BIST 8.619
DOLAR 34,30
EURO 37,52
ALTIN 3.025,03
HABER /  GÜNCEL

22 Mart 2011 Basın Özeti

Libya harekatında komuta krizi, 'Kaddafi'nin devrilmesi meşru mu?' tartışması, Yemen ve Suriye'deki gelişmeler.

Abone ol

İngiltere basını Libya'ya yönelik harekatın geleceğine ilişkin iki temel sorunun yanıtını arıyor bugün.

Birincisi, Amerika Birleşik Devletleri liderliğinde başlayan harekatın komutasını kimin devralacağı. İkincisi ise Muammer Kaddafi'nin öldürülmesinin ya da devrilmesinin harekatın hedeflerinden olup olmadığı.

Guardian gazetesi komuta konusunda ciddi bir sorun ve fikir ayrılığı yaşandığını aktarıyor. Washington'ın harekatın liderliğini birkaç gün içinde devretmek istediğini, ilk seçeneğin İngiltere ya da Fransa, ikincisinin ise NATO olduğunu belirtiyor.

Ancak gazeteye göre İngiltere ile Fransa liderlik için rekabet halinde. NATO seçeneğine ise Türkiye karşı çıkıyor. Haberde Washington'ın görevi NATO'ya devretmeyi tercih ettiği, zira bu durumda harekatın başında yine Amerikalı bir komutanın olacağı hatırlatılmış.

Libya'yı vuran koalisyonda yaşanan ikinci çatlak ise harekatın hedefleri konusunda.

Guardian Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'de, Kaddafi'nin hedef olup olmadığı, Birleşmiş Milletler kararının buna izin verip vermediği konusunda hükümet ile askerler arasında fikir ayrılığı yaşandığını aktarıyor.

Buna göre İngiltere Başbakanı David Cameron Kaddafi'nin meşru bir hedef olduğunu ima ederken, Genelkurmay Başkanı Sir David Richards buna şiddetle karşı çıkıyor. Gazete benzer bir fikir ayrılığının Başkan Barack Obama ile Savunma Bakanlığı arasında görüldüğünü belirtiyor.

"Libya özgürlüğünü kendi kazanmalı"

Konu Financial Times'ın da gündeminde. Gazete başyazısında Kaddafi'nin hedef alınmasına ya da harekatın Libya liderini devirme çabasına dönüşmesine şiddetle karşı çıkıyor. "Libya özgürlüğünü kendi kazanmalı" başlıklı yazıda şu satırlar öne çıkıyor:

"Koalisyon, Birleşmiş Milletler'in kendisine tanıdığı yetkinin sınırlarını unutmamalı. Hedef Kaddafi'nin halkına zarar vermesini önlemek. Baskıcı rejimini değiştirmeye çalışmak değil. Bu görevin sınırlarını rejim değişikliğini de içerecek şekilde genişletmek çekici gelebilir ve bu, Kaddafi'nin devrilmesinin, harekatı kısa sürede sonlandırmanın en iyi yolu olduğu savıyla desteklenebilir. Bu görüşe göre, Libya halkı o aşamadan sonra özgürlüğe yürüyüşünü rahatça sürdürürken, koalisyon güçleri de evlerine döner."

"Ancak ne kadar çekici gelse de bu fikirden uzak durulmalıdır. Zira koalisyonun en değerli silahı, Birleşmiş Milletler'den aldığı yetkinin yanı sıra Arap Birliği'nden aldığı destektir. Bu destek neticesinde uçuşa yasak bölge uygulamasına Arap ülkelerinin de doğrudan dahil olması, mümkün olduğu kadar şiddetle tercih edilecek bir durumdur. Böylece Kaddafi, harekatı Müslümanlara yönelik emperyalist bir saldırı olarak gösterme şansını da kaybeder. Ancak Batılı güçler Kaddafi'yi devirme peşine düşerse Arapların bu desteği hayata geçemez."

Tunus ve Mısır'dan sonra Yemen mi?

Yemen'i 32 yıldır yöneten Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, yaklaşık bir aydır devam eden protestolara rağmen koltuğunu bırakmamakta kararlı. Cuma günü şiddetlenen ve yaklaşık 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan protesto gösterileri ve dün üst düzey komutanların protestocuların tarafına geçmesi de kararlılığını kıramamış görünüyor.

Ancak Independent gazetesinin deneyimli Orta Doğu muhabiri Patrick Cockburn'e göre Yemen, Tunus ve Mısır'ın ardından rejim değişikliğine sahne olacak üçüncü ülke olma yolunda. Yazıda dikkat çeken satırlar şöyle:

"Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'in, Şubat ayının ilk günlerinde protesto gösterileri başladığından bu yana yaptığı hatalar, Hüsnü Mübarek'inkilere çok benziyor. Değişim vaadetti ve tekrar aday olmayacağını açıkladı. Ancak görevi derhal bırakmayı reddetti. Rejim, muhaliflerini tehdit etme başladı ve ölümlerin sorumluluğunu genç protestoculara yüklemeye uğraştı. Yerli ve yabancı basını kontrol etmeye çalıştı. Son halka, Cuma günü halkın üzerine ateş açılmasıydı. Bu da Salih'in gidişinin muhtemelen çok uzun sürmeyeceğini kanıtlamış oldu."

Independent muhabiri Patrick Cockburn Ali Abdullah Salih'in devrilmesinden sonra neler olabileceğini de analiz ediyor. Mısır'da olduğu gibi yönetimin muhtemelen askeri bir konseye devredileceğini ve ülkeyi seçime askerlerin taşıyacağını tahmin eden Cockburn şu uyarıda bulunuyor:

"Bundan sonra şiddetin patlak vermesi olası. Çünkü 24 milyonluk ülkede 60 milyon silah var. Devlet otoritesi zayıf ve nüfusun en az beşte biri kendini vatandaştan önce bir aşiretin üyesi olarak tanımlıyor. Ali Abdullah Salih'in kalıcı hale getirdiği bir sistem bu. Aşiretlerin devletten daha güçlü olmasını sağladı ve kamudaki görevleri siyasi bağlılık esasına göre dağatarak ülkeyi yönetti. Üstelik Tunus ve Mısır'a kıyasla orta sınıf daha küçük ve üniversite mezunlarının sayısı son derece düşük."

'Suriye Libya'ya benzeyebilir'

Suriye'nin güneyindeki Dara'da, yolsuzlukla mücadele ve siyasi haklar talebiyle 4 gündür devam eden protesto gösterilerine güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 6 kişi öldü. Bunlardan biri 11 yaşında bir çocuktu.

Rejimin Batı karşıtı tutumunun, Suriye'yi Arap coğrafyasındaki halk hareketleri dalgasından koruyacağı savı sık dile getiriliyor. Ancak Guardian'ın eski Orta Doğu muhabiri David Hirst'e göre, bunun artık doğru olmadığı anlaşılıyor. Yazıda dikkat çeken satırlar şöyle:

"Beşar Esad'ın oynadığı vatanseverlik kartı, Suriye halkının çok azını ilgilendiriyor. Bu sadece, asıl meseleleri örtmeye yarıyor ve bu meseleler, başka ülkelerdeki Arapları harekete geçirenlerle aynı. Beşar Esad kişi olarak daha popüler olabilir. Ancak aile üyelerinin başında bulunduğu baskı aygıtı, Mısır'da Mübarek'inkinden de, Tunus'ta Bin Ali'ninkinden de daha acımasız. Ayrıca Esad ailesi en az Mübarekler kadar yolsuzluğa bulaşmış durumda."

"Suriye'de bir ayaklanma olacaksa, muhtemelen Libya'dakine benzeyecek. Suriye polisi ve ordusu, Mısır ve Tunus'ta görüldüğü gibi siyasi liderliği yalnız bırakmaz."