İngiltere basınında bugün BBC'nin eski yöenticilerine haksız yere ödediği iddia edilen yüksek tazminatlar ve Suriye'ye 'kimyasal silahları teslim etmesi' yönünde yapılan çağrıya ilişkin yorumlar öne çıkıyor.
Abone olİngiltere gazetelerinin manşetlerinde bugün BBC’den ayrılan üst düzey yöneticilere haksız yere ödendiği iddia edilen ihbar ve kıdem tazminatlarına ilişkin haberler öne çıkıyor.
Kurumdan 2006-2012 yılları arasında ayrılan 150 üst düzey yöneticiye, sözleşmelerinde öngörülenden 2 milyon sterlin daha fazla olan, toplam 25 milyon sterlin tazminat ödenmişti.
BBC’nin eski Genel Müdür Mark Thompson ve kurumun denetiminden sorumlu BBC Mütevelli Heyeti Başkanı Lord Patten’in de aralarında bulunduğu yedi BBC yöneticisi, Pazartesi günü İngiltere Parlamentosu’nun Kamu Hesapları Komitesi’nin iddialara ilişkin sorularını yanıtladı.
Guardian gazetesi başyazısını da, komite oturumundaki tartışmalara ayırıyor.
Gazete, iddialara ilişkin iki sorunun gündeme gelebileceğini belirtiyor:
“İki tehlike var. Eğer, BBC’deki sekiz yıllık genel müdürlük dönemi boyunca görevini kötüye kullandığına ilişkin kanıtlar ortaya çıkarsa, New York Times gazetesinin başına geçen Mark Thompson’un itibarı zarar görür. İkincisi ve çok daha önemlisi, BBC’de şeffaflık ve yükümlülüklere ilişkin sorunlar.”
Gazete, BBC’nin denetiminden sorumlu Mütevelli Heyeti ve kurum yönetimi arasında görünür bir sıkıntı olduğunun ortaya çıktığına ve bunun da kurumun ‘açıklığına’ ilişkin eksikliklere işaret ettiği yorumunu yapıyor.
FT: BBC yeni bir başlangıç yapmalı
Başyazı şu yorumla noktalanıyor:
“Buradan çıkan ders, yönetimin kurum içi yapıların çok daha ötesinde bir mesele olduğudur. Kişiler de hesaba katılmalı… BBC, harika programlar yapan iyi bir kurum. Çalışanlarının çok büyük bir kısmı, işlerini yüksek etik standartlar çerçevesinde yapıyor. Bu dönemden çıkabilecek en kötü sonuç, kurumun aleyhine konuşanlara bir fırsat yaratılması olur.”
Independent gazetesi medya editörü Ian Burrell de, parlamentodaki tartışmaları yansıttığı köşe yazısında, Lord Patten’in bu sorunu çözmek için birkaç yılı olduğuna ilişkin sözlerini hatırlatıp BBC yöneticilerini şu sözlerle eleştiriyor: “Patronların tazminatlar bir yana kendi maaşlarına değer kişiler olduklarına ilişkin soru işaretleri yarattığı bir öğleden sonradan sonra, o kadar vakitleri bile olmayabilir.”
Times gazetesinde Alex Spence imzalı yorum haberde de BBC’de ödenen tazminatlar eleştirilirken tartışmaların, yönetim ve çalışanlar arasında fikir ayrılıkları başladığına dikkat çekiliyor.
Financial Times gazetesi de “BBC’nin ödeme skandalından çıkarılacak dersler” başlığı altında kaleme alınan başyazıda, Lord Patten ve Mark Thompson arasındaki gerginlikte kazanan tarafın olmayacağını her iki tarafa da eleştirel bir dille yaklaşarak ifade ediyor.
BBC Mütevelli Heyeti ve BBC yönetiminin birleştirilmesi tavsiyesinde bulunan Financial Times gazetesi şu yorumu yapıyor:
“Bu, genel müdürün hem başkan hem de yönetici olduğu mevcut emperyal rejim yerine BBC’de yönetici olmayan bir başkan ile daha düzgün bir idari yapı sağlayacaktır. Bu modelle, mütevelli heyeti yetkilileri yönetici konumunda değil, kurumun idari birimindeki çoğunluklarıyla veto hakkına sahip, işleve ilişkin kararlar ve stratejilerle ilgilenecek kişiler olacaklardır. Tasarruf tedbirlerinin alındığı ve tüzüğün yeniden gözden geçirileceği bir dönemde BBC, Thompson döneminden dersler çıkardığını göstermelidir. Mesele, yüksek yaşam kalitesi ve zayıf yönetime geldiğinde halkın bunu anlayışla karşılamasını beklememeliler. Kurum, Thompson döneminin küllerinden çıkıp yeni bir başlangıç yapmalıdır.”
Beşar Esad tuzağa mı düşürülüyor?
İngiltere basınında öne çıkan haberlerin başında Suriye’ye ilişkin gelişmeler geliyor.
Gazetelerde, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin ve ardından Rus mevkidaşı Sergey Lavrov’un Şam yönetimine ‘kimyasal silahları uluslararası denetime açmaları ve daha sonra imha etmeleri’ a ilişkin yorumlar yer alıyor.
Guardian gazetesinin deneyimli muhabirlerinden Julian Borger’in kaleme aldığı analizde, “Rusya Suriye’yi silahsızlanmaya itebilir mi?” sorusuna yanıt aranıyor.
Borger, “Rusya Suriye’yi kimyasal silahları teslim etmeye ikna ederse, bu doğrudan bir ABD askeri müdahale tehdidini en azından birkaç ay ertemiş olur. Ama aynı zamanda Şam’ı yeni bir uluslararası yükümlülük tuzağına düşürüp, kuralları ihlal etmesi durumunda dışarıdan müdahale ihtimalini güçlendirmiş olur” yorumunu yapıyor.
Süreç işlerken Obama’nın Suriye’ye yönelik askeri müdahalede bulunması ihtimalinin siyasi açıdan hem ülke içinde hem de ülke dışında çok güç olacağını belirten yazar, “Diğer yandan, her geçen gün Suriye’nin yasal yükümlülükleri de derinleşebilir” diyor.
Guardian yazarı Julian Borger, “Suriye ciddiyse, Beşar Esad’ın ilk adımı Kimyasal Silahlar Sözleşmesini imzalamayı kabul etmek olabilir… Sözleşme bağlayıcı olduğunda da her tür kimyasal madde veya silah kullanımı yasadışı olacaktır, ülke de kuralları ihlal etmekle suçlandığı andan itibaren 24 saat içinde acil denetim başvurusunda bulunmalıdır” diye ekliyor.
Yazıda, daha önce Arnavutluk, Hindistan, ABD, Rusya, Japonya, Libya ve Güney Kore olduğu tahmin edilen ama açıklanmayan bir ülkenin daha önce kimyasal silahları imha ettiği veya imha etme sürecinde olduğu hatırlatılıyor.
'Kerry, Batı'yı küçük düşürdü'
Times gazetesi diplomasi editörü Roger Boyes ise Kerry’nin Şam’a yaptığı teklifi eleştirip ‘Batı’nın küçük düşürülebileceği’ yorumunu yapıyor.
Kerry’nin, Şam’a ‘kimyasal silahları teslim etmesi’ yönündeki çağrısını eleştiren Boyes, “ABD ve Rusya arasındaki büyük Ortadoğu satrancında John Kerry, Devlet Başkanı Esad’a yardım eli uzatabilecek stratejik bir hata yaptı” diyor.
Rusya’nın da bu çağrıya destek vermesini Boyes şu sözlerle yorumluyor:
“Moskova’nın ABD saldırısını geciktirmek için bir yol bulduğu, Ortadoğu’daki konumunu güçlendirmek ve Avrupa kamuoyunu ayrıştırmak için açıkça ortaya çıktı.”
“Moskova, Ortadoğu’da kalan tek müttefikinin diktatörülüğünü uzatmak için bu ciddi meseleyi kendine yonttu ve yoğun diplomasiyle geçen yaz döneminden yorgun düştüğü açıkça görülen Kerry ise buna izin verdi.”
İngiltere'de Asyalılara ve Müslümanlara taciz
Guardian gazetesi, İnglitere’de tacize uğrayan kız çocuklarıyla ilgili Müslüman Kadınlar Grubu’nun yayımladığı bir raporu sayfalarına taşıyor.
Rapora göre, ülkede Müslüman ve Asyalı kız çocuklarının ailelerinden ve çevrelerinden çekindikleri, korktukları ve 2inandırıcı olmayacakları’ için taciz ve tecavüz olaylarını anlatmadıklarını, bu nedenle sosyal güvenlik yetkilileri ve polis birimleri daha çok ‘beyaz kurbanların vakalarıyla’ ilgileniyor.
Asyalı kız çocukları için, “taciz çetelerinin görünmeyen kurbanları” ifadesini kullanan raporda, çetelerin daha çok ailelerine anlatmayacaklarını tahmin ettikleri kız çocuklarını istismar ettiği belirtiliyor.
İngiltere’de kız çocuklarına tacizde bulunan çetelerin çoğunluğunun ‘beyaz’ olduğu belirtiliyor. Ancak Afgan çetelerinin yine genç Afgan kızlara tacizde bulunduğu ve Müslümanların ise daha muhafazakâr yaşayan Sih’leri hedef altığı ifade ediliyor.
Fransa'da 'laiklik yönetmeliği statüko'
Independent gazetesi, Fransız okullarına getirilen ilişkin bir yoruma yer veriyor sayfalarında.
John Lichfield’in kaleme aldığı yorum İngiliz ve Fransız kıyaslamasıyla başlıyor:
“İngiltere’nin kimlik anlayışı Kraliye’ye, bayrağa ve eğreti demokratik gelenekler ile kurumlarımıza ifade ediliyor… Fransa’nın kimlik anlayışı ise yalnızca solda değil, kökünü laik devletten alıyor.”
Gazete, Fransa’nın ‘Cumhuriyetçi değerleri’ Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik anlayışının, 108 yıl önce Kilise ve Devlet’i birbirinden ayıran kanunla ‘resmi din’ olarak yerleştirildiğini yazıyor.
Fransa’nın tarihi boyunca devlet kontrolü için dinler ve laik değerler arasında savaş verildiğini belirten Independent yazrı Lichfield, bu savaşın özellikle eğitim için olduğunu ifade ediyor.
Devletin tüm dinlere özgülük tanıdığı ama bazı özel okullarda din eğitimi verildiği belirtilirken, devlet okullarında ise laik değerlerin geçerli olduğuna dikkat çekiliyor.
Yazar yeni düzenlemelerin de Fransız yaşam tarzının merkezindeki bir hakikat olduğunun altını çiziyor.
Fakat yazara göre Fransız devleti, bu değerleri ülkenin fakir ve farklı etnik yapılardan gelen toplumları için göz önünde bulundurmuyor:
“2005 yılındaki ayaklanmalardan sekiz yıl sonra, banliyölerdeki gençlerin – hepsi Müslüman değil - geleceğe ilişkin beklentileri karamsar. Bu koşullar altında hoşnut olmayan genç Müslümanlar ‘laiklik yönetmeliğini’ mevcut statükoya verilen yeni bir ad gibi görecek.”