Yenişafak gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi internethaber'e konuştu. Abdülkadir Selvi 2015 seçim sonuçlarına ilişkin oy tahminlerini verdi.
Abone olNESRİN YILMAZ
İNTERNETHABER-ANKARA
Yeni Şafak Gazetesi'nin dobralığı ile bilinen kalemi Abdülkadir Selvi 7 Haziran 2015 seçimleri arefesinde internethaber.com'a konuştu. Abdülkadir Selvi'ye göre HDP barajı geçecek. Üstelik rakam da veriyor. Peki böyle bir durumda AK Parti iktidarını koruyabilecek mi? Davutoğlu genel başkanlık koltuğunu kaybeder mi? İktidarı en iyi okuyan isim olan Abdülkadir Selvi bütün bu sorulara ezber bozan yanıtlar verdi.
-Siz dünkü yazınızda, "AK Parti'nin türlü kusurlarına, yanlışlarına, ders vermeyi gerektirecek hatalarına rağmen" seçmen AK Parti'yi bu kez de tercih edecek diyorsunuz, nedir bu yanlış ve kusurlar?
AK PARTİ İÇİNDE İLK KEZ KARARSIZ KİTLE OLUŞTU
Bu seçimlere giderken ilk kez AK Parti ieçrisinde bir kararsız kitle oluştu. Kararsız kitle de elbetteki AK Parti'nin kimi uygulamalarından dolayı bir partiyle aidiyetini sorgulama ihtiyacı hissett. Ama bu kararsız kitle hiçbir şekilde başka bir tarafa da gitmedi. Buna AK Parti kararsızları diyoruz ki, şimdiye kadarki 9 seçimde ilk kez yaşanan bir durumdu bu.
KİTLENİN KARARI 10 GÜN İÇİNDE DEĞİŞTİ
Bu tabi son aşamada bu kitle AK Parti'nin dikkatini çekmek istedi, ya da AK Parti'ye bir ders vermek istedi. Ama son 10 gün içerisinde şu ortaya çıktı ki; o kitle, "Evet biz AK Parti'ye bir uyarıda bulunalım ama Türkiye'nin istikrarı ve bizim kazanımlarımız tehlikeye giriyor, biz bu uyarımızda Türkiye'de bir koalisyon döneminin başlamaması, Türkiye'nin yeniden bir istikrarsızlığa girmemesi için biz önce treni rayında tutalım, varacağı istasyona varsın ama vardıktan sonra da 8 Haziran sabahı otursun, yanlışlarıyla bir yüzleşsin" eğilimi göseriyor.
-Nasıl bu noktaya geldi bu kitle, ne değişti?
SEÇMEN SİYASİ İSTİKRARSIZLIK TEHLİKESİNİ GÖRDÜ
Türkiye'de seçmen eğilimlerinde istikrar çok önemli bir nokta. Çünkü Türkiye'de istikrar çok nadiren yakalanabilen bir şey. Bu ülke istikrarsızlıklarda çok ağır bedeller ödedi. İşte siyasi hayatımızda bir 50-60 arası Demokrat Parti dönemi, 65-69 arası Adalet Partisi dönemi, 83-91 arası ANAP dönemi ve 2002'den bugüne kadar AK Parti dönemi. Bunun dışındaki dönemler darbeler, siyasi iktirsazlıklar, koalisyon hükümetleri dönemleri. Halk, AK Parti'nin dikkatini çekmek, bir uyarıda bulunmak isterken, orada bir siyasi istikrarsızlık tehlikesi gördüğü için bu, AK Parti seçmenlerinde eski korkuların canlanmasına yol açtı.
ÖNCE ÜLKE SONRA PARTİ DİYE DÜŞÜNMEYE BAŞLADILAR
Ve, "ben ülkenin siyasi istikrarına zarar vermeyeyim, bu konuda ki ihtarımı da AK Parti anlamıştır, anlamadıysa da seçimden sonra ben ülkenin gidişatına zarar vermeden, bunu kendi demokratik yöntemlerimle yaparım" noktasına geldi. Yani, önce ülke, sonra parti diye düşünmek zorunda kaldı.
-Muhalefet Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı AK Parti adına miting yapmakla suçluyor, AK Parti'ye oy istediği gerekçesiyle çok eleştiriyor ve bunun bir Anayasa suçu olduğunu iddia ediyor. Siz bir gazeteci olarak bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ERDOĞAN KENDİ KAVGASI İÇİN MEYDANLARDA
Cumhurbaşkanı AK Parti adına değil, kendi mücadelesini, kavgasını verme adına meydanlarda. Recep Tayyip Erdoğan Türk siyasetinde kendi tarzını oluşturan bir insan. Cumhurbaşkanı seçileceğinde de seçim meydanlarında, "Ben tarafsız olmayacağım, Çankaya'da yatan bir Cumhurbaşkanı olmayacağım" dedi. Cumhurbaşkanının bu ülke için bir kavgası var. O kavga da şu; Cumhurbaşkanı, Başkanlık sistemine geçilmeden bu ülkenin garanti altına alınamayacağını, ülkenin sıçrama yapamayacağına inanıyor, mücadelesini de gerekirse kendi başına yapmak istiyor.
HALKLA BAĞININ KOPMAMASINI İSTİYOR
Erdoğan'ın diğer liderlerden farkı halkla çok güçlü bir diyaloğu olması. Bu gücü elinde tutmayı, halkla bağının kopmamasını istiyor. Çankaya'ya çıkıp halktan kopan çok liderler oldu. Özal da, Demirel de halkın sevdiği insanlardı ama Çankaya'ya çıktıklarında halktan kopma tehlikesi yaşadılar. Ben buradaki durumu Erdoğan muhtar bile olamaz" denildiği günlerden bu yana kendi kavgasını kendi veren bu kavgasını halkla, milletle birlikte yapan bir lider. Başkanlık sistemi konusunda da yine milletle beraber bir mücadele veriyor.
Muhalafet, Başbakan Davutoğlu'nu yetersiz bulduğu için Erdoğan'ın meydan meydan dolaştığını iddia ediyor, sizce Erdoğan meydanlarda olmasaydı destek azalır mıydı?
HALK DAVUTOĞLU'NU SEVİYOR
"Davutoğlu yetersiz kaldı" tezine kesinlikle katılmıyorum. Ben Davutoğlu'nu iç politikada başarılı buluyorum ve Davutoğlu "Dışişleri Bakanlığı, parti genel başkanlığı, Başbakanlığı beceremez" değerlendirmeleri yapıldığında da ben buna itiraz ettim. Davutoğlu'nun temiz bir geçmişi ve bilge bir insan olması, bilgili bir insan olmasına rağmen halktan kopmayan, halkın değerlerini taşıyan ve halkın değerlerinin mücadelesini vermiş bir hoca olması nedeniyle ben Türk halkının Davutoğlu'nu sevdiğini düşünüyorum, zaten meydanlar da bunu gösteriyor.
MUHALEFET LİDERLERİNE İKİ, ÜÇ TUR BİNDİRDİ
"Erdoğan'ın Davutoğlu'nun performansını yetersiz bulması nedeniyle saha çıktığı" tezi yanlış bir okuma. Bence Davutoğlu başarılı ve mevcut muhalefet liderlerinin iki, üç katı Türkiye'yi gezdi. Ben meslek hayatımda her zaman muhalefetin daha çok çalıştığına tanık oluyordum, ilk kez bu kadar tembel muhalefet liderleriyle karşılaştık. İktidarın Başbakanı muhalefet liderlerine iki üç tur bindirdi.
DAVUTOĞLU KALICI BİR İSİM OLACAK
Erdoğan'ın sahaya çıkmasının AK Parti'ye nasıl etkisi olduğu konusu, seçmen tercihi bakımından iyi kamuoyu yapanların incelemesi gereken bir konu. Benim bu konuda elimde bir veri yok ama ben şuna inanıyorum, 8 Haziran'da bunu çok daha iyi göreceğiz ki; Davutoğlu, Türk siyasetinde kalıcı br isim olacak.
Siz AK Partili seçmenlerin bir kısmının İslam'a hizmet gerekçesiyle oy vereceğini dünkü yazınızda da belirtmişsiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mitinglerde Kur'an göstermesi, Diyanet İşleri Başkanı'na muhalefetin eleştirileri sonrasında zırhlı lüks bir araç hediye etmesi.. Tüm bunlar İslam'a hizmet deyince nerede duruyor?
KUTSAL DEĞERİN DÜNYEVİ MAKSAT İÇİN KULLANILMASININ ZARARI DİNEDİR
Bütün bunlar bizim çok kadim tartışmalarımızdır. Ben, dinin siyasete alet edilmesine en çok karşı çıkanlardan biriyim. Çünkü din, partili partisiz herkesin gönlünde yer eden ve ezelden gelip ebede gidecek kalıcı bir şeydir. Siyaset ise bir parti tabelası, millete hizmet aracıdır. Din gibi kutsal bir değeri, yani elmas kıymetindeki bir değeri alıp bir teneke parçası gibi dünyevi bir maksat için kullanılmasının en büyük zararı dinedir.
KÜRTÇE KURAN GÖSTERMEK DİN İSTİSMARI DEĞİL
Buradaki olayda muhalefet bence yanlış bir okuma içerisine girdi. Ben meslek hayatımda Süleyman Demirel'i takip ettim. Demirel kürsüye çıkınce nur yüzlü bir genç çıkar Türk bayrağına sarılı bir Kur'an-ı Kerim hediye eder, Süleyman Demirel de onu öper başının üzerine koyardı. Özellikle 80'den önceki bayrak mitinglerinde her mitingte bu tekrarlanırdı.
Burada Cumhurbaşkanının Kürtçe Kur'an-ı Kerim'i göstermesi bir din istissmarı değil, tam aksine Kürtlere "bakın Diyanet İşleri Başkanlığı da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Kürtlerle ilgili birçok iyileştirmeler yaptıktan sonra, Kur'an-ı Kerim, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bünyesinde Kürtçe olarak basıldı" dedi. Bu o kadar ilgi gördü ki, biliyorsunuz 10 bin adet basılmıştı, yetmedi, şimdi 20 bin adet daha basıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığının bunu yapması, Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile din bağı üzerinden olan aidiyetlerini daha da güçlendirmesi için yaptığı bir şeydir, keşke seçim meydanlarına denk gelmeseydi ben bunun daha faydalı olacağına inanıyordum. Çünkü artık Kürtçe vaazlar veriliyor, hutbeler okunuyor. Bu, 90'lı yıllardaki en büyük taleplerden biriydi. Uçaklarda hala Kürtçe anons yapılamıyor ama camilerde Kürtçe hutbeler okunabiliyor, melleler istihdam edildi.
Demokratikleşmeyi biz adım adım gerçekleştiriyoruz. Demokratikleşmenin önemli bir bölümünün Kürtlerin halk ve özgürlüğüne yönelik olduğuna inanıyorum ama genel olarak Türkiye'de hak ve özgürlüklerin elde edilmesi mücadelesi olarak görüyorum. Biz daha bu mücadelenin yüzde 10'lar, 20'ler seviyesindeyiz. Malesef yasaklar, darbeler, vesayetler üzerine kurulu bir sistem var. Bu sistemde de işte Kürtçe Kur'an-ı Kerim de yasaklar burcunda açılmış bir deliktir.
Diyanet İşleri Başkanı eleştirilerden sonra makam aracını iade etmişken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ona zırhlı bir araç hediye etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz, ülkenin en üst düzey din adamının böyle lüks bir araca binmesini doğru buluyor musunuz?
DİYANET İÇİN BİR ÖNERİM VAR
Ben bunu çok kısır bir tartışma olarak görüyorum. Çünkü Diyanet İşleri Başkanı bu ülkede ilk kez Diyanet'i camilere, illere, ilçelere müftü tayin eden bir örgüt olmaktan çıkarıp İslam coğrafyasında Türkiye tarzı Müslümanlığı anlatan bir kurum haline getirdi. Bugün Latin Amerika ülkelerinde de Diyanet'in hizmetleri var, Afrika'da da var, Türk Cumhuriyetlerde, eski Sovyet İnterland'ında da var. Bir önerim de var; bir yasal düzenleme yapılıp Diyanet'in mutlaka Türkiye içerisinde dini faaliyetler yürüten bir kurum olmaktan çıkıp, insanlığa, başta İslam dünyasına hizmet eden bir kurum haline getirilmesi gerekiyor.
İşte bizim Diyanet'in etkin olmadığı coğrafyalarda görüyorsunuz mezhep savaşları yapılıyor. IŞİD ve El-Kaide tarzındaki anlayışlar malesef İslam'ı temsil ediyor gibi yanlış bir temsil ortada, ben onu çok önemsiyorum.
ARAÇ TARTIŞMASI DİYANET AÇISINDAN TALİHSİZ OLDU
Bu araç tartışması Diyanet açısından talihsiz oldu. Diyanet İşleri Başkanı şahsen tanıdığı ve kefil olduğum, mütevazı yaşamı olan ama gayesi bugün Kudüs'te, Afrika'da, Türk Cumhuriyetlerinde ne oldu, biz nereye hizmet götürebiliriz olan bir insan. Dünyevi makamlar, mevkiler, araçlar onun elinin tersiyle iteceği şeyler. Ben zannediyorum, Sayın Cumhurbaşkanımız da Diyanet'e yönelik bir saldırı olunca koruma refleksi gösterdi. "Diyanet İşleri Başkanıma yönelik bir saldırı var, onu ülkenin Cumhurbaşkanı olarak ben göğüslerim" diye bir tavır ortaya koydu.
Diyanet'i bir Mercedes markası üzerinden değil, keşke yaptığı hizmetler üzerinden değerlendirebilsek çok daha faydalı olur. İslam dünyasının da Türkiye'deki gibi Diyanet'in temsil ettiği gibi demokrasiyle, özgürlüklerle, batılı değerlerle İslami değerleri uzlaştıran bir anlayışa ihtiyaç var. Suriye, Yemen, Irak, El-Kaide, IŞİD bize bunu gösteriyor.
-7 Haziran'da seçmen sandıkta ne diyecek sizce?
SEÇMEN BÜTÜN PARTİLERE MESAJ VERECEK
Bence 7 Haziran günü seçmen sandıkta tüm partilere ve liderlere mesaj verecek, partilerin bu mesajları doğru okuması gerekiyor. Partilerin bu mesajları doğru okuması gerekiyor. Dört yıl sonra yeniden seçim var, bizde her nedense sandıkta seçmenin verdiği mesajı doğru okuyup ona göre yanlışlarını düzelten, doğrularını geliştiren politikalar uygulamak yerine her parti seçimden aslında kendisinin başarılı çıktığına dair insanları ikna etmeye çalışıyor, insanların aklıyla alay ediyorlar bir sonraki seçimde e benzer hüsranı yaşıyorlar.
AK PARTİ KULAĞININ ÜSTÜNE YATMAMALI
Ortaya çıkan tablo şu: Türkiye'de 8 Haziran'dan sonra herkes, öncelikli olarak da liderler milletin vereceği mesajı doğru okuyup yeni dönemi ona göre şekillendirirlerse Türkiye yürüyüşüne devam eder. Ama mevcut düzeni sürdürmek isterlerse görülüyor ki millet mevcut şekliyle yürütülen siyaset tarzından memnun değil. Ben milletin AK Parti'ye Türkiye'yi yönetme ehliyetini vereceğini düşünüyorum ama bunu aldıktan sonra da AK Parti'nin eksiklikleri konusunda da kulağının üzerine yatmaması gerekir. Eğer bunu başarabilirlerse Türkiye'nin geleceğinde var olmaya devam edebilirler, başaramazlarsa o zaman insanlar yeni arayışlara girebilirler.
YENİ BİR SİYASİ TABLO
O nedenle ben 8 Haziran'dan sonra artık yeni bir siyasi tablo olacağını görüyorum ve yeni siyasi tabloya göre liderlerin de yeni okumalar yapmaları gerektiğine inanıyorum.
-Bu yeni tabloda HDP'ye yer var mı?
YENİ TABLODA HDP'YE YER VAR
Yeni tabloda ben HDP'ye yer olduğunu görüyorum. Ben her zaman Kürt siyasetinin gözünü Kandil'e değil Ankara'ya çevirmesi, kavgasını dağda silahlı olarak değil, Ankara'da parlamentoda, meşru zeminlerde demokratik yöntemlerle yapması gerektiğini savundum. Burada elbetteki Kürt hareketine düşen taraflar da var ama onlara bu zemini açması gereken Ankara'ya düşen taraflar da var. parlamentodan DEP milletvekillerini yaka paça alıp götürüp cezaevine atıldığını gördük, ben o gün de isyan ettim, o çare değildi, yanlıştı, tam tersine onları Kandil'den toplayıp seçim sandıklarına getirmek, silahı bıraktırıp siyaseti tercih ettirmek gerekiyordu.
HDP'NİN SINAVI 8 HAZİRAN'DA BAŞLAYACAK
Bu seçimlerde HDP bir tercihle baş başa. Ben bu seçimlerde Türkiye'nin bütünleşmesi yönünde bir tablo çıkacağını düşünüyorum. HDP bu seçimlerde barajı aştığı taktide 8 Haziran sabahı artık silahlı mücadeyle değil, demokratik ve silahsız mücadeleyle daha büyük kazanımlar elde ettiğini görerek bunun ışığında silahlı hareketini en azından Türkiye'den tasviye etmesi gerekecektir, o zaman kalıcı olabilir. Ama hala ellerinde silahı tutmaya, bir yandan silah, bir yandan siyaset şeklinde devam etmeye çalışırlarsa bu onların belki de en iyi seçimleri olabilir. Ondan sonra Türk halkı "hayır sen beni aldattın, sen taahhütlerini yerine getirmedin, sen Türkiye partisi değil, Kandil partisi olmaya devam ediyorsun" der. Aslında HDP'nin sınavı 7 Haziran'da bitmeyecek, 8 Haziran'da başlayacak.
HDP'NİN UZATTIĞI EL HAVADA KALMADI
HDP'liler bu seçimde çok dinamik bir kampanya yürüttü. Türkiye partisi olma konusunda kamuoyunun bir bölümünü ikna ettiler, ama özellikle Erdoğan düşmanlığını çok etkili bir şekilde kullandılar. Bu açıdan 7 Haziran'da HDP için çıkacak sonuç hem demokrasimiz hem HDP için bir yön levhası olacak. Demokrasimiz için "bakın biz size silahsız siyaset imkanını sunduk, bunu geliştirebiliriz" diyecek, HDP de silahlı siyaseti bırakıp sivil demokratik siyaset içerisinde yer alırsa gelişmeye müsait bir profil ortaya koyacak. Böyle bir imkanları, böyle bir fırsatları var, HDP'nin uzattığı eli Türkiye seçmenlerinin en azından bir bölümü havada bırakmadı.
-HDP dışındaki partileri nasıl değerlendiriyorsunuz bu süreçte?
AK PARTİ ÖNEMLİ BİR SÜREÇTEN GEÇİYOR
AK Parti çok önemli bir değişim sürecinden geçiyor. Liderini Çankaya'ya çıkardı, partinin kurucu kadroları 3 dönem kuralı nedeniyle bu seçimlere giremiyor, yeni bir genel başkanla ilk kez seçimlere giriyor. AK Parti'de bu değişim süreci henüz tamamlanmadı. Seçimlerden sonra ve ardından 3 ay sonra yapılan kongreyle tamamlanacak. AK Parti bu seçimlerde tek başına iktidarını koruduğu taktirde bu seçimden başarılı olarak çıkmış bir parti olacak ve Davutoğlu ile yoluna devam edecek ama aksi bir durum olursa, eğer tek başına iktidarını koruyamazsa çok önemli gelişmelere gebe olabilir.
-Böyle bir tablo ortaya çıkarsa seçmen nasıl bir mesaj vermiş olacak?
AK PARTİ İÇİN VAR OLMAK YA DA YOK OLMAK GİBİ BİR SÜREÇ BAŞLAR
AK Parti kurulduğu günden bu yana ilk kez seçmen eliyle ihtar edilmiş olur. AK Parti'nin artık yeni bir AK Parti olarak kendini inşa etmesi gerekir ve AK Parti açısından var olmak ya da yok olmak gibi bir süreç başlar. Ama tek başına iktidarını korursa o zaman yeni güç dengeleri ortaya çıkar, yeni güç dengelerine göre ilişki biçimleri gelişir ve AK Parti tek başına iktidarını korumakla, hem içerisinde hem Türkiye'de bir kaosa fırsat vermemiş olur ve seçim kazanmış bir liderle AK Parti'nin ve Türkiye'nin geleceğini dizayn etmek de daha kolay olur.
CHP İLK KEZ POZİTİF KAMPANYA YÜRÜTTÜ AMA...
CHP ilk kez bu seçimlerde pozitif bir kampanya yürüttü. Pozitif kampanyasının da ilgi gördüğünü düşünüyorum. ama CHP sadece seçmenler bu kampanya süresince CHP için karar verecek değil, uzun bir süredir başarısız bir şekilde yönetiliyor o nedenle pozitif kampanyaya rağmen beklediğini bulamayacağını düşünüyorum. Çünkü CHP muhalefet açısından AK Parti'yi dizginleyecek, Türkiye'yi daha iyi yönetecek, değiştirecek parti imajını, görüntüsünü ve kanaatini bir türlü veremedi.
BAHÇELİ'NİN KENDİ ENERJİSİ KALMAMIŞ Kİ KİTLELERE ENERJİ VERSİN
MHP ise konjonktürel bir parti. HDP'nin görünür olduğu yerde MHP görünür oluyor, HDP'nin görünür olmadığı yerde MHP görünür olmuyor. Çok dar bir banda sıkıştı. Ben Türkiye'de Devlet Bahçeli'nin de iktidar olmak, hükümet kurmak gibi bir maksadının da olduğunu düşünmüyorum. Bu seçim kampanyasında da zaten onu gördük. Kendi enerjisi kalmamış ki kitlelere enerji versin. O nedenle MHP bir puan ileride bir puan aşağıda olur ama o dar bandın içerisine sıkışmış, milliyetçilerin o dinamizminden yararlanan onu geliştiren bir parti değil, onu dizginleyen bir parti konumunu sürdürüyor.
Eğer Devlet Bahçeli gerçekten milliyetçileri ikna eden, güçlü, dinamik, enerjik bir liderlik ortaya koysaydı biz bugün MHP için yüzde 20 ile yüzde 30 arasını konuşuyor olurduk.
-Oy oranları tahminizi alabilir miyiz?
AK Parti için, yüzde 45 ve üstü, bu 46-46,5 olabilir,
CHP için yüzde 28
MHP için yüzde 16
HDPiçin ise barajın hemen üzerinde yüzde 10,1-10,2 bekliyorum.
8 Haziran sabahı bir koalisyona uyanırsak sizce AK Parti hangi partiyle koalisyon yapar, ya da nasıl bir koalisyon tablosu oluşur?
KOALİSYON OLURSA TÜRKİYE'YE YAZIK OLUR
AK Parti kiminle koalisyon yapar bilemiyorum. Türkiye geçmiş dönemlerde de koalisyona uyandı. Böyle bir sonuca uyanırsa Türkiye'ye yazık olur. Bence koalisyon ortamına uyanırsak, birbirine benzemez partileri zoraki bir araya getirip bir koalisyon yapmak yerine yeniden millete gitmek gerekir diye düşünüyorum. 90'lı yılların başında zorlamalarla ANAYOL-REFAHYOL hükümetleri kuruldu, onlar yetmedi azınlık hükümetleri kuruldu, bu ülkede Tansu Çiller 25 gün hükümet kurdu ama ne oldu, o siyasi istikrarsızlık ve zayıf hükümetler döneminde asker güçlendi ve 90'lı yıllarda bir yandan OHAL sistemi, diğer taraftan 28 Şubat ve 2001 krizine geldik.
Siz AK Parti'ye uyarı yapan bir yazı yazdınız ve bazı yazarlar tarafından çok sert eleştirildiniz, neden eleştirdiniz AK Parti'yi ve neden bu kadar sert eleştirildiniz, ne düşünüyorsunuz?
8 HAZİRAN'DAN SONRA İHTİYAÇ OLURSA...
Ben bu konuyu 8 Haziran ertesine kadar dondurdum. 8 Haziran'dan sonra eğer ihtiyaç duyulursa bu konuya yeniden gireceğim. Çünkü ben aslında orada bir ayna tuttum ve bir vicdanı temsil ettiğimi düşünüyorum. Bana saldırmak yerine orada dile getirdiğim konular üzerine düşünselerdi daha yararlı olurdu.
Cumhuriyet gazetesi MİT tırlarıyla ilgili bir haber yaptı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Can Dündar'a dava açarak müebbet hapisle yargılanmasını istedi. Birincisi siz Cumhuriyet Gazetesi'nin yaptığını habercilik olarak değerlendiriyor musunuz, ikincisi, tırlarda silah olmasını bir savaş suçu olarak görüyor musunuz, üçüncüsü, haberi yapan gazete ve Can Dündar hakkında dava açılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
BAŞKA MEDYA KURULUŞLARINA DA SERVİS EDİLDİ
Bu olayı başından beri takip eden ve yazan gazetecilerden biriyim. Cumhuriyet Gazetesi'ne gitmeden önce bu dosyanın başka medya kuruluşlarına da servis edildiğini, ancak o medya kuruluşlarının bunun bir gazetecilik faaliyeti değil tamamen uluslararası bir algı operasyonu olduğu ve bir karşı casusluk olduğunu görüp buna girmediğini biliyoruz.
CUMHURİYET GAZETESİ ULUSALCILIĞINA ZARAR VERDİ
Cumhuriyet gazetesi için her şey söylenebilir ama ulusalcılığı konusunda hiçbir şey söylenemez. Cumhuriyet gazetesi bu yayınıyla ulusalcı kimliğine zarar vermiş oldu. Ben bu MİT tırları olayını tamamen Türkiye'ye karşı kurulmuş bir tuzak olduğunu savunuyorum, bu konuda da iddialıyım, burada MİT tırları operasyonu ile birlikte eşdeğer olarak AK Parti'ye de Van teşkilatı başta olmak üzere teşkilatlarına bir El-Kaide operasyonu yapılmıştı. Oradaki maksat hem Türkiye'yi, hem AK Parti'yi El-Kaide ve IŞİD gibi bir fotoğraf karesinin içine sokup şeytanlaştırmaktı.
SALT GAZETECİLİK DUYGULARIYLA YAPILMADI
Bunun için de paralel yapının savcılarını kullandılar. Bu Dışişlerindeki dinlemeyi de yapıp servis eden yapı, devletteki kriptolu telefonları dinleyip servis eden yapı, MİT tırlarında da yine göreve çağrılmış oldu. Devletlerin bu tür örtülü operasyonları olur ama devletlerin örtülü operasyonlarına devletin içerisinden savcıların deşifre etmesi Türkiye'de yaşanan bir örnek. Bence Türkmenlere niye yardım götürüyorsun diye değil, niye yardım götürmüyorsun diye değerlendirilmesi gerekiyordu.
Cumhuriyet gazetesi özeline gelince ben oraya gösterilen aşırı bir tepki olduğunu düşünüyorum ama Cumhuriyet'in de bunu salt gazetecilik duygularıyla yaptığına inanmıyorum. Çünkü Cumhuriyet'in başına gelen Can Dündar bu göreve gelmeden önce Cumhuriyet Gazetesi'ne, İlhan Selçuk'a ve Mustafa Balbay'a operasyon yapan paralelin savcılarıyla günlerce röportajlar yaptı, onları pirupak, adalet dağıtan savcılar olarak göstermeye çalıştı.
Aslında asıl ihaneti oarada Cumhuriyet gazetesine yaptı. Eğer onlar adalet dağıtan savcılarsa, İlhan Selçuk'a, Türkan Saylan'a, Ahmet Şık'a, Nedim Şener'e, Mustafa Balbay'a yaptıkları demek ki onların yaptığı doğruydu.
CAN DÜNDAR'IN YAPTIĞI FİKİR İŞÇİLİĞİ DEĞİL
İkincisi de MİT tırları olayıyla birlikte Türkiye'ye yönelik operasyon yapmak isteyen yabancı istihbarat servislerinin kurduğu tuzağa Cumhuriyet gazetesini alet etti. Buna rağmen ben yine de bir gazetecinin, müebbetle yargılanmasını içime sindiremem, doğru bulmam. Ben de hakkında sürekli suç duyurularında bulunulan, sık sık adliyeye yolu düşen gazetecilerden biriyim, bunun hesaplaşmasını biz basın olarak kendi aramızda yapmalıydık, ben Can Dündar'ın yaptığının bir fikir işçiliği olduğuna inanmıyorum, bir fikir işçisi ve mağdur insan konumuna düşürülmesi doğru olmadı.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş yemin ederek o silahların Türkmenlere gitmediğini söyledi, kime gitti o zaman, kim doğru söylüyor?
DAHA FAZLA NİYE YARDIM YAPILMADININ PEŞİNDEYİM
Bu konuda Tuğrul Türkeş'in Türkmenler ilgili yemin ederek açıklama yapmasnıı değil, Türkiye-Suriye dostluk grubu başkanlığı da yapmış, Suriye'deki Türkmenlerin derdini kendisine dert edinmiş Mehmet Şandır'ın tanıklığını daha çok önemserim. MHP'nin zaten uzun süredir gündeminde, Türkmenler, Türk dünyası, Türk davası kalmadı, onlar başka bir projeye soyundular. Bu konuda MGK kararıyla yapılan yardımlardır bunlar ve zannediyorum hem Genelkurmay'ın hem MİT'in arşivlerinde de bu tür yardımlara ilişkin bilgiler vardır.
Bakın İran'ın Irak içerisinde orduları var, kadınlardan oluşturduğu ayrı bir cihat ordusu var, Suriye'de, Lübnan'da, Yemen'de ordusu var ama Türkiye Cumhuriyeti Türklerden başka hiçbir güvencesi olmayan Türkmenlere yardımda bulunuyor diye uluslararası ceza mahkemelerinde yargılatılmak istenen bir devlet konumunda. Ben o açıdan Türkmenlere neden yardım gitti diye sormuyorum, daha fazla niye yardım yapılmadı sorunun peşindeyim.
Amerika helikopterle Kürtlere silah attığında o zaman alkışladık, başta Kürtler alkışladı, o zaman Kürtlere giden yardımın daha fazla olması gerekiyordu ama Türkmenlere de yardım gitmesi gerekiyor. Şu anda IŞİD'den kaçan Türkmenler var ve bizim sınırımıza doğru yaklaşıyorlar, örneğin MHP bu konuda farkındalık oluşturmak için Allah aşkına ne yapıyor, bunu sormak isterim.
-Bir de klozet tartışmamız oldu, siz hiç siyasette seviyenin bu kadar düştüğünü görmüş müydünüz?
İBRET VERİCİ
Aslında bu tartışma siyasetin geldiği noktayı göstermesi açısından çok üzücü ama bir o kadar da ibret verici. Malesef bizim özellikle seçim kampanyaları döneminde siyasetin seviyesi çok aşağılara çekiliyor. Bir seçimde de Kemal Bey Zonguldak konusunda Sayın Erdoğan'ı eleştiriken Ananın.... diye başlayan bir cümle kurmuştu. Artık Türkiye bu tür tartışmalardan çıkması lazım, bundan çok rahatsız oluyorum.
Siz geçtiğimiz seçimlerde ekranlarda daha çok görünüyordunuz, son yaptığınız eleştirilerden sonra, sizi eleştirenler "AK Parti'yi eleştirdiği için artık CNNTürk ekranlarına çıkarılmıyor" diyorlar, hatta Başbakan'ın, Cumhurbaşkanının uçağına da bu nedenle alınmadığınızı yazıyorlar, söylüyorlar, nedir işin aslı, neden ekranlarda daha sık görmüyoruz artık sizi?
GEREKLİ OLDUĞUNDA EKRANA ÇOK ÇIKTIM
Ben Yenişafak Gazetesi'nin Ankara temsilcisiyim. Bana gelen yayın tekliflerini değerlendirsem belki bir gün içerisinde 5-6 kanalda olmam gerekiyor. Çünkü ben Ankara'nın nabzını tutmaya çalışan gazetecilerden biriyim. Ama her gün ekranda olmak bizim açımızdan yıpratıcı. Ben domokrasiye bir saldırı olduğuna inandığım dönemlerde, paralel darbe girişiminin olduğu dönemlerde benim yerim seçilmişlerin yanıydı ben en çok o zamanlar ekrana çıktım. Bir cemaat hizmet edebilir ama bir cemaat hükümet deviremez. Askerin darbe girişimine nasıl karşıysam bir dini cemaatin darbe girişimine de o kadar karşıyım dedim ve yüreğimi, kendimi ortaya koydum , o zaman bir mücadele dönemiydi.
HER GÜN EKRANDA OLMAYI TERCİH ETMİYORUM
Ben mücadele ederken, ben Erdoğan için yüreğimi ortaya koyarken Erdoğan'ın kabinesinin yarısı tweet atmaya korkuyordu. Biliyorsunuz Sayın Erdoğan da bu konuda sitemde bulundu, bugünkü bana saldırlanların bir kısmını da o dönemde uzuuuun süre sesleri çıkmamıştı. Ben bir mücadele ve dava insanıyım ama her gün ekranda olmayı tercih etmiyorum.
SAVCI KİRAZ OLAYINDAN SONRA GAZETEM YAYINA ARA VERMEMİ İSTEDİ
İkincisi Savcı Kiraz olayından sonra benim gazetem de bir karar aldı, CNN'de bir süre yayınlara ara vermem istendi, ben gazetemin bu kararını saygıyla karşıladım.
BEN AYDIN DOĞAN'IN KANALINDA ERDOĞAN'I SAVUNDUM
CNN yönetimine ilettim, onlar bu konuda çok anlayışlı davrandı. Ben CNN'de yayına çıktığım zamanlarda Aydın Doğan'ın ekranında Erdoğan'ı savundum ve orada bana her zaman ayrı bir özen, ayrı bir saygı gösterildi. Bakalım bügün bu ekranların sahipleri kendi ekranlarında başkalarını savunulmasına izin verecekler mi. Ben şu an kendimi biraz çektim çünkü fazla da yıpranmamak gerekiyor, seçimden sonra yine kontrollü olarak çıkarım.
BEN UÇAĞA BİNDİĞİMDE DE BİNMEDİĞİMDE DE GAZETECİLİK YAPARIM
Ben Sayın Cumhurbaşkanı'nın uçağına bindiğimde de , bundan önceki Cumhurbaşkanlarının, Başbakan'ın uçağına bindiğimde de hep gazeteciliği yaptım, binmediğimde de gazeteciliğimi yaparım. Benim inançlarım var, benim ilkelerim, değerlerim var. Ben bu değerleri savunmaya devam ederim, bu değerlerimi savunurken birilerinin karşısında, birilerinin yanında, birilerinin makamında olma kaygısı taşımam.