ATO'nun "Krizler Tarihi" adlı raporu, Türkiye'nin girdiği ekonomik krizlerin gerçek boyutlarını ortaya koydu. Krizler olmasaydı milli gelir 4 bin 172 dolar olmayacaktı.
Abone olATO'nun raporuna göre, Türkiye 15 kez krize girmeyip küçülme yıllarını "sıfır" büyümeyle kapatmış olsaydı dahi, bugün kişi başı milli gelir 4 bin 172 dolar değil, 12 bin 650 dolar olacaktı. Şu an 299.5 milyar dolar seviyesinde olan milli geliri, 1983 yılında yakalamış olacak, 2004 yılı sonunda da 902.4 milyar dolarlık milli gelire sahip olacaktı. 82 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca yıllık ortalama yüzde 4.8 büyüme oranını tutturan Türkiye, 15 ekonomik krizle sarsıldı. Dünyayı da sarsan 1929 ekonomik krizinden bu yana, Türkiye ortalama her 5 yılda bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. Türkiye, kriz yılları dışarıda bırakıldığında, yıllık ortalama yüzde 7.8 gibi çok yüksek bir büyüme oranı tutturdu. Türkiye ekonomisi 1927 yılında yüzde 12.8, 1932 yılında yüzde 10.6, 1935 yılında yüzde 3, 1940 yılında yüzde 5, 1941 yılında yüzde 10.3, 1943 yılında yüzde 9.8, 1944 yılında yüzde 5.1, 1945 yılında yüzde 15.3, 1949 yılında yüzde 10.5, 1954 yılında yüzde 3 oranında küçüldü. 1954'ten 1979 yılına kadar 24 yıl kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisi, 1979 yılında yeniden krize girdi. Aynı yıl yüzde 0.5 küçülen ekonomi, 1980 yılında da yüzde 2.8 geriledi. Bu tarihten itibaren yeniden büyüme trendi yakalayan Türkiye, 13 yıl ardı ardına büyüdü. Türkiye 1990'lı yıllarda birbiri ardına gelen krizlerle sarsıldı. Türkiye 1994 yılında yüzde 6.1, 1999 yılında yüzde 6.1, en son 2001 yılında da yüzde 9.5 küçüldü. İLK KRİZ, 1929 KRİZİ Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik krizle ilk kez 1929 yılında tanıştı. 1929'da bütün dünyada büyük bir ekonomik bunalım patladı. Buna Türkiye ekonomisinin kendi sıkıntıları ve ilk taksitinin ödenmesi gereken Osmanlı borçları da eklenince ciddi bir "kambiyo krizi" yaşandı. Türk parasının değeri düştü. İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1944 yılında bütçe açık vermeye başladı. Savaş, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de ekonominin dengeleri sarstı. Türkiye devalüasyonla da bu dönemde tanıştı. 1946 yılında, bütçe fazla vermesine rağmen ihracatı artırmak için devalüasyona gidildi. Ancak hedefe ulaşılamadı. Dış sermayeye açılma ve serbest piyasa ekonomisine geçiş dönemi 1950-1954 yıllarında başladı. 1951 yılında bütçe açık vermeye başladı ve bu durum 1963'e kadar 12 yıl boyunca devam etti. Kore Savaşı nedeniyle dünya piyasasında hammadde fiyatlarını fırlattı. Kredili ithalat uygulamasına geçildi. Bunun sonucunda ticari nitelikli dış borçlar ödenemez hale geldi. Dış borç yükü ve kamu açıkları arttı. Plansız yatırımların da etkisiyle enflasyon yüzde 20'lere fırladı ve Türkiye ekonomisi krize girdi. 1950'li yıllarda uygulanan dışarıdan sermaye ithaline ayarlanmış serbestleşme programı 1958 krizini hazırladı. 1958'e gelindiğinde, Türkiye'nin günü gelmiş 256 milyon dolar tutarında dış borcu ve de kucağında bir "kambiyo krizi" bulunuyordu. Ağustos ayında Türkiye IMF ile bir istikrar programı uygulamayı kabul etti. Devalüasyona gidildi. Dış ticaret açığı büyüdü. 1958 yılında 55.3 milyon dolar olan bütçe açığı 1959'da 266.7 milyon dolara yükseldi. Türkiye 1959 yılında hayat pahalılığında Brezilya'dan sonra dünya ikincisi idi. 1969'da Türkiye hafif bir krizle sarsıldı. IMF programı yürürlüğe kondu. Türk parası devalüe edildi. 1971'de darbe yapıldı. 1974 BİRİNCİ PETROL KRİZİ 1974 yılında petrol fiyatlarının patlayarak 4 katına çıkması, Türkiye ekonomisini olumsuz etkiledi. Aynı yıl Kıbrıs Barış Harekatı ile birlikte batılı ülkelerin üstü örtülü ekonomik ambargosu başladı. Petrol fiyatlarındaki artış ithal edilen sanayi ürünlerinin fiyatlarını da tırmandırdı. Bütün dünya petrol tasarrufuna yönelirken Türkiye petrole sübvansiyon vererek tüketimi patlattı. Dış ticaret açığı korkunç şekilde artış gösterdi. 769 milyon dolardan önce 2.3 milyar dolara fırladı. Türkiye o yıl 303 milyon dolarla rekor bir bütçe açığı verdi. Turizm ve işçi gelirleri düştü. İstihdam sorunu büyüdü. Türkiye yeni bir darboğazın eşiğine geldi. Dönemin hükümetleri düşük faizli kredileri hiç ödenmeyecekmiş gibi alıp kullandılar. Önemli miktarlarını da har vurup harman savurdular. Bu borçlar bir yandan tüketimi ve ithalatı pompalarken bir yandan da sabit yatırımları ve buna bağlı ithalatı pompaladı. Yurtdışına indirimli kürk satışlarına geziler, otomobil fabrikaları önünde uzayan kuyruklar, onlarca değişik marka traktör ithalatı, gelişigüzel devlet sübvansiyonları bu borçlarla karşılandı. 1970 yılında 1.8 milyar dolar olan borcumuz , 1977 yılında 10 milyar dolara çıktı. 1978 yılında kısa vadeli borçların toplam borç içindeki payı yüzde 52'ye ulaştı. 1978'de kriz patladı. 1979-1980 İKİNCİ PETROL KRİZİ OPEC üyeleri petrol fiyatını 1979 ve 1980'de ikinci kez yüzde 150 oranında artırdı. Bu şok Türkiye'yi yoğun ekonomik kriz yaşarken yakaladı. İşsizlik oranı yüzde 20'lere yaklaştı. Enflasyon yüzde 63.9'a yükseldi. 1979-1980 petrol krizi, halkı 1974 petrol krizinden daha fazla etkiledi. Pek çok temel tüketim maddesi karaborsaya düştü. Benzin, tüp, ampul bulunamıyordu. Hükümet enflasyonu kontrol altına almak, dış kaynak açığını kapatmak ve ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için ünlü "24 Ocak Kararları"nı yürürlüğe koydu. 24 Ocak Kararları'yla birlikte TL yüzde 48.6 oranında devalüe edildi. 24 Ocak Kararları'yla alınan tedbirler sonucunda 1978'de 2.3 milyar dolar olan ihracat 1983'te 5.7 milyar dolara çıktı. Anılan yıl dış ticaret açığı 3.6 milyar dolar, bütçe açad nedeniyle dünya piyasasındaığı ise 2.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bütçe açığının ulaştığı rakam, bir önceki yıla göre yüzde 150 artışı işaret ediyordu. 1986 yılında kamu harcamalarının artması nedeniyle ekonomik dengesizlik yaşandı ve devalüasyon yapıldı. Kamu açıklarındaki artış ve mali piyasalardaki dalgalanma sonucunda faizler yükseldi. Döviz rezervi azaldı. 1989 yılına gelindiğinde Türkiye dışa açık serbest piyasa ekonomilerinden biri oldu. İstikrar politikaları uygulanırken ortalama 17.4 milyar dolar olan dış borç stoku, 1989 yılında 41.7, 1990 yılında ise 49 milyar dolara çıktı. Kısa vadeli borçlar, toplam borçların yüzde 19'unu buldu. Ticari bankaların döviz açığı büyüdü. Stagflasyon sürecine girildi. Dış ticaret açığı 1990 yılında 9.3 milyar dolara ulaştı. Türkiye yeniden krize girdi. Türkiye'de 1991, 1994 ve 1999 yıllarında üst üste krizler yaşadı. 1994 ve 2001 krizleri karakteristik olarak diğerlerinden farklıydı. Krizler bankacılık sektörünü vurdu ve çok sayıda bankanın faaliyetleri durduruldu. 1991 FİNANSAL KRİZİ 1991 krizini Körfez krizi tetikledi. 1990 yılında toplam sermaye girişi 4 milyar dolar oldu. Bunun 3 milyar doları kısa vadeli idi. Dış borç stoku 8 milyara dolara yakın artış gösterirken kısa vadeli borçlardaki artış 4 milyar dolara yaklaştı. Cari işlemler bilançosu, tarihi bir sıçramayla açığını 2.6 milyar dolara çıkarmıştı. Büyük çaptaki sermaye girişi TL'yi aşırı değerlendirirken ihracatı caydırdı, ithalatı pompaladı. 1991'de Körfez krizi çıktı ve Türkiye'yi riskli bir ülke konumuna getirdi. Sermaye kaçışa geçti. 2.6 milyar doları aşan sermaye kaçışı ekonomiyi durgunluğa soktu. TÜFE yüzde 52.4 artarken TEFE artışı yüzde 64'e ulaştı. Büyüme hızı yüzde 0.3'e düştü. Kriz etkisini bir yıl gösterdi. Kısa süreli ama çok şiddetli oldu. Kriz 1993 sonlarında başlayıp 1994'te patladı. İçeride zaten üst üste iki yıldır sürmekte olan temel dengesizliklerin üzerine Avrupa para piyasasındaki kargaşanın eklenmesi krizi tetikledi. Cari açık da 1 milyar dolardan 6.4 milyar dolara fırladı. Dış borç stoku 12 milyar dolar artış gösterdi. Kısa vadeli borçlar 18.5 milyar dolara fırlayarak tarihi bir rekor kırdı. 1994 tam bir felaket yılı oldu. Toplam net sermaye çıkışı 4.2 milyar dolara vardı. Faiz hadleri Hazine bonolarında yüzde 400'ü aşarken TEFE yüzde 121, TÜFE yüzde 106'e yani üç haneli rakamlara sıçradı. GSMH'da yüzde 6'ya varan daralma olurken işsizlik yüzde 20'ye vurdu. Krizde yarım milyon kişi işinden atıldı. 1998'de Asya-Rusya krizi, Türkiye'yi, enflasyonu düşürmek amacıyla harcamaları kıstığı ve istikrar programı uyguladığı sırada yakaladı. Krizi tetikleyen unsur, 6 milyar doları aşan sıcak para çıkışı oldu. Mali kuruluşlar dışında bütün kesimler yüzde 5-6 daralmaya girdi. GSMH'da yüzde 6.4 düşüş oldu. TEFE yüzde 63'e fırladı. Reel faizler yüzde 37'ye ulaşarak rekor kırdı. Dış borç stoku 103 milyar dolara, iç borç stokunun GSMH'ya oranı yüzde 32'ye çıktı. Faizi yüksek, vadesi kısa borç birikimi 1999 sonunda Hazine'yi iç borçları artık döndüremediği noktaya sürükledi. Aralık 1999'da hükümet IMF ile stand-by anlaşması imzaladı. 2001 KRİZİ (BÜYÜK ÇÖKÜŞ) Stand-by anlaşmasının ardından 2000 yılında devreye giren istikrar programı büyük çöküşün baş sorumlusuydu. Türkiye döviz kurunun çapaya bağlanmasıyla çıkmaz sokağa girdi. Cari işlemler açığı giderek büyüdü ve yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkarak tarihi bir rekor kırdı. Dolar çapası nedeniyle toplam kısa vadeli borçlar 28.9 milyar dolara, toplam dış borç stoku 114.3 milyar dolara çıktı. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca gecelik faizler göklere tırmandı ve Türkiye tarihine 'Kara Çarşamba' olarak geçen 22 Kasım 2000'de para krizi patladı. 13 banka ve çok sayıda aracı kurum battı. Kasım kriziyle artan faizler ve ödeme güçlüğe düşen bankaların vadesi dolmayan kredileri geri çağırması, iç pazarın daha da daralması bunda büyük rol oynadı. 19 Şubat'ta Çankaya Köşkü'nde yaşanan Anayasa kitapçığı tartışması krizi patlattı. 3.5 milyar dolarlık net sermaye çıkışıyla döviz fiyatları ve faizler tırmanışa geçti. Kriz öncesi 670 bin TL olan dolar Nisan'da 1 milyon 161 bine tırmandı. IMF programı çökmüştü. Türkiye'de yaşanan 15 krizin senaryo yazarları ve oyuncuları değişse bile, senaryoları hiç değişmiyor. Türk parası aşırı değerlendiği için ithalat fırlıyor, ihracat azalıyor. Dolayısıyla Cari işlemler bilançosu dengesi bozuluyor. Kısa vadeli dış borç birikimi de artınca, yeraltında hareketlenme başlıyor. Enflasyon fırlıyor, işsizlik artıyor, şirketler birbiri ardına kapanıyor. Kriz dönemlerinde yüksek devalüasyon ile birlikte hisse senetleri fiyatları düşüyor. yabancıların şirket hisselerini neredeyse 'metelik' karşılığı ele geçirmesine yol açıyor. 1994 krizinde gıda sanayiinin önemli bölümü, 1999 krizi ve onu izleyen krizlerde bankalar, aracı kurumlar, tur ve otelcilik şirketleri yabancıların eline geçiyor. Konuya ilişkin değerlendirmelerde bulunan ATO Başkanı Aygün, krizlerin maliyetlerinin kötü yönetimlerin eseri olduğunu dile getirerek "Dibe vurduğumuz yıllarda sıfır büyüme olsaydı, bugün Türkiye 3 misli büyük bir ekonomiye sahip olacaktı" dedi. Aygün şunları kaydetti: "Milli gelir sıralamasında 300 milyar doları bulan milli gelirle 21. Sırada bulunan Türkiye eğer krizler yaşamasaydı, bugün dünyanın 10. büyük ekonomisi olacaktı. Türkiye satın alma paritesine göre bugün dünyanın 18. ülkesi durumunda. Eğer Türkiye dibe vurduğu yıllarda küçülmeyip, en azından büyümesi sabit kalsaydı, bugün 529.6 milyar dolar olan satın alma gücü paritesi, 1 trilyon 663 milyar dolar olacaktı. Buna göre satın alma gücü paritesi sıralamasında Türkiye, Almanya ve İngiltere'nin ardından, İtalya'yı da geçerek, 8.sırada olacaktı. Türkiye krizlere değil, kötü yönetimlere yenik düştü."