Wall Street Journal'da 'tiraj şişirme skandalı', ABD'nin İran'ı suçladığı suikast planıyla ilgili şüpheler, Robert Fisk'ten Gilat Şalit anlaşması yorumu: Hani demokratik ülkeler 'teröristler'le anlaşma yapmıyordu?
Abone olGuardian bugün manşetini Amerikan Wall Street Journal gazetesiyle ilgili bir skandal haberine ayırmış.
Habere göre, Rupert Murdoch medya imparatorluğunun en önemli markalarından biri olan gazetenin bazı yöneticileri, Avrupa baskısının tirajını olduğundan fazla gösterebilmek için bazı Avrupalı şirketlerle anlaştı.
Gazete 2008'de Geleceğin Liderleri Enstitüsü adlı bir program başlattı.
Enstitü, geleceğin liderleri olmaya aday üniversite öğrencilerine yönelik seminerler düzenliyor, seminerlere sponsor olan şirketlerin isimleri de gazetede basılıyordu.
Şirketler de bu reklamın karşılığını, düşük fiyattan toplu halde Wall Street Journal alarak ödüyor, sonra da bu gazeteler öğrencilere bedava dağıtılıyordu.
Böylece şirketler prestijli bir gazetede reklamlarını yapıyor, gazete de tirajını şişiriyordu.
'Skandal istifa getirdi'
Guardian'a göre, gazetenin iç yazışmaları olan bitenin arkasında dün istifa eden Wall Street Journal'ın kardeş kuruluşu Dow Jones and Co'nun Avrupa İdari Müdürü Andrew Langhoff var.
Rupert Murdoch'ın sağ kolu olarak bilinen Les Hinton'ın bir şirket çalışanı tarafından geçen yıl bu durumdan haberdar edildiği, ancak Hinton'ın hiçbir şey yapmamayı seçtiği kaydediliyor. Hinton'a haberi veren şirket çalışanının da işten çıkartıldığı belirtiliyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nde İran'la bağlantılı olduğu söylenen iki kişi hakkında, Suudi Arabistan'ın Washington'daki büyükelçisine suikast planladıkları iddiasıyla dava açılması İngiltere basınında geniş yer bulan konulardan.
'Zanlılar beceriksiz'
Financial Times bu konuya başyazılarından biri ayırıyor. Gazete yazıda, Washington ve müttefiklerini itidalli davranmaya davet ederken, suikast planının arkasında bizzat Tahran yönetiminin bulunduğu iddialarına biraz şüpheyle yaklaşıyor. Dikkat çeken satırlar şöyle;
'Planların İran rejiminin desteğini aldığı iddiası tam anlamıyla net olmaktan çok uzak. Aslında bundan şüphe duymak için nedenler var. Birincisi zanlılar şaşırtıcı derecede beceriksiz. Plan, zanlıların los Zetas uyuşturucu kartelindeki bağlantısının aslında Amrikan yönetiminin muhbiri olmasıyla ortaya çıktı. İkincisi Amerikan topraklarında yabancı bir diplomatı öldürmek Tahran ve Washington arasındaki gerilimi müthiş derecede yükseltecek bir adım olurdu. İran yönetiminin, özellikle de ihtiyatlı dini lider Ayetullah Hamaney'in neden böyle riskli bir kumar oynayacağı açık değil. "
Holder-Powell benzetmesi
Independent yazarlarından Patrick Cockburn de bugün bu konuyu ele almış. Cockburn de Amerikan Adalet bakanı Eric Holder'ın açıklamalarına hayli şüpheyle yaklaşıyor;
"İran'ın, çek sahteciliğinden hüküm giymiş bir ikinci el araba satıcısını, Meksikalı gangsterler kiralayıp Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisini öldürmekle görevlendirdiği iddiası, İran'ın gelişmiş istihbarat servisiyle ilgili bildiğimiz her şeye aykırı. Adalet Bakanı Holder'ın bu garip planı, büyük bir kendine güvenle çıkıp açıklaması, Eski Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın Birleşmiş Milletler'de Saddam Hüseyin'in kitle imha silahı geliştirdiğine dair su götürmez kanıtlara sahip olduklarını söylemesine benziyordu. Sorun, Amerikan yönetiminin kendisini olayların bu versiyonuna bağlamış olması. Her ne kadar çok muhtemel olmasa da, bütün bunlar doğruysa İran'a karşı bir savaş nedeni olabilir. Amerika için bu iddialardan geri adım atmak çok zor olacak."
Kimlerin çıkarı var?
Independent yazarı, makalesine bu şekilde başladıktan sonra böyle bir komplodan kimlerin çıkar sağlayabileceğini de şöyle sıralıyor;
'Neo-con sağ ve aşırı İsrail destekçileri arasındaki uzun süredir İran'la savaşa girilmesi için bastıranlar. Orta Doğu'da da Suudi Arabistan ve Bahreyn, gürültülü bir şekilde Şiilerin demokrasi yanlısı gösterilerini İran'ın organize ettiğini anlatıyor, ama dünyanın geri kalanında pek kimseyi inandıramıyorlardı. Şimdi iddiaları, Washington'da daha çok ciddiye alınacak. Bahreyn gibi ülkeler üzerinde de Şii nüfuslarının isteklerini dikkate alma baskısı azalacak."
İsrail'in, beş yıl önce kaçırılan askeri Gilad Şalit karşılığında bin Filistinli mahkumu serbest bırakmayı kabul etmesi de İngiltere basınında geniş bir şekilde işleniyor.
'Hani teröristlerle anlaşmıyorduk?'
Independent'ın tecrübeli Orta Doğu Muhabiri Robert Fisk de bu konuda yazmış. Fisk takas anlaşmasını, 'Demokratik hükümetler, teröristlerle anlaşma yapmaz' düsturu üzerinden, alaycı bir dille yorumluyor. Dikkat çeken satırlar şöyle;
'Bir zamanlar, demokratik hükümetlerin 'teröristlerle' anlaşma yapmadığı bir dünyada yaşardık. Bu saçmalığı en çok dile getiren ülke de İsraildi. Aslında, tanrı saklasın, Fransa bir Fransız rehine karşılığında bin mahkûm bıraksa, Obama, Clinton ve Cameron Fransa'nın korkaklığına duydukları öfkeyi yüksek sesle dile getirirdi. Ama İsrail'in dün sözde 'terörist' düşmanlarıyla yaptığı son 'anlaşma'yla ilgili Washington ve Londra'dan en ufak bir ses çıkmadı. Son 30 yılda İsrail 19 İsrail ve ölen dört askerinin cesetleri karşılığında 7 bin mahkûm bıraktı. Enteresan bir değişim oranı. Gilad Şalit anlaşmasıyla birlikte her İsrailli'nin yaşamı, 1,300 Filistinli'nin yaşamına denk geliyor. Bu İsrail'in, 13 İsrailli karşılığında Gazze'de 2008-2009 işgalinde öldürdüğü Filistinlilerin sayısıyla neredeyse aynı. Bu her durumda, kirli ve öfke yaratan bir iş. 'Teröristlerle' iş yapmak yani. İkiyüzlülük demeyi aklınızdan geçirmeyin. Obama'dan da bir kelime etmesini beklemeyin. Sonuçta o da, yeniden seçilmek isteyen zavallı bir adam'