Times Suriyeli isyancıları 'kim, ne amaçla destekliyor' sorusunu yöneltiyor. 'Utanan bankalar' arasına HSBC de katıldı, İngiltere'nin Olimpiyatlarda ihale atağı hedefi ve Almanya'da sünnet, kimlik ve bireysel tercih tartışmaları.
Abone olSuriye'nin başkentinde şiddetli çatışmalar sürerken Guardian, isyancıların "Şam'ı alana dek durmayacağız" iddiasına yer veriyor.
"Sadece hafif silahlarımız var ama yeter" dediklerini aktarıyor.
"Şam daha önce çatışmalara sahne oldu ama sadece geceleri. Üç gündür güpegündüz yaşanan çatışmalar, isyancıların artan güveninin göstergesi. Silah sesleri duyulan Kfar Suse'de devlet kurumları var. Uluslararası havalimanı da çatışmalardan etkileniyor."
Ancak gazete, isyancıların "bu son taarruz" iddialarına şüpheyle bakıldığını da ekliyor.
"Sürgündeki eylemcilerden Malik el Abdi, "Bu, ses getirip başkalarını da saf değiştirmeye cesaretlendirmeye yönelik bir kampanya gibi görünüyor. Özgür Suriye Ordusu böyle bir savaşı uzun süre devam ettiremez" diyor.
"Yetkililerin Suriye'yi yakından izlediği İsrail'de de, askeri istihbaratın başındaki Tümgeneral Aviv Kohavi, Knesset dışişleri ve savunma komisyonuna, Esad'ın devrilmesinin kaçınılmaz olduğunu ancak bunun iki ay ile iki yıl arasında bir süre gerektireceğini söyledi."
Daily Telegraph, silahlı muhalif grupların taktik değiştirip Humus, Deraa ve diğer kentlerden birimleri başkente sevkettiğini yazmış.
"Esad'ın çaresizliğinin bir işareti olarak, Şam'a da ülkenin başka kesimlerinden hatta Golan tepelerinden takviye askerler sevkedildi."
Times, Suriyeli isyancıları kimlerin ne amaçla silah ve para sağladığını sorguluyor.
Suriye'den bildiren Anthony Loyd, silahlı isyancılardan birinin durumu "Ne için savaştığımızı biliyoruz ama kimin için savaştığımızı bilmiyoruz" sözleri ile açıkladığını aktarıyor.
"Niyeti belirsiz, karanlık şahsiyetler" dediği bu kişilerin izini sürmeye çalışan Loyd, Türkiye'deki aracıların silah ve para transferinin arkasındaki asıl isimlerin paravanı olduğunu yazıyor.
"Ordudan muhalifler safına geçmiş olan Teğmen Ahmed, sadece bir saatlik çatışmada 3 bin kurşun, 15 roket kullandıklarını söylüyor. Bu rayiç fiyatla 21 bin dolar ediyor. 'Şimdi ise bir dahaki ödenek gelene dek kendimizi savunmak zorundayız' diyor."
Loyd isyancıların, bazı aracıların karaborsacı oldukları, kendilerine aktarmak üzere alınan paraların ceplerine gittiği endişelerine de yer veriyor yazısında; ancak sonuçta Teğmen Ahmed'in asıl kaynağı çok da sorgulayamadığını belirtiyor.
"Başka ne yapabiliriz ki? Esad'ı devrimek istiyoruz ve bunun için bize para ve silah gerek."
Yazar Emir Tahiri yine Times'ta yer alan makalesinde, Suriye'yi "İspanya iç savaşı gibi, küresel bir savaşın cephesi" olarak niteliyor.
"Suriye, sonuçları küresel siyaseti etkileyebilecek bir mini dünya savaşına dönüşüyor. Suriye'de yaşananlar, İspanya iç savaşı gibi, sadece dış güçlerin destekleyip dsilahlandırdıkları iki karşıt grubun değil, hakimiyet mücadelesi veren iki rakip düşüncenin savaşı...
"Rusya, Çin ve İran'ın Esad'ı iktidarda tutmaya çalışmasının ardında sadece jeopolitik kaygılar yok. Her üç ülkenin de Şam'daki diktatörü desteklemek için güçlü iç siyaset gerekçeleri var.
Durumun Rusya için Çeçen isyancılar, Çin için Tibet ya da Şanghay gibi olduğunu belirten Tahiri, İran'ın ise Suriye sonrası rejim değişikliğinde sıranın kendisine geleceğinden korkutuğunu düşünüyor.
Tahiri, bu nedenle İran'ın Suriye'de "teknik danışman" adı altında 1500 askeri personeli olduğunu ve Esad'ın devrilmesine izin veremeyeceklerini yazıyor.
Times başyazısında ise "Suriye için Esad sonrasını planlamaya başlamalı" diyor ve bu tartışmada İran'a da rol biçiyor.
"Bu çağrı kulağa vaktinden erken yapılmış gibi geliyorsa, bu sorunlu ve son derece önemli ülkede işlerin ne kadar hızla değiştiğini bir düşünün yeter. Suriye, Libya'nın aksine dünyanın en çalkantılı bölgelerinden birinin ortasında.
"Batının ülkeye dair meşru kaygıları varsa, yanı başındaki Rusya ve İran'ın da var. Her iki ülke çıkarlarını yanlış tarafı destekleyerek korumaya çalıştı. Ama bu acı gerçek, Suriye'deki zorbanın düşüşü sonrasında ne yapılacağına dair tartışmalardan dışlanabilecekleri anlamına gelmiyor... Ne olacağını, hepimizin konuşması gerek."
HSBC'nin 'para aklama' utancı
Amerikan senatosunun yaptığı bir soruşturmada İngiltere'nin en büyük bankası HSBC'nin para aklama faaliyetlerini önleyemediğinin ortaya çıkması, pek çok gazetenin ilk sayfalarında yer buluyor.
Soruşturma başta Meksikalı uyuşturucu kaçakçıları olmak üzere suç örgütleri ve yaptırımlara tabi olan bazı ülkelerin bankayı kullanıp para trafiğini sürdürdüğünü ortaya koydu.
Financial Times bu durum karşısında, HSBC'nin hukuka uygunluktan sorumlu müdürünün senato oturumu sırasında istifa etmesini manşetine çekmiş.
"Rapor, Amerikan adalet ve hazine bakanlıkları ile Manhattan savcılığının yıllar süren soruşturmasının eseri. Bir analist, HSBC'ye kesilecek cezanın 1 milyar doları bulabileceğini öngördü. Banka resmen usülsüzlükle suçlanmış değil, ama son 10 yılda iki kez denetleyici kurumlar, bankayı para aklamayla mücadelede zaafları olduğunu söyleyip bunu düzeltmesi için uyarmıştı."
Guardian'ın, "HSBC'nin utancı" diye nitelediği bu durum, gazeteye göre İngiliz bankacılık sektörü için son derece kötü bir zamanda ortaya çıktı. Barclays'e Libor manipülasyonu konusunda kesilen ceza ve JP Morgan'ın Londra ofisindeki işlem zararı ardından, Amerikalı yetkililer İngiltere'nin mali sektörüne giderek daha eleştirel bakıyor"
Bu eleştiriler Financial Times'ın da manşetinde... Gazete Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke'nin Libor'u "kusurlu bir ölçüt" diye nitelediğine dikkat çekiyor.
" 'Libor mali işlemlerde ölçüt olarak kalacaksa, güvenilirliğini sağlamak için uluslararası bir çaba gerekir' diyen Bernanke'nin açıklaması İngiltere Merkez Bankası Başkanı'nınkiyle tezat oluşturuyor" diyor FT.
Olimpiyatlara doğru
Ateş altında kalan yöneticilerin biri de, Olimpiyatların güvenlik taşeronu G4S firmasının genel müdürü Nick Buckles.
Buckles dün İngiliz milletvekillerine neden söz verdikleri 10.500 güvenlik görevlisinden sadece yedi binini sağlayabileceklerini açıklamak için ifade verdi. Guardian'da yer alan habere göre, yedi bin hedefi de tutmayabilir ve iki bin kadar asker daha göreve çağrılabilir.
Bu açığı kapatmak için daha önce 3.500 asker göreve çağırılmıştı.
Financial Times şirketin skandal ardından, 57 milyon sterlinlik işlem ücretini almaktan feragat etmesi çağrılarının arttığını yazıyor.
Independent'a göre dünyanın yarattığı istihdam açısından üçüncü büyük şirketi, bu kadar zararı kaldırabilir. "Kaldıramayacağı ise, piyasanın güvenini yitirmek olur ki, bu şimdiden şirketin hisse değerinin yüzde 15 düşmesine yol açtı."
Independent'a göre İngiltere'nin Olimpiyatlarda madalya başarısı dışında da hedefleri var. Dev yatırım projelerinden pay alınması, ihalelerde İngiliz şirketlerinin tercih edilmesi için lobi yapmak üzere, bakan ve müsteşarlara Olimpiyatlar için gelecek yetkilileri ağırlayıp gönül alma talimatı verildiğini bildiriyor gazete.
Olimpiyatlarla ilgili bir diğer tartışma konusu da satılmayan biletler. Futbolda 500 bin biletin evde kalacağının anlaşılması üzerine bazı stadlarda kapasitenin düşürüleceği açıklandı.
Independent özellikle Cardiff ve Glasgow'daki stadların boş kaldığını yazarken, organizasyon komitesi satılan 1,6 milyon futbol biletinin Euro 2012 biletlerinden fazla olduğuna dikkat çekiyor.
Guardian futbol ve tüm spor dallarında elde kalan 650 bin biletin satılabilmesi için yeni bir kampanya başlatılacağını yazıyor.
Sünnet, kimlik ve seçim hakkı
Guardian Almanya'daki sünnet tartışmasını sayfalarına taşımış.
St Paul Katedrali önündeki işgal eylemleri sırasında adından söz ettiren Anglikan rahip Giles Fraser, makalesinde "sünnet kimliğimdir" diyor.
Yahudi kökenli bir aileden gelen ve kendisinin de sünnet edildiğini anlatan Fraser, Köln'deki sünnet yasağının 'liberal anlayışın kör noktası'nı ortaya koyduğunu düşünüyor.
"Bebeklerin sünneti liberal anlayışın temel varsayımlarından birine aykırı düşüyor. Bu, seçimlerin temelinde bilinçli verilmiş rızanın yattığı, liberal toplumun temelini de bu seçimlerin oluşturduğu varsayımı... Bilinçli rıza gösterilmediğinden, sünnet bir tür şiddet olarak algılanıyor; çocuğun temel haklarının ihlali olarak görülüyor. Benim liberal anlayışı ahlaki tasavvurun sınırlanmış bir şekli olarak görmem de bundan...
"Doğru ve yanlışlar sadece bireysel seçime indirgenemez. Seçim yapmayı her şeyin ölçütü saymak, kapitalizmin ahlak anlayışına boyun eğmektir.
"İnanç kendinizden daha büyük bir şeyin parçası olmaktır. 'Biz', 'ben'den önce gelir. Yahudi ve Müslümanlar sünnet ile kendilerinden büyük bir gerçekliğin parçası oluyor.
"Liberalizmin tarih bilinci yok. Köln'deki mahkeme de tarih bilinci bu kadar az olduğundan böyle saçma ve nahoş bir karar aldı."
Gazete başyazısında da Fraser'ın eleştirilerine destek vermiş:
"Bu meşru bir tartışma ise, Almanya bunu yapmaya en az ehil olan ülke. Öncelikle, ülkedeki Yahudi toplumunun toparlanması zaten zaman aldı ve bu karar dini özgürlüklerine doğrudan saldırı olarak görülebilir. İkincisi, karar laik bir toplumda dinin konumuna odaklanıyor.
"Laikliğin hedefi dini uygulamaların dışlandığı homojen bir ortam mı olmalıdır yoksa, farklı dini uygulamaların serpilmesine olanak veren bir çoğulculuk mu? Sünneti çocuk dövmekle aynı kategoriye koyan bir anlayış en hafif ifadeyle bunu kimlik işareti olarak görenlere duyarsızdır. Aynı savlar, Fransa'daki peçe yasağı ya da İsviçre'deki minareler için de geçerlidir.
"Laik toplumun yasalarının hedefi bir dini anlayışın, diğerine baskın çıkmasını önlemek olmalıdır. Dindar insanlara dindar olmamalarını söylemek değil."