Birsen Altınbaş davası İnsan Hakları Raporuna bile girmişti. Dava nihayet sonuçlandı. İki polis işkence yaptıklarını itiraf etti. Geriye ise o polislere şu soruyu sormak kaldı
Abone ol13 yıldır süren Birsen Altınbaş davasında kördüğüm sona erdi. Akıllarda kalan ise bunca duruşma, protesto ve tartışmalar altında dünya kamuoyuna yayılan davada bu kadar beklemeye değer miydi? Hacettepe Üniversitesi öğrencisi Birtan Altınbaş’ın 1991 yılında gözaltında ölümüyle ilgili davada, mahkemeye itiraf dilekçesi gönderen sanıklar Ahmet Baştan ve Süleyman Sinkil, Altınbaş’ın sorgusunu kendilerinin yaptığını, sanık konumundaki 3 polisin suçsuz olduğunu ileri sürdüler. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın bugünkü duruşmasına sanıklar Hasan Cavit Orhan ve İbrahim Dedeoğlu ile sanık ve müdahil avukatları katıldılar. Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin sanıkların ilk yargılamadaki ceza miktarında indirim uygulanmaması gerektiği yönündeki bozma kararı okundu. Müdahil avukatlarından Oya Aydın, karara uyulmasını istedi ve "işkence" suçunun tutuklama nedeni sayıldığından sanıkların hükümle birlikte tutuklanmasını talep etti. Mahkeme heyeti, Yargıtay’ın bozma kararına oy çokluğuyla uyulmasına karar verdi. Tekrar söz verilen avukat Aydın, sanıkların haklarında ceza indirimi öngören maddeler uygulanmadan "işkence" suçundan hüküm kurulmasını istedi. Cumhuriyet Savcısı, sanıkların lehlerine olan eski Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) "kastı aşan adam öldürme" hükmünü içeren 452/1. maddesi, "bir kimseye cürümlerini söyletmek için işkence edilmesi sonucu ölüm meydana gelmesi halinde ceza artırımını" öngören 243/2 uyarınca 12’şer yıla kadar hapisle cezalandırılmalarını, hükümle birlikte tutuklanma taleplerinin reddine karar verilmesini istedi. Bu sırada söz alan sanık avukatlarından Mehmet Ener, dava dosyası ayrılan Ahmet Baştan ile sanıklardan Süleyman Sinkil’in, mahkemeye itiraf dilekçesi gönderdiklerini ve sanıkların hukuki durumlarının değişebileceğini söyledi. Müdahil avukatı Oya Aydın, bu dilekçelerin davanın uzatılmasına dönük olduğunu savunurken, sanık avukatları dilekçelerin heyetçe incelenmesini talep ettiler. Heyet, dilekçelerin incelenmesine karar vererek, duruşmayı erteledi. "YETKİMİZ DAHİLİNDE ZOR KULLANDIK" Sinkil’in Denizli Ağır Ceza Mahkemesi kanalıyla gönderdiği dilekçede, diğer sanıklar Dedeoğlu, Çaylı ve Orhan’ın ilk yargılamada, mahkum olmaları nedeniyle büyük vicdan azabı çektiğini belirterek, bazı itiraflarda bulunmayı vicdani görev kabul ettiğini kaydetti. Altınbaş’ı, gözaltında olduğu dönemde kendisi ve Baştan’ın sorgulandığını ifade eden Sinkil, dilekçesinde şu anlatımlara yer verdi: "Maktul sorularımıza cevap vermediği gibi kafasını ve yüzünü duvarlara vuruyor, bize fiili saldırıda bulunuyor, küfür ediyordu. Her ikimiz zaman zaman Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun bize verdiği yetki içinde kalarak zor kullandık, maktule karşı darp ve cebirde bulunduk. Maktuldeki darp ve cebir işaretlerinin bir kısmı bu sırada oluşmuştur." Altınbaş’ın cesedindeki diğer izlerin görevlilere karşı gelmesi nedeniyle oluştuğunu savunan Sinkil, Adli Tıp Raporu’na göre de ölüm nedeninin sadece darba bağlanmadığı, "bulunduğu koşular, olayın stresi ve bunlara imzima eden açlığa bağlı komplikasyonlar" olduğunu savundu. Dedeoğlu’nun sorguya katılmadığını, Altınbaş’ın hastaneye kaldırıldığı 15 Ocak 1991 günü emniyete hiç gelmediğini ileri süren Sinkil, dönemin DGM Cumhuriyet savcıları Nuh Mete Yüksel ve Ülkü Coşkun, Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Kalkan, Şube Müdürü Tansu ve Dedeoğlu’nun Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne otopsiye geldiklerini belirtti. Sinkil, "Sonuç ve istem olarak vicdan azabından kurtulmak için yaptığım bu içten itiraf ve açıklamalarımın yüce mahkemenizce her biri tamamen masum olan diğer sanıklar yararına değerlendirilmesini talep ediyorum" dedi. Mahkeme, Dedeoğlu, Çaylı, Sinkil ve Orhan’ı, TCK’nın "kastı aşan adam öldürme" hükmünü içeren 452/1. maddesi, "bir kimseye cürümlerini söyletmek için işkence edilmesi sonucu ölüm meydana gelmesi halinde ceza artırımını" öngören 243/2, "ceza indirimini" öngören 463 ve 59. maddeleri uyarınca 4 yıl 5 ay 10’ar gün ağır hapis cezasına mahkum etmişti. Yargıtay, bu kararı, "suçu birlikte ve doğrudan ika ve icra ettikleri eylemlerinde TCK’nın 463. maddesini uygulama yeri bulunmadığı" gerekçesiyle sanıkların aleyhine bozmuştu.