15 Temmuz’dan daha güçlü ve sinsi tehlike: İstanbul Sözleşmesi
Yoksa bu sözleşmenin içeriğine vakıf olan birisinin başını yastığına gönül huzuru içinde koyabilmesi mümkün değil.
Bugün 15 Temmuz.
Ülkemiz ve milletimizin büyük bir var olma mücadelesi verdiği ve adeta destan yazdığı zaferin üçüncü yılı. Üç yıl önce millete ve devlete hainlik edenler çirkin emellerine kavuşamadılar.
Muhtemelen bundan sonraki denemelerinde de amaçlarına ulaşamadan milletin tokadını yiyecekler. Ancak bugün 15 Temmuz hain darbe girişiminden daha güçlü ve sinsi bir tehlike ile karşı karşıyayız.
Daha önceki iki yazımda kaleme almaya ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini anlatmaya çalıştığım İstanbul Sözleşmesi yukarıda da ifade ettiğim gibi 15 Temmuz hain darbe girişiminden daha güçlü ve sinsi bir tehlike.
Güçlü, çünkü bu sefer arkasına Avrupa Birliği gibi bir gücü almış. Sinsi çünkü cepheden saldırmıyor, dolambaçlı yollar kullanıyor ve toplumdan kendini çok iyi bir şekilde gizliyor.
Toplumun temel dinamiklerini hiç hissettirmeden adeta kurt kemirir gibi kemiriyor.
Öyle zannediyorum ki bu güçlü ve sinsi düşmana karşı milletin 15 Temmuz’da olduğu gibi topyekûn ve sert bir şekilde karşı çıkmamasının ardında bu sözleşmenin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahip olunmaması yatıyor.
Yoksa bu sözleşmenin içeriğine vakıf olan birisinin başını yastığına gönül huzuru içinde koyabilmesi mümkün değil.
Bu yazımda İstanbul Sözleşmesi’nin içeriği hakkında satır başları halinde olsa da bilgi vermeye çalışacağım. Öyle zannediyorum ki bu bilgileri okuduktan sonra dehşet içerisinde ürpereceksiniz.
1- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2010 yılında Homoseksüel (Eşcinsel yani Erkek erkeğe yaşam: Gay / Kadın kadına yaşam: Lezbiyen) ilişkilerin aile yaşamının bir türü olduğunu, istikrarlı bir şekilde birlikte yaşayan hemcins çiftlerin (Homoseksüel) aynı durumdaki farklı cins çiftlerin (nikâhlı ya da nikâhsız yaşayan erkek ve kadın) ilişkileri gibi “Aile Hayatı” kavramının içine girdiğini belirtiyor.
Yani bu tür yaşayanları “Aile” olarak kabul ediyor!
2- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘Özel Hayat’ın tanımını yaparken “Özel Hayat kişinin ........... cinsel hayatı ve cinsel eğilimleridir” şeklinde tanımlayarak Özel Hayata saygı gösterilmesini istiyor.
Yani Homoseksüelliğin (Eşcinselliğin) bir cinsel eğilim olduğunu ve Özel Hayat çerçevesinde bu şekilde yaşayanlara saygı gösterilmesi gerektiğini kabul ediyor.
3- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kişisel Özerkliğin tanımını yaparken “Bireyin vücuduyla ilgili tercihleri yapma hakkı” olduğunu, yani bir kadının vücudunu ister bir kadınla ya da bir erkekle, bir erkeğin de vücudunu ister bir erkekle ya da ister bir kadınla paylaşabileceğini, ya da her iki cins ile (Biseksüel) birlikteliği Kişisel Özerklik olarak ifade ediyor.
4- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Avrupa Konseyi Sözleşmesi'nin bazı maddelerinin bir kişinin cinsel alanının ve kişiler arası ilişkilerinin korunması yükümlülüğünü ifade ettiğini belirterek özel alanda gerçekleşen Homoseksüel ilişkileri yasaklayan bir mevzuatın varlığının bile tek başına Özel Hayatı etkileme ihtimali vardır diyerek, bu tür ilişkilerin korunması gerektiğini söylüyor!
İstanbul Sözleşmesi’nin hemen başında sözleşmeye imza atan devletler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu içtihat kararlarını kabul ederek LGBT (Lezbiyen: Kadın kadına ilişki / Gay: Erkek erkeğe ilişki / / Biseksüel: Hem erkekle hem kadınla yaşayan kadın veya erkek / Transseksüel)’liğin önünü açıyor.
Kanun haline getirilen Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi'nin bazı maddeleri şöyle:
MADDE 3/b Bendi: “Eşler ( karı-koca) ve Partnerler (Kadının birlikte yaşadığı kadın veya erkeğin birlikte yaşadığı erkek arkadaşı) arasında” ifadesi kullanılarak bu şekilde yaşayanlara da uygulanacak şiddet kavramını kapsamına alıyor.
MADDE 4/3 Bendi: “İş bu sözleşme hükümlerinin ............. cinsel tercih (Homoseksüel – Biseksüel ) veya başka statüler temelinde her hangi bir ayrımcılık olmaksızın taraflarca güvence altına alınmıştır.”
MADDE 12/1 Bendi: “ .......... kadınlar ve erkekler için alışılagelmiş rollerin (karı-koca ilişkilerinin) bulunduğu düşüncesine dayanan önyargılı örf ve adetleri, gelenekleri ve her türlü (Dini) farklı uygulamaların kökünü kazımak için kadınlara ve erkeklere ilişkin Sosyal ve kültürel davranış modellerinin değişimini sağlamak için gerekli tedbirleri alır."
MADDE 12/4 Bendi: “Taraf Devletler Erkekler ve Erkek çocukları başta olmak üzere toplumun tüm üyelerinin iş bu sözleşme kapsamındaki tüm şiddet türlerini önlemek üzere gerekli tedbirleri alır."
MADDE 12/5: Kültür, Örf ve Adet, Gelenek, Din veya sözde “Namus”un iş bu sözleşme kapsamında ki (Homoseksüellere yapılacak) herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlar."
MADDE 14/1: Taraflar gerektiğinde kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rolleri (Karı Koca ilişkilerinin dışında olan Homoseksüel ilişkiler) gibi konulara ilişkin öğretim malzemelerinin Resmi müfredat içerisine ve Eğitimin her seviyesine eklenmesi için gerekli adımları atar.
MADDE 20: Taraf Devletler şiddet görenler için (Homoseksüeller yani kadın kadına veya erkek erkeğe yaşayanlara) gerektiğinde yasal ve psikolojik danışmanlık, mali yardım, konut, eğitim öğretim ve iş bulma desteği gibi hizmetleri de gerçekleştirecektir.
MADDE 30: Mağdurlara Tazminat Hakkı: Şiddet uygulayan kişinin sosyal güvencesi yoksa şiddet görenlere (Homoseksüellere) Devlet tazminat ödeyecektir.
MADDE 42: ......... Herhangi bir şiddet eyleminin gerçekleşmesini müteakiben başlatılan cezai işlemlerde ............. sözde Namus'un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilmemesini sağlamak üzere gereken Hukuki tedbirleri alır.
MADDE 60: Zulümden korkulduğu durumlarda başvuranlara Mülteci statüsü verilecek.
İstanbul Sözleşmesi’nde Homoseksüel ilişkilerin yaygınlaşması için özel sektörün ve medya desteğinin sağlanmasını Devlet televizyon ve radyolarında ayda 90 dakika bu ilişkileri normalleştirme adına programlar yapılması isteniyor.
Evet, İstanbul Sözleşmesi’nin bazı maddeleri kısaca böyle.
Umarım bu sözleşme maddeleri ile toplumun nereye götürülmek istendiğini görebilmişsinizdir.
15 Temmuz hain darbe girişimi mi yoksa, güçlü ve sinsi bir tehlike arz eden İstanbul Sözleşmesi mi daha tehlikeli?