Ateşin Gelini Gavur İzmir
Doğu'nun küçük Paris'i İzmir'i 13 Eylül 1922'de Kimler Yaktı?
Abone olİzmir yangınının 86. yıldönümü yaklaşırken iki kitap yayımlandı. Mehmet Coral’ın yazdığı ‘’ ve Marie-Carmen Smyrnelis’in derlediği ‘’ İki kitap unutalan hatıraları yeniden gündeme getiriyor
Tarihteki en büyük kent yangınlarından biri olan ve 19 Temmuz 64’de başlayıp altı gün yedi gece devam eden büyük Roma yangınının nasıl çıktığı üzerinde bir türlü uzlaşılamaz. Kimine göre dönemin Roma İmparatoru Neron bir çılgınlık etmiştir kimine göreyse yangın bir kazadır. Yangın sırasında Neron’un alevler içindeki Roma’ya karşı lir çalıp şarkı söylediği de rivayet edilir. Gerçek suçlu kimdir bilinmez ama yangının sorumluluğu Hıristiyanların üzerine kalır, tarikatın üyeleri köpeklere atılarak öldürülür.
Roma yangını gibi, ilk kibriti kimin çaktığı üzerine türlü spekülasyonlar muhteva eden bir büyük yangın daha var, üstelik hem buralı, hem de daha genç: 13 Eylül 1922 İzmir yangını. Konu, resmi tarih yazımı olunca, Roma ya da İzmir fark etmiyor aslında. W.Benjamin’in izinden gidip tarihi yazanların ‘kazananlar’ olduğunu düşünürsek, İzmir yangınıyla ilgili fikrimizin neden “İzmir’i işgal eden Yunan askeri geri çekilirken kenti yakıp yıkmış, taş üstünde taş, omuz üstünde baş koymamıştır”dan öteye gitmediğini anlarız. Önce, eğitim müfredatı izin vermiyor daha fazlasını sorgulamaya sonra da çılgınlaşmanın tarihini okumaktan zaman kalmıyor İzmir’i kimin yaktığını düşünmeye.
İzmir yangınını yeniden düşünmemiz, hatta bu kadar kapsamlı bir şekilde ilk kez okumamız için, büyük yangının 86. yıldönümü arifesinde iki kitap yayımlandı. Mehmet Coral’ın yazdığı Ateşin Gelini Gâvur İzmir ve Marie-Carmen Smyrnelis’in derlediği İzmir 1830-1930 Unutulmuş Bir Kent mi? Cumhuriyet tarihinin hafızasızlaştırma taktiklerine nanik yapıp, tarihi unutturmaya çalışanlara “inadına hatırlıyoruz” diyor. Mehmet Coral, alevler içindeki İzmir’i anlatırken, Marie-Carmen Smyrnelis, Smyrna’nın yanmadan evvelki kozmopolit halini, ‘Doğu’nun Paris’i diye adlandırılan kentin ihtişamlı günlerini anlatıyor.
Mehmet Coral, İzmir yangınını tarafsızca aktarmak için, tanıklara, belge ve fotoğraflara başvurduğunu anlatıyor ancak kitabın tarafsız olduğunu söylemek mümkün değil. Coral, ‘İzmir’i kimler yaktı?’ sorusunun cevabını yazmak için oturduğu masadan, ‘İzmir’i Türkler yakmış olamaz’ın sonuçlarına ulaşarak kalkmış. Yazar, İzmir yangınının 1821’de başlayan Yunan bağımsızlık hareketinin bir parçası olduğunu düşünüyor. Ulusçuluk fikrinden payını alan Yunan halkı, ‘megali idea’ yı gerçekleştirmek için elinden geleni ardına koymaz. 15 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922’ye kadar, tam üç yıl üç ay 25 gün boyunca işgal ettiği topraklardan istediğini alamayınca arkasında bıraktığı her şeyi yakıp yıkar. Yazar buradaki mantık hatasını kabul ediyor, yani Yunan askeri şehri 9 Eylül’de terk ettiğine ve büyük yangın 13 Eylül’de çıktığına göre bu iş Yunan askerinin işi değil. Ama Yunan askeri şehri kuşattığında onları rıhtımda sevgi gösterileriyle karşılayan Rum ve Ermenilerin işi olabilir. Son umutları olan Yunan ordusu da gidince ‘bakın Osmanlı bize nasıl kötü davranıyor’ mesajını vermek isteyen Ermenilerin kendi evlerini yaktığı gibi teoriler de var. Yangının Türklerin işi olduğuna inanan görgü tanıkları olduğu gibi, her din, ulus ve cemaatten ‘çapulcuların’ ortalığı velveleye vermek için başlattığı bir kaos olduğunu düşünenlerin sayısı da az değil. Olayla birlikte ismi sık zikredilen bir isim de Sakallı Nureddin diye anılan Nureddin Paşa.
Bu manzaraya iyice bakın
Nureddin Paşa’nın İzmir’in Neron’u olduğuna inananların sayısı epey fazla. Paşa’nın İzmir’i yakma sebebiyse Kurtuluş Savaşı’ndan ‘alnının akı’yla çıkan Türk milletini, Ermeni ve Rumlardan temizlemek. Coral, ‘belgelerle konuşuyorum, İzmir’i Türkler yakmadı’ dese de, Nureddin Paşa’nın kişisel kininin bu olayda büyük rol oynadığı birçok tarihçinin altını eşelediği bir mesele. Söndürülmesi için çok çaba sarf edildiği söylenen yangın sırasında Mustafa Kemal de İzmir’de bulunuyormuş, İmparator Neron gibi lir çalıp şarkı söylemese de Mustafa Kemal’in yangından çok da rahatsız olmadığına dair tanıklıklar da var. Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü‘ne (İş Bankası Yay.) göre Mustafa Kemal, 13 Eylül’de kalmakta olduğu köşkün balkonundan yangını izlerken yanındaki genç subaylara şöyle demiş: “Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın! Bu alevler bir devrin sona erip yeni bir devrin başladığını gösteren bir yangındır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılındaki bütün günahları şu ateşle temizlenirken yeni Türk Devleti’nin kuruluşu ve Türk milletinin yükselişi de cihana ilan ediliyor.” Bunları dedikten sonra yangından etkilenmemek için geceyi Karşıyaka’da, İpekçizade İsmail Beyin köşkünde geçirmiş. Yangın sırasında pek çok insan alevlerle deniz arasına sıkışır. Cehennem sıcağının hissedildiği rıhtımda insanlar bulabildikleri battaniyeleri ıslatıp serinlemeye çalışır. On binlerce insan ölür, 280 bin ev kül olur. Yangın alanlarının temizlenmesi ve yeni kentin inşası 1934’e kadar sürer, yangının altından çıkan servetse on iki yıl boyunca çeteler tarafından talan edilir.
Bir derleme kitap olan ve İzmir’in 1830-1930 yılları arasındaki yüz yıllık kesitinin özetini veren, Bir Osmanlı Limanından Hatıralar altbaşlıklı kitap, kentin o yıllardaki kozmopolit damarını besleyen kültür sanat ve ticaret ortamını anlatıyor. Müslüman, Rum, Ermeni, Levanten halkların birlikte yaşadığı, ticaret yaptığı bir kent olan İzmir’den yakıp yıkılan kent İzmir’e dönüşümün hikâyesi on beş makalede toparlanıyor. Ortodoks ve Katolik Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanlar Avrupa’ya doğrudan açılan bu ticaret kentinde hoşgörüleri, sanat sevgileri ve yeniliğe açıklıklarıyla uzun yıllar kavgasız gürültüsüz birlikte yaşıyor. Ticaret gibi bir çekişmeleri olsa da, sanat onları birleştiriyor. O zamanlar Avrupa’yla kıyaslanacak bir kültür sanat ortamı var İzmir’de. Tiyatro ve opera salonları yurtdışından izleyicilerle dolup taşıyor. Smrnelis, İzmir’in tükenişini İmparatorluğun sürüklendiği yıkımla eş zamanlı anlatıyor. Tarihi 1922’de dondurmak istemediğinin altını çizen yazar, o tarihten sonra İzmir’i terk etmek zorunda kalmış olanlar ve onların mirasçılarıyla, İzmir’de kalanların tarihini yaşatmak için, bu çalışmayı yaptığını söylüyor.
“Bir yangının külünü yeniden yakıp geçmeye” niyetli bu çalışmaları İzmir yangının 86. yıldönümü arifesinde okumakta fayda var. Yoksa, ‘13 Eylül 1922’de ne olmuştu?’ sorusuna cevap veremeyen bizler yıllar sonra ‘19 Ocak 2007’de ne olmuştu?’ sorusuna da cevap veremeyeceğiz.
(Elif Türkölmez)