikamet Ortadoğu'da yeni bir Müslüman imparatorluğu şekline bürünürse, bir sürpriz bizi bekliyor olabilir" dedi...
Ağzından bal damlıyor... |
"Atatürk adına nutuk atmaktansa
hayallerini gerçekleştiren, ve vatan hasreti çeken zatın önünde
saygıyla eğiliyorum" diyen Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen
Bağış'ın ağzından bal damlıyor damlamasına da... Karşısında saygı ile eğildiği "ZAT"ın adını neden vermiyor anlayamadım..: Yoksa o saygıdeğer "ZAT"ın adını anmak yasak mı?.. |
Peki...
Şöyle bir bakalım o zaman...
Bugün üstünde yaşadığımız bu topraklar Cumhuriyet
Türkiye'sinin değil, Osmanlı
İmparatorluğu'nundur...
Bir Devrim sonrası Yeni
Cumhuriyet adına tescil edilmiştir...
Yani...
Bu topraklarda her şey Yeni Türkiye
Cumhuriyeti ile başlamadı...
Hatta...
Ne Laik Devlet cumhuriyetle geldi, ne de
batılı tarzda demokrasiyi cumhuriyet
getirdi...
Cumhuriyet, İmparatorluk döneminde fikri bazda şekillenen ve
hazırlıkları yapılan laik devlete sonra da demokrasiye geçişte bir
süreçtir sadece...
Yani...
Osmanlı'da da eğitim
laikti...
Osmanlı döneminde de batı tarzı giyime geçiş için hazırlıklar ve
hatta çalışmalar başlatılmıştı...
Ancak toplumsal olaylar öyle bir şekilde oluşur, gelişir ve patlak
verirler ki; bunun için bütün bir halkın hazır olması
gerekmektedir...
Şimdi...
Dünya yeniden şekillenirken; toplumlar, halklar da
yenileniyor...
Yenilenen halkların çok önemli bir bölümü de
Osmanlı'nın eski toprakları üzerinde
yaşayan Müslüman'lardır...
Ya da Ermenistan'da olduğu gibi
Ermeniler...
Ve...
İstanbul'un "Dünya
Başkenti" olacağı tam 100 yıl öncesinin
projesiydi...
O gün verilen kararda İstanbul ABD'nin
"Yeni Roma İmparatorluğu" hayalinin
başkenti idi...
Çünkü bugünkü kadar "Güçlü" bir
Türkiye tahmin edilmemişti...
Bugün sahip olunan güçle "Yeni
Osmanlı"nın kurulması yeni Dünya'nın da işine gelir,
gelebilir...
Şaşırmamak lâzım...
Yeter ki; "İstanbul bütün insanlık tarafından
nimetlerinden faydalanılan" ama
"Tapusu" Yeni Osmanlı'ya
ait olan bir başkent olarak kalsın...
Haydi gözümüz
aydın!... |
Allah'ın izni Peygamber Efendimizin kavliyle bugünden itibaren yine ikiye bölüneceğiz... Ekranlarımız yine şenlenecek(!).. Birbirlerinin üstüne yürüyenler göreceğiz... Acem Kaçıran makamında "Ulen beni kaldırma ayağa da kırmayayım dişlerini" serenatları dinleyeceğiz... Bir tarafta; Hatip Dicle'nin milletvekilliğini düşüren YSK'ya ateş püskürüp, Balbay ve Haberal'ın tutukluluk halini alkışlayanlar yer alacak... Diğer yanda ise Hatip Dicle'nin milletvekilliğini düşüren YSK'yı alkışlayıp; Balbay ve Haberal'ın tutukluluk halinin devamına ateş püskürenler... Benim tarafım mı?.. Tabii ki; "Bertaraf edilmesi gerekenler yanı"... Yani... Hem savcıların hem de YSK'ın aldığı kararları "Halk iradesine ve Hukukun Üstünlüğü ilkesine hakaret" olarak tanımlayan TARAF... |