BIST 9.420
DOLAR 34,48
EURO 36,38
ALTIN 2.839,94

Başbakan işadamını kovdu!

Ne Hükümete destek veren Yeni Merkez Medya sorguladı bu abartılı artışı, ne de Beyaz Türklerin desteğindeki laik medya…

Son yıllarda Beyaz Türkler ve Anadolu Sermayesi “kimse kimseye karışmasın” deme noktasına geldi…
Arada “gerginlik” bitmiş gibi…
Anadolu Sermayesi birbirleriyle veya Suudi iş adamlarıyla ortak oldu, faizsiz bankacılıkta çığır açtı…
Beyaz Türklerin (Laik) sermayesi de yabancı sermaye ile olan ilişkilerini pekiştirdi, geliştirdi…
Hatırlayın…
Daha birkaç ay önce sadece 450 milyon değer biçilen bir özel sektör bankası bir anda 6 milyar dolarlık bir değere ulaşıvermişti bundan 3- 4 yıl kadar önce…
Hiç kimse de bu abartılı artışın arka planını araştırma zahmetine(!) katlanmadı…
Ne Hükümete destek veren Yeni Merkez Medya sorguladı bu abartılı artışı, ne de Beyaz Türklerin desteğindeki laik medya…
Sanki Türkiye -bir kez daha- muhteşem bir oyunun fırsatçı figüranı olmayı kabul etmişti.

Şimdi filmi biraz daha geriye sarayım…
Yıllar önceye…
O günlerin figüranlarının başında sayıları iki elin parmaklarını bile geçmeyen köşe yazarı ve medya yöneticisi geliyordu…
Medya patronlarının gücü, ellerindeki yönetim erkini küresel egemenlerin emrine vermiş bir avuç medya askerinin gücünü kırmaya yetmiyordu. 
İşte o günlerin başbakanı gümrük duvarlarını yıkıp geçmeyi kafasına koymuştu…
Oysa yerli sanayici buna şiddetle karşı çıkıyor, genç sanayimizin böyle bir rekabete dayanamayacağını söylüyordu…
Başbakan ise kesin kararlıydı…

Benim de olduğum bir toplantıda, seramik ve fayans ithalatından gümrük alınmayacağını söyledi…
Bunu duyan ülkenin tek seramik ve fayans üreten fabrikasının sahibi hışımla ayağa fırladı…
Başbakan’ı, “Türk sanayicisini batırmak istemek ve yabancı sermayenin emrinde olmakla” suçladı…
Haklılığını kanıtlamak için de:
“Bizim fabrikalarında üretilen fayans ve seramikler, atalarımızın kutsal şehit kanlarıyla sulanmış bu mukaddes topraklardan üretiliyor!” dedi...

Başbakanın tepkisi sert oldu:
“Toplantıyı terk et kardeşim… Fayans ve seramikte gümrük kaldırılacak... Rekabet etmeyi öğrenin…”

O toplantıdan sonra gümrük kaldırılınca, fayans ve seramik fiyatları yarı yarıya düşmüştü…

Başbakan bunun üzerine, bir zamanlar hileli iflastan yargılanmış gözü kara güneydoğulu bir işadamını başbakanlık konutuna çağırdı ve ona açıkça şöyle dedi:

“Biliyorum ki müteşebbissin ama sermayen yeterli değil… Sana yeterli sermaye desteğini bankalardan versem olmaz… Yüksek faiz belini büker, rekabet edemezsin... Sana öyle bir iş vereceğim ki… Çok zor… Zor ama arkanda hep ben olacağım…”

Sonra da işadamının yapacağı işi anlattı:

Terör örgütü, silah finansmanını uyuşturucu ticaretinden sağlıyordu…
Devlet de buna bir türlü mani olamıyordu…
Oysa bu uyuşturucu işi devlet denetiminde olursa, hem terör örgütünün finansman yolu kesilirdi, hem de devlet ele geçen parayı değerlendirebilirdi…
Yani…
İşadamı, devlet kontrolünde uyuşturucu kaçakçılığı yapacaktı…
“Ama” dedi Başbakan… “Tek gramının içeride satıldığını duyarsam başta sen olmak üzere bütün ailenin kökünü kazıtırım… Asla yargıya gitmem… Hepinizi öldürtürüm…”

Ve bir de başka şart daha koştu…
Türkiye ekonomisi henüz monopoldü…
Rekabet yoktu…
Rekabet olmayınca, tekelci piyasalarda enflasyonla mücadele de zordu haliyle…
“Beyazdan elde edeceğin gelirin tümünü, tekellere karşı üretimde kullanacaksın” dedi güneydoğulu ve ilkokul mezunu iş adamına…
“Emrin başım gözüm üstüne sayın başbakanım” derken ağanın ağzı kulaklarına varıyordu…

O dönemde seramik, fayans bir şirketin…
Döküm radyatör bir şirketin…
Kağıt mendil vs kağıt ürünleri bir şirketin…
Vitrifiye malzemeleri bir şirketin…
Ampul bir şirketin…
İlaç bir şirketin tekelindeydi…

Ve işte bu seçilen işadamı, birkaç yıl içinde uyuşturucu pazarından ele geçirdiği para ile ve devletin tahsis ettiği arsalarda kurduğu fabrikalarda üretilen ürünlerle, rekabeti kızıştırdı…
Tüm üretim tekelleri de tek tek kırıldı…
Başbakan, devlette ve özel sektörde çalıştığı uzun dönemde bir şeyi görmüştü: Politikacılar ve işadamları bir olup, kamu kurumlarını soyuyorlardı…
Bu ise ekonominin kısa aralıklarla tıkanmasına, kaynakların heba olup gitmesine sebep oluyordu…

Politikacıların soyma yöntemi basitti:
Daha çok oy alabilmek, daha fazla iktidarda kalabilmek için partili yandaşlar, kamu kurum ve kuruluşlarında işe alınıyordu…
Bir başka deyişle; kamu kurum ve kuruluşları üretimden ziyade, istihdam için kullanılıyor ki siyasi ömrü ordu…
Haliyle üretimin verimliliği azalırken, maliyet artıyordu…
Buna rağmen fiyatlara gereken zam yapılmıyordu…
Bu düşük fiyatlardan ise halktan ziyade, kamu kurum ve kuruluşlarından düşük fiyat, uzun vade ile mal ve hizmet satın alan sanayici, işadamları faydalanıyorlardı…
Ama…

Onlar, kamunun ürünlere zam gelmese de, talepteki artışı dikkate alıp enflasyon artışına katkıda bulunuyorlardı…
Enflasyon isimli canavara ayıp olmasın diye tabii…
Başbakan işte bu bozuk düzeni de yıkmayı kafasına koymuştu…
Bunun çözümü özelleştirmeydi…
Ve başladı da…
Ne var ki siyasi ve fiziki ömrü hayallerini gerçekleştirmeye yetmedi…

Bugün...
Son 9 yıldır, kendisini “Büyük Türkiye” idealine adamış bir başbakanımız daha var…
Benim şahsi korkum bu aşamada yapabileceği bir hata…
Ya da bir hata yapmak zorunda kalacak olması…
Bizim milletimiz yabancılarla, ille de Yahudi veya Hıristiyan halkların yaşadığı ülkelerin devlet adamlarına posta koyan başbakanları çok sever…
Sevmesine sever deeee…
Onların o kişisel duygularıyla da devlet yönetilmez…
Bilmem anlatabildim mi?...