Spor yazarı Cüneyt Kazokoğlu, Türkiye'nin 2020 Yaz Olimpiyatları ve Paralimpik Oyunları'na ev sahipliği yapma girişimin neden başarısızlıkla sonuçlandığını yorumluyor.
Abone ol1964 yılında Tokyo ilk defa olimpiyat düzenlendiğinde satılan 2 milyondan fazla biletin sahibi olimpik tesislere ulaşmak için toplu taşım hatlarını bedava kullanma hakkına sahiplerdi.
Ellerine tutuşturulan, 8 hat üzerinde 50’ye yakın istasyona sahip raylı sistem ağı ile olimpiyatı seyretmeye gittiler.
1964 Tokyo oyunları, ilk defa renkli televizyon yayını yapılan, ilk defa uydu üzerinden dünyaya yayın yapılan olimpiyat oldu ve 2. Cihan Harbi sonrası Japonya’nın yeniden doğuşunu simgeledi.
Şimdi 2020 oyunları, Tokyo’nun 2011 yılındaki deprem, tsunami ve hala çözülmemiş nükleer sorunları aşıp, 56 yıl önce olduğu gibi teknolojik üstünlüğü ile yeniden doğuşu olacak.
'Kaybedenler Kulübü'
En azından bu, dün BBC News Hour stüdyosuna canlı olarak bağlanan Japon gazetecinin beklediği, umduğu idi. Akşam birinci tur oylamasından sonra stüdyoda bulunan Madridli gazetecinin üzgün yüzüne, final oylamasında Jacques Rogge’un ağzından çıkan “Tokyo” kelimesi ile çöken omuzlarım eklendiğinde, stüdyonun havası birden Kaybedenler Kulübü’ne döndü.
Türkiye, tarihinden en iyi hazırlandığı, şansının en yüksek olduğu seçimde olimpiyatı neden kaybetti? Ya da daha önemlisi, Tokyo, olimpiyatı nasıl kazandı?
Olimpiyat, tesisleriniz ne kadar hazır olsa, sunduğunuz proje ne kadar göz doldurucu da olsa her şeyden önce bir güven projesi.
İstanbul’un, Mart ayında Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin Değerlendirme Heyeti ziyaretinde kazandığı, hem gazetecileri, hem heyet üyelerini son derece etkileyen sunumlar, verilen güven, maalesef arada bir yerlerde etkilerini yitirdiler. “Arada bir yerler” hepimizin bildiği, odadaki fil, Gezi protestolarına hükümetin verdiği karşılık.
Gezi protestolarına devletin en şiddetli tepkiyi verdiği Haziran başında, Tokyo’da binlerce kişi nükleer enerjiyi protesto etmek için toplanıyordu, hiç kimsenin burnu dahi kanamadan.
Bu unsura ek olarak, Brezilya gibi Türkiye’ye çok benzeyen bir ülkede, Türkiye’nin olimpiyat adaylığına çok benzeyen dünya kupası ve olimpiyat projelerine karşı yapılan protestolar etkili oldular. Türkiye’nin 16.8 milyar dolarlık, Madrid’in 9, Japonya’nın 4 katı yatırım bütçesi, son derece kesif bir şekilde kutuplaşmış, siyaseten riskli bir ortamla birleşti. En nihayetinde Türkiye’nin adaylığı, astarı yüzünden pahalıya gelmesi muhtemel bir adaylık halini aldı.
Japonya’nın yatırım bütçesi olarak verdiği 4.4 milyar doların bir banka hesabında hazır duruyor olması, tesislerinin önemli kısmının hazır, yeni yapılacak olanların çoğunun portatif olması gibi unsurlar, İstanbul’un teknik zaafı olarak nitelenen ulaşım konusunda hiçbir sıkıntısının olmaması, teknolojik avantajı öne çıktı. IOC, Istanbul’a oranla daha emin, daha risksiz olan ve bugün çıkan haberlerde daha yıllarca etkileri süreceği açıklanan Fukuşima konusunda da daha fazla güven veren Tokyo’yu tercih etti.
Spor odaklı yaklaşım
Sportif açıdan da bakıldığında Japonya’nın üç aday içinde en çok spor odaklı düşünen ülke olması kayda değer. Tekrar hatırlatalım, 3 aday kentin tanıtım videoları içinde olimpiyatın bir spor organizasyonu olduğunu anlayabildiğiniz bir tek Tokyo vardı.
Son olarak doping: bugüne kadar olimpiyat tarihinde dopingden yakalanmış tek bir Japon sporcu bulunmamasının karşısında Operacion Puerto ile sistematik bir doping izlenimi veren İspanya ile son dönemlerde dopingin spora ne kadar bulaştığı açığa çıkan Türkiye…
Türkiye’nin adaylığının ne kadar iyi olduğu, 2016 oyunları seçiminde Rio ile finale kalan, 2012 oyunları seçiminde 2. turdan lider çıkan Madrid’i geçebilmesinden belli. Mart ayında yakalanan ivme, hükümet gerek içeride, gerek dışarıda uzlaşmacı ve diplomatik bir tavır izleseydi devam ettirilebilir, en azından final sonucu çok daha ucu ucuna olabilirdi.
Bu, Türkiye’nin aday olup alma ihtimalinin yüksek olduğu son oyunlardan biriydi. IOC içindeki gelir dağılımında payı yüksek olması nedeniyle ABD uzun süredir seçimlerde oy toplayamıyordu. Mayıs 2012’de yapılan bir anlaşma ile bu pay 2020’den itibaren azalacak. Bu, ABD’nin 2024’ten itibaren adaylık kapısını ardına kadar açacak bir etken. Kaldı ki 2024’te Avrupa’ya dönmesi muhtemel olimpiyata sadece Madrid ve İstanbul’dan başka şehirlerin aday olması da muhtemel, örneğin 2004 seçimlerinde finale kalan Roma, 2012 seçimlerinde Londra’ya kılpayı kaybeden Paris.
Son olarak kaybedilen bu adaylığın Türk sporuna etkilerinin son derece olumsuz olduğu kanısındayım. Türkiye, bir asırdır sınırlarının ötesinde yakalayamadığı sistematik sportif başarıyı, ancak olimpiyat gibi güçlü bir kaldıraçla yakalayabilecekti. Bundan sonra umudumuz, Ağustos 2012’de Suat Kılıç’ın dediği üzere “tesislerin, olimpiyatın bize verilip verilmediğine bakmaksızın yapılmaları”. Tesis inşaatı (inşaat!) konusunda nispeten iyimser olmakla beraber, başarısız olimpiyat adaylığının sporcu yetiştirmeye yönelik ve sadece beton dökmekle elde edilemeyecek kazanımları büyük ölçüde sekteye uğratacağı en büyük korkum.