Başbakan işadamını kovdu!
Ne Hükümete destek veren Yeni Merkez Medya sorguladı bu abartılı artışı, ne de Beyaz Türklerin desteğindeki laik medya…
Son yıllarda Beyaz Türkler ve
Anadolu Sermayesi “kimse kimseye karışmasın” deme
noktasına geldi…
Arada “gerginlik” bitmiş gibi…
Anadolu Sermayesi birbirleriyle veya
Suudi iş adamlarıyla ortak oldu, faizsiz
bankacılıkta çığır açtı…
Beyaz Türklerin (Laik) sermayesi de yabancı
sermaye ile olan ilişkilerini pekiştirdi, geliştirdi…
Hatırlayın…
Daha birkaç ay önce sadece 450 milyon değer biçilen bir
özel sektör bankası bir anda 6 milyar dolarlık bir değere
ulaşıvermişti bundan 3- 4 yıl kadar önce…
Hiç kimse de bu abartılı artışın arka planını araştırma
zahmetine(!) katlanmadı…
Ne Hükümete destek veren Yeni Merkez Medya
sorguladı bu abartılı artışı, ne de Beyaz
Türklerin desteğindeki laik medya…
Sanki Türkiye -bir kez daha- muhteşem bir oyunun
fırsatçı figüranı olmayı kabul etmişti.
Şimdi filmi biraz daha geriye sarayım…
Yıllar önceye…
O günlerin figüranlarının başında sayıları iki elin parmaklarını
bile geçmeyen köşe yazarı ve medya yöneticisi geliyordu…
Medya patronlarının gücü, ellerindeki yönetim erkini
küresel egemenlerin emrine vermiş bir avuç medya askerinin gücünü
kırmaya yetmiyordu.
İşte o günlerin başbakanı gümrük duvarlarını yıkıp geçmeyi kafasına
koymuştu…
Oysa yerli sanayici buna şiddetle karşı çıkıyor, genç sanayimizin
böyle bir rekabete dayanamayacağını söylüyordu…
Başbakan ise kesin kararlıydı…
Benim de olduğum bir toplantıda, seramik ve fayans ithalatından
gümrük alınmayacağını söyledi…
Bunu duyan ülkenin tek seramik ve fayans üreten fabrikasının sahibi
hışımla ayağa fırladı…
Başbakan’ı, “Türk sanayicisini batırmak istemek ve yabancı
sermayenin emrinde olmakla” suçladı…
Haklılığını kanıtlamak için de:
“Bizim fabrikalarında üretilen fayans ve seramikler,
atalarımızın kutsal şehit kanlarıyla sulanmış bu mukaddes
topraklardan üretiliyor!” dedi...
Başbakanın tepkisi sert oldu:
“Toplantıyı terk et kardeşim… Fayans ve seramikte gümrük
kaldırılacak... Rekabet etmeyi öğrenin…”
O toplantıdan sonra gümrük kaldırılınca, fayans ve seramik fiyatları yarı yarıya düşmüştü…
Başbakan bunun üzerine, bir zamanlar hileli iflastan yargılanmış gözü kara güneydoğulu bir işadamını başbakanlık konutuna çağırdı ve ona açıkça şöyle dedi:
“Biliyorum ki müteşebbissin ama sermayen yeterli
değil… Sana yeterli sermaye desteğini bankalardan versem olmaz…
Yüksek faiz belini büker, rekabet edemezsin... Sana öyle bir iş
vereceğim ki… Çok zor… Zor ama arkanda hep ben
olacağım…”
Sonra da işadamının yapacağı işi anlattı:
Terör örgütü, silah finansmanını uyuşturucu
ticaretinden sağlıyordu…
Devlet de buna bir türlü mani olamıyordu…
Oysa bu uyuşturucu işi devlet denetiminde olursa, hem terör
örgütünün finansman yolu kesilirdi, hem de devlet ele geçen parayı
değerlendirebilirdi…
Yani…
İşadamı, devlet kontrolünde uyuşturucu kaçakçılığı yapacaktı…
“Ama” dedi Başbakan… “Tek gramının içeride
satıldığını duyarsam başta sen olmak üzere bütün ailenin kökünü
kazıtırım… Asla yargıya gitmem… Hepinizi
öldürtürüm…”
Ve bir de başka şart daha koştu…
Türkiye ekonomisi henüz monopoldü…
Rekabet yoktu…
Rekabet olmayınca, tekelci piyasalarda enflasyonla mücadele de
zordu haliyle…
“Beyazdan elde edeceğin gelirin tümünü, tekellere karşı
üretimde kullanacaksın” dedi güneydoğulu ve ilkokul mezunu
iş adamına…
“Emrin başım gözüm üstüne sayın başbakanım” derken
ağanın ağzı kulaklarına varıyordu…
O dönemde seramik, fayans bir şirketin…
Döküm radyatör bir şirketin…
Kağıt mendil vs kağıt ürünleri bir şirketin…
Vitrifiye malzemeleri bir şirketin…
Ampul bir şirketin…
İlaç bir şirketin tekelindeydi…
Ve işte bu seçilen işadamı, birkaç yıl içinde uyuşturucu
pazarından ele geçirdiği para ile ve devletin tahsis ettiği
arsalarda kurduğu fabrikalarda üretilen ürünlerle, rekabeti
kızıştırdı…
Tüm üretim tekelleri de tek tek kırıldı…
Başbakan, devlette ve özel sektörde çalıştığı uzun dönemde bir şeyi
görmüştü: Politikacılar ve işadamları bir olup, kamu
kurumlarını soyuyorlardı…
Bu ise ekonominin kısa aralıklarla tıkanmasına, kaynakların heba
olup gitmesine sebep oluyordu…
Politikacıların soyma yöntemi basitti:
Daha çok oy alabilmek, daha fazla iktidarda kalabilmek için partili
yandaşlar, kamu kurum ve kuruluşlarında işe alınıyordu…
Bir başka deyişle; kamu kurum ve kuruluşları üretimden ziyade,
istihdam için kullanılıyor ki siyasi ömrü ordu…
Haliyle üretimin verimliliği azalırken, maliyet
artıyordu…
Buna rağmen fiyatlara gereken zam
yapılmıyordu…
Bu düşük fiyatlardan ise halktan ziyade, kamu kurum ve
kuruluşlarından düşük fiyat, uzun vade ile mal ve hizmet satın alan
sanayici, işadamları faydalanıyorlardı…
Ama…
Onlar, kamunun ürünlere zam gelmese de, talepteki artışı dikkate
alıp enflasyon artışına katkıda bulunuyorlardı…
Enflasyon isimli canavara ayıp olmasın diye
tabii…
Başbakan işte bu bozuk düzeni de yıkmayı kafasına
koymuştu…
Bunun çözümü özelleştirmeydi…
Ve başladı da…
Ne var ki siyasi ve fiziki ömrü hayallerini
gerçekleştirmeye yetmedi…
Bugün...
Son 9 yıldır, kendisini “Büyük Türkiye” idealine
adamış bir başbakanımız daha var…
Benim şahsi korkum bu aşamada yapabileceği bir hata…
Ya da bir hata yapmak zorunda kalacak olması…
Bizim milletimiz yabancılarla, ille de Yahudi veya
Hıristiyan halkların yaşadığı ülkelerin devlet adamlarına
posta koyan başbakanları çok sever…
Sevmesine sever deeee…
Onların o kişisel duygularıyla da devlet
yönetilmez…
Bilmem anlatabildim mi?...