Guardian: Irak'ın biyolojik kitle imha silahı ürettiği bilgisini Amerikalılara veren itirafçı, yalan söylediğini kabul etti; Fisk: Orta Doğu rejimleri kitle hareketlerine karşı aynı işlemeyen polis taktiklerine başvuruyor
Abone olGuardian gazetesi, Amerikan yönetimine Irak'ın biyolojik silahlar ürettiği bilgisini veren Iraklı kimya mühendisinin, yalan söylediğini ilk kez kabul ettiği röportajı manşetinden duyuruyor.
Rafid Ahmed Alwan el-Cenabi röportajda, 1995 yılında Saddam Hüseyin rejiminden kaçarak Amerikan ve Alman istihbaratına, Irak'ın biyolojik silahlar ürettiği, bu silahların kamyonlarla taşınabildiği gibi yalan haberler üreterek Amerikalılara Irak'ın işgali için gerekçe verdiğini ve bundan pişman olmadığını söylüyor.
Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powel, 2003 yılında Birleşmiş Milletler'de yaptığı bir konuşmada el-Cenabi'nin sağladığı uydurma bilgileri, biyolojik silahların üretilmesine tanıklık etmiş bir kaynaktan gelen bilgiler olarak sunmuştu.
El-Cenabi, gazeteye, "Bana bir yalan söyleyerek Irak rejimini devirme şansı verilmişti. Ben ve oğullarım Irak'a bir parça da olsa demokrasinin gelmesine neden olmaktan gurur duyuyoruz." diyor.
Iraklı itirafçı, 2000 yılı ortalarında Alman gizli servisi BND'nin Körfez ülkelerinden birinde eski patronuyla görüşmesinin ardından yalan söylediğinin ortaya çıktığını da ifade ediyor.
Guardian gazetesi, açıklamadığı başka kaynaklardan edindiği bilgilere dayanarak, el-Cenabi'nin yalan söylediğini ortaya çıkaran toplantıda İngiliz istihbaratçıların da olduğunu belirtiyor.
Eski Iraklı kimya mühendisinin itirafları, Irak'ın kitle imha silahları programı olmadığını kabul eden eski Amerikan savunma bakanı Donald Rumsfeld'in anılarının piyasaya çıkmasının sonrasına rastlıyor.
El-Cenabi, Guardian muhabirlerinin, 100 binden fazla sivilin ölümünden ve işgal sonrası ortaya çıkan kaosun kendisini pişman edip etmediği yolundaki soruyu ise, ölümlerin kendisini üzdüğünü fakat "Irak'a özgürlük getirmenin başka yolu olmadığını" söyleyerek cevaplıyor.
Tunus ve Mısır devrimlerinin ardından Orta Doğu'yu sarsan isyanlarla ilgili değerlendirmeler de İngiltere basınında geniş yer bulmaya devam ediyor.
Financial Times gazetesi, Bahreyn'de çoğunlukla Şii azınlığın katıldığı gösterilerin düzenlendiği meydanın Kahire'deki meydandan esinle Bahreyn'in Tahrir Meydanı olabileceğini yazıyor.
Mısır'ın başkenti Kahire'deki Tahrir Meydanı, Hüsnü Mübarek'in 30 yıllık yönetimini deviren gösterilerin en önemli merkezi olmuştu.
Başkent Manama'nın İnci kavşağında göstericilerin çadırlar kurduğunu yazan gazete, Bahreyn polisinin önceki gün ölen bir protestocunun cenazesine katılan onbinlerce kişiye ateş açtığını ve polisin müdahalesi nedeniyle ikinci gösteride de ölümler olduğunu belirtiyor.
Haberde, olaylar üzerine, protestoların odağındaki Kral Hamad bin İsa el Halife'nin de taviz olarak yorumlanan bir açıklama yaparak, ölümlerden üzüntü duyduğunu ve derhal soruşturma başlatılacağını belirttiği de aktarılıyor.
Mısır devriminin ardından oluşan kısmi istikrarsızlığın olası sonuçlarıyla ilgili bir değerlendirme ile devam ediyoruz.
Financial Times gazetesinde bir yorum kaleme alan Taliban adlı kitabın yazarı Ahmet Raşit, Mısır'daki istikrarsızlığın devam etmesi durumunda, el Kaide'nin Müslüman Kardeşler örgütü liderlerine suikastler düzenlemeye başlayabileceğini yazıyor.
Raşit, Mısır'ın Arap dünyasının kalbi olmakla birlikte, 20. yüzyıl köktenci İslamcılığın ideolojik merkezi de olduğunu kaydedip, el Kaide ve diğer Mısırlı aşırılık yanlısı örgütlerin, ülkede demokrasinin tesis edilmesini istemeyeceklerini savunuyor.
Raşit'e göre, aşırılık yanlıları, demokrasinin bölgede yayılmasını, kendi projelerine de bir tehdit olarak alıyorlar.
Değerlendirmede, el Kaide'nin iki numaralı ismi ve ideoloğu Eyman ez-Zevahiri'nin Mısırlı olduğu hatırlatılıp, Mısır'daki aşırılık yanlısı örgütlerin, Müslüman Kardeşler'i de rakipleri olarak gördükleri tespiti de yapılıyor.
Independent gazetesinin Orta Doğu muhabiri Robert Fisk, Mısır devriminin üç haftasının, zulmün gücünü ve sınırlarını gösterdiğini yazıyor.
Mısırlı protestocuların sokağa çıkarken, kendilerinden önce eylemleriyle rejimi sarsan Tunuslu göstericilerden taktikler öğrendiği gibi, güvenlik güçlerinin de kendilerinden önce isyanlarla mücadele etmek zorunda kalan diğer ülke güvenlik güçlerinin taktiklerini izlediğini yazan Fisk, başarısızlğı Tunus ve Mısır'da görülen polisiye taktiklerin, Yemen ve Bahreyn gibi ülke iktidarları tarafından da kullanıldığı tespitini yapıyor.
Fisk, Mısır polisinin, işkencede elektriğin nasıl kullanılacağını, Fransız işgali altındaki Cezayir'den öğrendiklerini, Cezayir güvenlik güçlerinin ise, 1982 yılındaki İslamcı ayaklanmayı nasıl bastırdığını öğrenmek için Hafız Esad Suriye'sini ziyaret ettiğini de belirtiyor.
Ancak Independent muhabirine göre, işkenceye de başvuran bu polisiye yöntemler, halkın, bir kez dahi olsa, korkusunu kaybetmesi durumunda, işlevsiz kalıyor ve rejimi yıkılışa götürüyor.
Robert Fisk, son olarak, Bahreyn, Cezayir ve Yemen'de iktidarların aynı polis zulmü taktiklerine başvuruyor olmasının öğretici olduğunu; Binali ve Mübarek'in bu yöntemlerle iktidarlarını sürdürebileceklerine inanmış olduklarını da hatırlatıyor.
Daily Telegraph gazetesi, kendisinden hırsızlık yaptığını farkettiği çalışanının ellerini bağlayıp, boynuna "Hırsız. 845 sterlin çaldım ve polis karakoluna gidiyorum." yazılı bir yazı asarak karakola götüren patronun, tazminat cezası ödemek zorunda kaldığını duyuruyor.
Gazete, yanında çalışan üç çocuk babası Mark Gilbert'ı boynundaki tabelayla polis karakoluna götüren Simon Cremer'ın ömür boyu hapis cezasıyla yargılanmak üzere mahkemeye çıkarıldığını ve bu davanın düştüğünü ancak tazminat davasını kaybeden patronun 13 bin sterlin (20 bin dolar) ödemek zorunda kaldığını aktarıyor.
Patron Cremer, hırsızlık yapmaya teşebbüs ettiğini kabul eden Mark Gilbert'ın kendisine tazminat davası açmasını iğrenç bulduğunu belirtiyor.
Gilbert ise, boynunda el yazısıyla yazılan tabelayla sokaklarda yürütüldükten sonra travma geçirdiğini ve psikolojik yardım almak zorunda kaldığını ifade ediyor.