Kıyametten sonra yaşanacak mucize
Cennet ve Cehennemi vücuda getirecek malzeme toplanır. İman ve amel-i salihler, cenneti; küfür ve günahlar da cehennemi meydana getirir. İman ve amel-i salihler, Allah'ın emrine uymuş ‘olmak’tır ve âlem-i hakikatte bir cevheri olduğu için vücûdîdir; dolayısıyla Cennet vücûdîdir.
Küfür ve günahlar ise Allah'ın emrine uymuş ‘olmamak’tır ve âlem-i hakikatte bir cevheri olmadığı için ademîdir; bu sebeple Cehennem de ademîdir. Artık şirke paydos! Bütün tanrılar ölmüştür, bir Allah vardır. Tağutlara hesap sorulur. Zalimlerden, şeddatlardan intikam alınır. Tam tekmil tutulan hayat defterleri, sahiplerine verilir, kimine sağdan, kimine soldan, kimine de arkadan. İstisnanın olmadığı bir âlemdir burası. Harf harf, nefes nefes sigaya çekilir insanlar ve cinler. Sonra bakılır:
Bir kalbte cennetin anahtarı “iman” yoksa, hemen derdest edilir kalıbıyla birlikte ve atılır sorgusuz-sualsiz cehenneme. Cennetin anahtarı var mı bir kişide? Var! Peki orada oturabileceği bir saray inşa etmiş midir kendisine, iyi amellerden? Etmişse ne âlâ, ne rânâ. Hali pek yaman aksi takdirde. Meğer ki rahmet-i ilâhî galeyana gele ve imdadına yetişe. Ne mal fayda verir, ne evlat, ne şu, ne bu.
Hızır bile yetişemez “Eyne’l-Meferr? Yok mu kaçıp sığınılacak bir yer, yok mu?” çağrılarına. Herkes birbirinden kaçar. Alacaklılar, verecekliler. Kul hakları, Allah’ın hakları. Herkesin ateşi kendini yakar. Yalnız bir Nebi (s.a.s) var; herkes kendi derdinde, O herkesin derdinde. Kaldı ki O bile şu üç yerde, “amellerin tartıldığı, defterlerin dağıtıldığı ve Sırat’ın geçildiği yerlerde”, evet o bile “nefsî ya Rabbî, nefsî!” demekte. İş çetin, çok çetindir bu üç yerde. Hatta bir vakit darda kalır bütün nebiler de, ancak kurtulabilirler ümmet-i Muhammed’in şefaatiyle…